4 Ocak 1991 Türkiye işçi sınıfının tarihine altın harflerle kazındı. Zonguldak’tan yola çıkan 100 bin maden işçisi 8 Ocak’ta Ankara’nın kapılarına dayandı. Aynı dönemde Kürt halkının Botan merkezli ulusal demokratik mücadelesi de zirvesine ulaştı. Ve….. Ülkenin her yerinde aynı slogan yankılandı: Zonguldak Botan El Ele!
Zonguldak-Botan el ele sloganı, 90’lı yılların başında ülkede emekçilerin bahar eylemleri ve Kürt ulusal mücadelesi arasındaki birlik ihtiyacını en çarpıcı biçimde ifade ediyordu. 1990 sonları ile 91 başları arasındaki Büyük Madenci Yürüyüşü, ANAP hükümetini sallamış; Botan, Kürt halkının ulusal demokratik istemli mücadelesinin merkezi haline gelmişti. İşte bu koşullarda hem işçi yığınları, hem de Kürt halkı tarafından atılan Zonguldak-Botan el ele sloganı, ülkenin demokratikleştirilmesinin; halkların kardeşliği ve emekçilerin insanca yaşayacağı bir gelecek kurmanın ancak mücadelenin bu iki dinamiğinin birliğinden geçtiğine işaret ediyordu. 1991 krizi sonrası yeni işçi önderlerinin büyük oranda tasfiye edilerek emek mücadelesinin sendikal bürokrasi tarafından baltalanması; Bölgede çatışmaların yoğunlaşması ve yükselen şovenizm bu birliğin sağlanmasının önüne ciddi engeller çıkardı.
Siyasi Haber
Yürüyüş
18 Ağustos 1988 günü bayram arifesinde Zonguldak, Kilimli Maden Ocağı'nda çalışan işçiler mesai bitiminde soyunma odasına döndüklerinde dolaplarının yerlerinde olmadığını görür. Kilimli'deki baca ağzı kapatılmış ve ocak, Karadon bölgesinde işleyen diğer madene taşınmıştır. Gösterilen neden ocaktan yeterli verimin alınamadığıdır. Çok geçmeden, İhsaniye, Çaydamar ve Dilaver Ocakları da kapatılır. Zonguldak'ta üretim düşer ve kâr miktarı da bu yüzden azalır.
Bu durum işçi sınıfına göre, üretimin bilinçli olarak düşürülmesi, işletmelerin zarar ettirilmesi ve özelleştirmenin önünün açılmasıdır. Cumhurbaşkanı Turgut Özal ise 28 Kasım 1990 tarihli konuşmasında şunları söylemektedir:
“Zonguldak kömür havzasında işçiye verilen ücret, sattığınız kömürün bedelini karşılamıyor… Zararı 500-600 milyarı buluyorsa yarın yüzde 60 zam verdiğiniz zaman bu açık, bu zarar 1 trilyonun üstüne çıkar. Kim ödeyecek bu parayı. Devlet baba ver bakalım diyecekler. Devlet nasıl verecek? Ya vergileri arttıracak ya da para basacak… Üretim olmayan yere haddinden fazla para verirseniz enflasyonu körüklersiniz.”
1990 yılı birçok kamu sektöründe toplu iş sözleşmelerinin imzalanacağı yıldır fakat sendikalar ve hükümet ücretler konusunda ciddi anlaşmazlığa düşer (Genel Maden-İş'in önerisi: 2.5 milyon lira maaş ve 85 bin lira yevmiye, hükümetin önerisi 1.2 milyon lira maaş ve 64 bin lira yevmiye). Genel Maden-İş Genel Kurulu toplanır ve 30 Kasım'da greve başlamaya karar verir. Sendika Genel Başkanı Şemsi Denizer, 30 Kasım sabahı saat 08.00'de grev önlüğünü giyer ve grev pankartı, Zonguldak'taki Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Gelik Müessesesi önüne asılır. Hükümetin lokavt kararı da gecikmeden 3 Aralık'ta yürürlüğe koyulacaktır.
Madencilik sektöründe grev kararı vermek, işçi sınıfı için, belki de diğer birçok sektöre göre çok daha zordur. Zira grev demek, madenlerdeki çıkarım işleminin yarıda kalması; bu yüzden de yangın, su baskını gibi olası sonuçların ortaya çıkması ve daha da ileriye götürürsek madenin kapanması anlamına gelir. Bu yüzden Zonguldak halkı, belki de geri dönüşü olmayan bir yola girecektir…
"Ölüm olsa sonumuz, Ankara'dır yolumuz!"
30 Kasım'dan yürüyüşün başladığı 4 Ocak 1991 tarihine kadar, Genel Maden- İş'e bağlı 48 bin işçi yekpare halde greve katılır ve çevre il/ilçelerin de Zonguldak'a gelişiyle şehir Türkiye tarihinin en büyük işçi hareketlerinden birine sahne olur. O dönem Zonguldak, bugünkü Karabük ve Bartın illerini de içermektedir. Yani bugünden bakılarak o günün tanıkları dinlendiğinde üç şehrin tek merkezde toplandığı ve sokaklarda konuşulan tek konunun grev olduğu anlaşılmaktadır.
Peki üç şehrin işçileri nasıl hep bir arada kalır, örgütlülük nasıl sağlanır? Şehrin megafon sistemlerinin yetersizliğine rağmen kabloların neredeyse tüm sokaklara döşenerek şehre kurulan bir hoparlör sistemiyle işçilerin hareketin her anından haberdar olması sağlanır. Bugünden bakıldığında, 1991'in Twitter'ı sendika binasına gelip söz alan işçilerin hoparlörlerdeki sesleridir.
3 Ocak 1991 tarihi geldiğinde, sendika yetkililerinin hükümetle görüşmelerinden sonuç çıkmamıştır, Zonguldak işçileri 1 ayı aşkın süredir maaşlarını alamamaktadır, kış çöker, eylemlere katılan işçilerin bir kısmı işyerinden kovulur ancak, erzak yardımları ve halkın grevdekilerle dayanışması hareketin yarım kalmayacağının habercisidir. Dünyanın uzak uçlarındaki işçiler dahi Zonguldak'taki greve sessiz kalmaz. Öyle ki, hükümet kömür ihtiyacını karşılamak için yurt dışından kömür ithali yapmaya karar verir; ancak Avustralya ve Güney Afrika'da kömür gemilere yükleneceği sırada liman işçileri dayanışma içinde yüklemeye direniş gösterir ve gemiler Türkiye'ye boş döner.
Genel Maden-İş'in bağlı olduğu Türk-İş 3 Ocak 1991'de Türkiye çapında 1 günlük genel grev kararı almıştır. Zonguldak'ta sendika, genel grevi sürdürebilmek amacıyla 4 Ocak'ta toplu halde Ankara'ya gitmeye karar verir. Ancak Ankara'ya gitmek için İstanbul'dan beklenen 1150 otobüs hiç gelmeyecektir. Şemsi Denizer 4 Ocak sabahı 10.30'da madencilerin toplandığı meydana bakar ve : "Arabalarımızı engellediler. Arabayla gidemiyoruz. Ama ayaklarımız var. Yürüyeceğiz." açıklamasını yapar.
Yürüyüşün tanıkları 300 km'lik yolu yürümeye saatler içinde karar verildiğini, sendika dahil hiçbir kurumun veya işçinin yürüyüşe yönelik örgütlenmediğini belirtmektedir. 4 Ocak öğleden sonraya kadar, Zonguldak'taki birçok evden işçilere battaniye, ayakkabı gibi ihtiyaçlar sağlanır. Şemsi Denizer, yürüyüşe katılmaya kararlı olan madenci eşlerine Zonguldak'ta kalmalarını söyler, ancak kadınlar bu öneriyi dinlemeyecek ve yürüyüşün en önemli aktörlerinden biri haline gelecektir. Yürüyüş başlar ve kitle çevre ilçelerden geçtikçe katlanarak büyür. Yaklaşık 100 bin kişi Ankara'ya yürümektedir…
1. Gün (4 Ocak 1991)
Genel Maden-İş yöneticileri, kitleyi hızla konvoylara ayırır, her madenci kendi ocağındakilerle yürüyecektir. Her konvoya sorumlular atanır ve gruplara, tanınmadığı kişileri aralarına almamaları uyarısı yapılır. Bu şekilde yürüyüşte herhangi bir provokasyon olmaması sağlanır ve kortej, hiçbir karışıklık çıkmadan 5 gün boyunca yürür.
Madenciler, şehre 15 km uzaklıktaki Karamanlar Köyü'nde ilk molasını verir. Mola bitip yola devam edilirken ilk barikatla karşılaşırlar ancak bu barikat, madencileri durdurmaya yetmeyecektir. Akşam saatlerinde 10 km daha yürüdükten sonra, Devrek'e ulaşır ve geceyi burada geçirirler. Devrek halkının büyük çoğunluğu evlerini madencilere açarak yürüyüşe büyük destek verir. Bu sırada Ankara'nın Çankaya'sında madencilerin geldiği haberinin ardından, olağanüstü güvenlik önlemleri alınır.
Türk-İş ve Başkanı Şevket Yılmaz, yürüyüşe ilk etapta tepki verir. Denizer, "Türk işçi hareketinin önündeki en büyük engellerden birisi Şevket Yılmaz'dır." der. Yılmaz'ın cevabı ise yürüyüşün, 3 Ocak genel grevi sonrası hükümetle pazarlığa gölge düşürebileceği olur.
2. Gün (5 Ocak 1991)
5 Ocak sabahı Şemsi Denizer, kendi aracıyla Başbakan Yıldırım Akbulut'la görüşmek üzere Bolu'ya gider. Görüşmede Akbulut, madenlerin işçilere devredilmesini önerir. Sendikanın devir konusundaki şartları ise şöyledir:
Türkiye Kömür İşletmeleri'nin bütün borçlarını devlet üstlenecek.
Kıdem tazminatlarını devlet bir hesapta bloke edecek.
Madencilerin koşullarını iyileştirmek için devlet, harcama yapacak.
Madenden çıkan kömürün tonu 30 lira yerine 100 liradan satılacak.
Hükümet şartları kabul etmez ve görüşme tıkanır.
Madencilerse Devrek'ten çıkarak yollarına devam eder. Birkaç kilometre sonra Dorukhan Tüneli'ne ulaşan madenciler, bir barikatla daha karşılaşır. Vali ve kolluk kuvvetleriyle görüşmeler sonucu bu barikat da aşılır.
Başbakanla görüştükten sonra korteje geri dönen Denizer, işçilere toplantıyı şöyle anlatmaktadır:
“Görüşme falan yok… Görüşmek için ön şart öne sürdüler… Yürüyüşü bitirin gelin dediler… Para filan vermeyiz, teklif de sunmuyoruz; yürüyüş sırasında olabilecek her şeyden siz sorumlusunuz dediler."
Yürüyüş Mengen'e ulaşmıştır. 5 Ocak Salı günü 40 km daha kat edilmiştir.
3. Gün (6 Ocak 1991)
Madenciler Ankara'ya yaklaşmaktadır, gerilerinde 70 km yol bırakırlar. Ancak bir gün öncesinde Zonguldak'tan gönderilen ilaç, battaniye, gıda gibi ihtiyaçların madencilere ulaşması kolluk kuvvetleri tarafından engellenir.
Hükümetin Denizer'e Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı İmret Aykut aracılığıyla gönderdiği not nettir: "Yürüyüşü bitirmezseniz, sizinle görüşmeyeceğiz." Aynı anda Turgut Özal, Denizer'i kast ederek "O zatla görüşülmez" açıklamasını yapar.
Sendika bürokratları toplanır ve yürüyüşün geleceğine dair kısa bir toplantı yapar. Saat 10.00 sıralarında eyleme katılan kadınlar Mengen'deki bir düğün salonunda toplanır. Denizer, kadınlara Zonguldak'a dönüp dönmeyeceklerini sorduğunda aldığı cevap "Ölmek var, dönmek yok!" sloganıdır.
Aynı anda Meclisteki ANAP sıralarından Türk-İş'in 3 Ocak Grevi'nin toplu iş sözleşmesi kanunlarına aykırı olduğu için sendikanın kapatılması gerektiğine dair sesler yükselmektedir.
4. Gün (7 Ocak 1991)
Mengen'den sonraki durak Gerede'dir. Ancak ilçeye ulaşmadan üçüncü barikatla madencilerin önü kesilir. Bu kez çıkan arbede de barikat önünde bekleyen işçilerden 201'i göz altına alınır.
Öte yandan Bakanlar Kurulu toplantısında İmren Aykut, Başbakan'ın aksine yürüyüş devam etse dahi Denizer ile görüşebileceğini beyan eder.
Madenciler Mengen'e geri dönerek sendika, partiler ve hükümet arasındaki görüşmelerin sonucunu beklemeye koyulur.
5. Gün (8 Ocak 1991)
Madencilerin Mengen'deki bekleyişi, Ankara'ya gitmek üzere yola çıkacak olan Denizer'in konuşmasıyla son bulur. Denizer, karşısında Ankara'ya yürümeye kararlı duran kitleyi görür ve belediye binasının balkonuna çıkarak işçilere seslenie. Her zaman yaptığı gibi işçilere "Canlarım, ciğerlerim" diyerek söze başlar ve devam eder:
"İşçiler hak arama mücadelesinin dışına çıkmazlar. Aralarına kışkırtıcı sokulsa da. … İşçi-sendika bütünlüğü içinde, disiplin kurarak kenetlendik. … Başarı, disiplin, güven, bunu siz yarattınız. Türkiye işçi sınıfı, emekçi halkı, sizinle övünüyorum. Eylem amaçlıdır. Yürüyüş planımız, anlaşma ortamı yaratmaktı. Bugün Yönetim Kurulu ile Ankara’ya gidiyorum. Üç gün Zonguldak’a gelemiyorum.
İşçiler: Biz buradayız.
Denizer: Şimdi biz önceden planladık. İşareti ben veririm demiştim. Bana inanıyor musunuz?
İşçiler: Evet.
Denizer: Bana güveniyor musunuz?
İşçiler: Evet. Gemileri yaktık, geri dönüş yok.
Denizer: Yürüyüş eylemi bitmiştir. Sizler Zonguldak’a dönüyorsunuz.
Bir kadın: Hayır başkan, hayır, geri dönüş yok.
İşçiler: Geri dönüş yok. Başkan ne derse onu yaparız.
Denizer: … Ben böyle istiyorum. Suçlayacaksanız beni suçlayın. Genel başkan olarak konuşuyorum. … Anlaşma ortamı yarattık. (Eliyle geri dönüş yok diyenleri işaret ederek) Kışkırtıcılar seslerini kessin. Maden işçileri oyuna gelmez.
İşçiler: Başkan ne derse o olur.”
Konuşmanın ardından Denizer Ankara'ya yola çıkar, madenciler ise Zonguldak'a döner. Büyük Madenci Yürüyüşü, kesin kazanımlara ulaşamamıştır ancak, Türkiye tarihinin en geniş çaplı işçi yürüyüşü olma özelliğini koruyacaktır.
(Kaynak: Hafıza kaydı)