Mesut KARA yazdı: Şarlo yoksuldur, emekçidir. Chaplin’in kahramanları kusursuz bireyler değildir, hataları olan, toplumla, yasalarla çatışan insanlardır. Kaybeder, harcanır fakat sonunda intikamını mizahın gücüyle alır.
Charlie Chaplin sinemadır… Yakın geçmişte büyük sanatçıyı itibarsızlaştırma çabaları da olsa, sinema dendiğinde akla gelen ilk itibarlı, önemli, değerli isimlerdendir Charlie Chaplin.
Kendi değerlerimiz üzerinden son 30-35 yıldır alışkın olduğumuz itibarsızlaştırma haberlerinin hiçbir haber değeri de yoktur aslında. Yeni bir bilgi de yoktur. Değerlerimize yönelik itibarsızlaştırma çabaları, çirkin saldırılar yayınlayacak reyting arttırıcı bilgi ya da görüntü bulamayanların yazılan bir Charlie Chaplin biyografisine “mal bulmuş mağribi gibi” sarılanların, ‘yok edemiyorsan itibarsızlaştır’ zihniyetinin yansıması olduğunu söyleyebiliriz.
Şarlo sessizliğin içindeki sestir. Charlie Chaplin’in Şarlo olarak dehası herkesin kendini bulabileceği bir insan imgesi yaratmasıydı. Giysileri de karakteri tamamlar. “Bu giysi sokaktaki adam anlayışının anlatımında bana yardımcı oluyor. Bununla her hangi bir insanı ya da doğrudan doğruya kendimi anlatıyorum. O çok ufak melon şapka soylu görünme çabasıdır. Çok düğmeli dar ceket, baston ve tüm jestler canlılık, gösteriş ve kibarlık izlenimi vermeye çalışır. Dünyaya kahramanca karşı çıkmaktır, bir anlamda blöf yapmaktır ve sokaktaki adam bunu bilir ve kaderi yüzünden kendi kendine biraz da acır, acıyabilir.” diyordu Chaplin.
Şarlo yoksuldur, emekçidir. Chaplin’in kahramanları kusursuz bireyler değildir, hataları olan, toplumla, yasalarla çatışan insanlardır. Kaybeder, harcanır fakat sonunda intikamını mizahın gücüyle alır.
Şarlo’nun sinemadan alabileceklerinin sinemanın ona olan gereksinmesinden daha az olduğu söylenir. Sinema olmasaydı Chaplin yine söyleyeceği ne varsa söyleyebilirdi. Şarlo’nun büyüleyici gücü, etkisi buradan geliyordu.
ABD vatandaşlığını reddetmesiyle bu ülkede kendisine yönelik karalama-yok etme kampanyası başlatılır. Chaplin neden Amerikan vatandaşı olmak istemediğini şu şekilde açıklar: “Ben kendimi bir dünya vatandaşı sayıyorum. Britanya’da, Çin’de ya da Tombuktu’da doğmuş olabilirdim. Ama yine aynı insan olacaktım.” Amerikalıların asıl bağışlayamadıkları onun uyumsuz-bağımsız tutumudur. Susmasını bilse, eleştirel olmasa bu toplumun parçası olmayı reddetmesi hoşgörüyle karşılanabilirdi. Chaplin’in peşini bırakmayan kovuşturma belli başlı üç noktaya yöneliyordu: Özel hayatı, siyasal fikirleri, felsefi ve toplumsal fikirleri. Karalama kampanyasında kendisinden bir hayli genç olan kadınlarla yaptığı evlilikler de kullanılır.
Siyasal düşünceleri de kızgınlığa yol açan Chaplin mali bakımdan boğulmaya çalışılmıştır. Sovyetler Birliği’ndeki yeni rejime karşı gösterdiği merak ve yakınlık defalarca komünist olarak suçlamasına yol açar. Bu konuda şu açıklamayı yapmıştır; “ Ben bir sanatçıyım. Hayat beni ilgilendirir. Bolşevizm de hayatın yeni bir evresi. O halde ona karşı ilgisiz kalamam.”
Chaplin, Şarlo’nun yürekliliğinin bedelini öder. Şarlo’dan önce kurumlar, yasalar, ahlak ilkeleri, inançlar bu denli şiddetle, canlı biçimde taşlanmamış, alaya alınmamıştır.
ABD'ye girmesi yasaklanan, ailesiyle birlikte ölene dek yaşayacağı İsviçre'ye yerleşen Chaplin, ancak 1972 yılında Oscar Özel Ödülü'nü almak için yıllar sonra ABD'ye gider. Charlie Chaplin için “Seks, kadın düşkünü, 88 yıla binlerce kadın sığdırdı. 2 bin kadınla beraber oldu” diye itibarsızlaştırma haberi yapanlar onca yıla kaç film, kaç başarı, ne kadar acı sığdırdığının, neler yaşadığının izini sürseler itibar kazanmazlar mı?
Charlie Chaplin – Oscar Onur Ödülü (1972)
Yok edemiyorsan itibarsızlaştır
Tek kutuplu yeni dünya düzeninin küresel egemen ideolojisi psikolojik savaş uygulamalarını sürdürüyor hâlâ. Yıkamıyorlarsa, yok edemiyorlarsa kirletme, itibarsızlaştırma yoluna gidiyorlar.
Geçmişin iki kutuplu dünyasının tek kutuplu ‘yeni dünya düzeni’ne dönüştürülmesi küresel psikolojik savaş ve toplum mühendislikleri desteğiyle gerçekleştirilmişti.
Bu küresel dönüşümler, ülkemizin de yakın geçmişindeki ‘en önemli ve en kanlı’ miladı olan 12 Eylül darbesinin hayat bulduğu günlere, yıllara denk geliyordu. Toplumu topyekûn yeniden yapılandırma projesi olan darbeyle, yeni dünya düzeninin tüm dayatmaları da ‘yükselen değerler’ söylemiyle sunuluyordu. Hayatımıza yeni kavramlar sokuluyor, geçmişin tüm değerleri, erdemleri küçümseniyor, kirletiliyor, yok ediliyordu.
Bu yönelimin yenidünya düzeninin iktidar dili olduğu, yükselen değerler cilasıyla sunulan yeni değerlerin de geçmişten gelen erdemleri yıkmaya, ortak toplumsal hafızayı yok etmeye, bellekleri silmeye yönelik olduğu çok geçmeden anlaşılmıştı.
Bu süreçte yeni bir iktidar dili de oluşturulmuştu. Kibirli ve bencil olan bu dil her türlü değere, erdeme acımasızca ve temelsiz saldırabiliyor, merkezine kendisini aldığı hayatın tüm kesimlerini ötekileştirip küçümsüyor, alay malzemesi yapabiliyordu.
80’li, 90’lı yılları hatırlayalım, haber dergilerinin kapakları “tabuları devirelim” başlıklarıyla çıkıyor, içleri Nazım Hikmet’e, Yılmaz Güney’e, Türkiye devriminin öncülerine saldırı, hakaret içerikli haberlerle dolduruluyordu. Tabuları değilse de toplumsal belleği, kültürü ve değerleri yok etmek istiyorlardı, önemli ölçüde başardılar bunu.
Charlie Chaplin – Albert Einstein (1931)