ÇEVİRİ – Kathrin HARTMANN’ın Freitag gazetesi için Rob WALLACE ile yaptığı röportajı Cengiz ONUR çevirdi. Günümüzde enfeksiyonlar, giderek daha fazla salgın hastalık boyutlarına ulaşmaktadır. Wallace’a göre bunun nedeni dünya çapında azalan biyoçeşitlilik, aşırı toprak kullanımı ve devasa boyutlarda hayvancılık, yani kapitalizm.
Epidemiyolog ve biyolog Rob Wallace, korona salgınının kapitalizm, tarım endüstrisi ve doğanın aşırı sömürülmesiyle yakından ilişkili olduğunu söylüyor.
İnsanlığın yerleşik tarım uygulamasından bu yana salgın hastalıklar var. Günümüzde enfeksiyonlar, giderek daha fazla salgın hastalık boyutlarına ulaşmaktadır. Neden? Rob Wallace’ın bununla ilgili bir tezi var: Ona göre bunun nedeni dünya çapında azalan biyoçeşitlilik, aşırı toprak kullanımı ve devasa boyutlarda hayvancılık, yani kapitalizm.
Kendisinin konuyla ilgili çok tanınan iki kitabı mevcut.
- Dead Epidemiologists: On the Origins of COVID-19 (İngilizce / Monthly Review Press,U.S. / 20. Ekim 2020)
- Was COVID-19 mit der ökologischen Krise, dem Raubbau an der Natur und dem Agrobusiness zu tun hat (Almanca / PapyRossa Verlag; 1. Edition 24. Temmuz 2020)
Gazeteci/Yazar Kathrin Hartmann’ın Rob Wallace ile yaptığı bu röportaj 22.10.2020 tarihinde, Almanya’da haftalık çıkan Freitag gazetesinin 43. sayısında yayınlanmıştır.
https://www.freitag.de/autoren/der-freitag/wir-koennen-einpacken
Kathrin Hartmann: Bay Wallace, 1970’den beri WWF’nin Yaşayan Gezegen Raporuna göre memelilerin, kuşların, balıkların, amfibilerin ve sürüngenlerin yüzde 68’i ortadan kayboldu. Bu bizim için ne anlama geliyor?
Rob Wallace: Bu, her şey bir anda bitiverir anlamına gelir! Bu sayı on yıldır dolaşıyor. Fakat biz hala doğaya sanki kendimize sonsuz hizmet verebilen tükenmez bir buzdolabı gibi bakmaya devam ediyoruz.
Bu, sömürgeciliğin devamıdır: küresel kuzey, küresel güneydeki tüm hammaddeleri çalıyor ve bu eşitsiz ekolojik değişimin sonuçlarını ona yüklüyor. Bunun dramatik sonuçları var. En bariz olanı iklim değişikliğidir. Ancak uzun bir süredir bu soygunun pandemilere yol açtığını biliyoruz.
Rapor, türlerin yok olmasından yoğun uygulanan tarımı sorumlu tutuyor. Bu, virüslerin ortaya çıkmasının nedeni olarak da görülüyor.
Piyasa odaklı tarım ve şirketler, son balta girmemiş ormanlara da girmeye başladı. Yeni insan patojenlerinin yüzde 60’ından fazlası vahşi hayvanlardan geliyor. Yağmur ormanları gibi karmaşık ekosistemler, bu tür virüsleri kontrol altında tutar ve yayılmalarını sınırlar. Biyolojik çeşitlilik yok edilirse, patojenler yöredeki insanlara ve çiftlik hayvanlarına sıçrarlar.
Oradan küresel seyahat ağına ve kısa sürede Çin’deki bir mağaradan Miami Beach’e girerler. Ormansızlaşmayı, sanayi tarımını ve et üretimini teşvik eden ve böylece yeni hastalıkların ortaya çıkmasını sağlayan şey küresel sermaye ve mal trafiğidir. Bu bağlamda en kötü hastalık kaynakların kaynakları Hong Kong, Londra ve New York’tur.
Neden?
Bu merkezler ormansızlaşmayı ve tarımsal ticareti finanse ediyor. Kuş gribini ele alın. H5N1 ilk olarak 1996 yılında Çin’in Guangdong eyaletinde ortaya çıktı. 1997’de Hong Kong’da patlak verdiğinde ve insanlar öldüğünde, bu bir şok yaratmıştı. Kümes hayvancılığı ve çiftçilik faaliyetleriyle yeni grip ve SARS türleri üreten anakaradaki Çinlilerin, Hong Kong‘daki epidemiye neden oldukları söyleniyordu. Aslında o dönemler, Hong Kong’dan gelen doğrudan dış yatırımların beşte dördü, kümesçiliği de içeren yatırımlar dahil olmak üzere, Çin’e akıyordu. Çin’de kümes hayvanı eti üretimi, 1985’ten itibaren yılda 1,7 milyondan 13 milyon tona çıkmıştır.
Hükümetler ve WHO (Dünya Sağlık Örgütü), Covid-19 senaryosuna benzer pandemileri simüle etti. Neden bu kadar kötü hazırlıklıydık?
Son 20 yıldır neredeyse her yıl H1N1, H7N9, SARS, MERS, Ebola Makona, Zika ve diğer birçok yeni virüs ortaya çıktı.
Bu uyarılara rağmen araştırmacılar bunun altında yatan gerçek karşısında kör kalmaktadırlar.
Burada sadece tek bir patojene odaklanılıyor ve hastalıkların dinamiğinin kendimizi toplum olarak nasıl organize etmemize bağlı olduğu gözlerden kaçıyor. Elbette genetik ve klinik çalışmalar önemli, klasik bilimi reddetmiyoruz.
Fakat bu sınırlıdır: Salgını durdurmak için çalışılıyor, ancak bu yalnızca buna neden olan sistemin devam edebileceği noktaya kadar sürdürülüyor. Neoliberal koşullar altında, epidemiyologlara pisliği temizlemek için ödeme yapılır. Bu nedenle araştırma grubum ve ben politik viroloji ile ilgileniyoruz: Bizler biyolojik, sosyal ve ekonomik koşulların nasıl bağlantılı olduğunu araştırıyoruz.
“Neoliberal hastalık gelişimi” ile ilgili alan teoriniz somut olarak ne göstermektedir?
2009’da Meksika’da patlak veren H1N1 domuz gribine, Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’ndan esinlenerek NAFTA gribi adını verdik. 1994’te Meksika ve ABD sınırlarını ticarete açmıştı ve ABD şirketleri Meksika pazarına et boca etti. Bu, yerel gıda sistemlerini yok etti ve sanayileşmiş tarımı teşvik etti. Böylece H1N1 Mexico City, ABD ve oradan tüm dünyaya yayıldı.
2013’te Batı Afrika’da patlak veren Ebola Makona virüsüne neoliberal Ebola diyorsunuz. Neden?
Virüsün kendisi değişmedi. Fakat aslında bir ya da iki köyü etkisiz hale getiren bir virüs – ki bu bile yeterince kötü bir durumdur – nasıl oldu da 35.000 insana bulaştı ve 11.000 kişiyi öldürdü? Ebola’nın azgınca kol gezdiği Gine, Liberya ve Sierra Leone yapısal uyum programlarına tabi tutulan ülkeler arasında yer alıyor. Bu programlar, bu ülkeleri sağlık sistemi harcamalarını kısmaya ve ekosistemleri şirketlere açmaya zorladılar. Tehlikeli patojenler içeren karmaşık ormanlar, palmiye yağı gibi ürün veren monokültürler için dümdüz edildiler. Hayatta kalan patojen taşıyıcı hayvanlar en iyi gelişme ortamına böyle sahip olabilirler. Örneğin Ebola virüsünü taşıyan yarasalar. Yarasalar; rekabet ve yırtıcıların olmadığı endüstriyel plantasyonlara taşınıyorlar, böylelikle insanlarla karşılaşma olasılıkları artıyor ve bu, patojenlerin bulaşma hızını aşırı derecede arttırıyor.
Covid-19 ile de böyle bağlantılar var mı?
Rob Wallace: 2008 yılında ekonomik krizin patlak vermesinden sonra, yatırımcı firmalar ellerinde bulundurdukları varlıkları çeşitlendirdiler. Goldman Sachs, tarım sektörünü keşfetti ve Çinli bir tarım şirketi olan Shuanghui Development’in yüzde 60 hissesini satın aldı. Bunu, dünyanın en büyük domuz eti üreticisi olan Smithfield Foods satın almıştı. Buna karşılık Goldman Sachs, Wuhan’ın komşu illerinde kümes hayvanları ve domuz çiftlikleri satın aldı. Orada, şehirde tüketilmek için yakalanan yabani hayvanlar, çeşitli SARS virüs suşları taşıyan yarasalara doğru kaçınılmaz olarak yaklaştırılmaktadırlar. Küresel sermaye döngüleri, SARS virüsü türlerinin ortaya çıktığı ekolojik değişimlerde temel bir rol oynadı.
Virüsün kaynağı olduğuna inanılan Wuhan’daki yabani hayvan pazarı, ırkçı bir biçimde yarasa çorbası gibi yiyeceklere indirgendi. Bu pazarlar gerçekten ne gibi bir rol oynuyor?
Faşistler ve liberaller için yarasa çorbası ırkçı bir Pavlovcu reflekstir. Asıl sorun; yabani hayvanların yerel halkın asıl gıdası olmaktan öte, sanayileşmiş bir meta haline gelmesidir. Bunlar karanlık sokaklardaki kamyonlarda değil, Wuhan’ın en büyük pazarında gurme restoranlarda satılıyorlar. Yoğun et üretimi kırsal bölgelere yayıldığı için yabani et sağlayan işletmeler son stokları yağmalamak için ormanların derinliklerine iniyorlar. Bu iki kârlı iş modeli aynı para kaynaklarından beslenmektedir.
ABD Başkanı Trump hala “Çin virüsünden” bahsediyor …
Trump’ın ırkçılığı, pandemi tiyatrosunun bir parçasıdır. ABD’de kamu sağlığı, son 40 yılda büyük ölçüde terk edildi. Böylece Covid-19 salgınına karşı savunmasız kaldık ve tarihin en zengin ülkesinde 200.000 ölümden yakınıyoruz. Buradan ABD Çin’i suçluyor, Çin’de bunun tam tersinden aynısını yapıyor. Sorumluluktan kaçmak için bir soğuk savaş sahneleniyor. Bu tiyatro, burjuvazinin amacına hizmet eden saptırıcı bir manevradır. Gerçekte Goldman Sachs’ta gördüğümüz gibi, rakip devletler ve sermaye, ormanları birlikte kesmektedirler.
Siz ayrıca et üretimini de pandemilerin patlak vermesinden sorumlu tutuyorsunuz.
Çiftlik hayvanlarının geliştirilmesinden kesim ve satışa kadar her adım endüstri için artı değer yaratmaya uyarlanmıştır. Bu, hastalıkların bulaşmasını yavaşlatan bağışıklık bariyerlerini ortadan kaldırmaktadır. Doğal üremeye izin verilmiyor ve doğal seleksiyon engelleniyor. Çok fazla hayvanı birbirine yakın tutmak, bağışıklık sistemlerini zayıflatır. Onlar artık doğa değil, inşa ettiğimiz bir tedarik hattındaki nesneler, neredeyse Siborg’lardır.(1)
Siborg’lar mı?
Domuz yetiştirenlerin patojenlerin ana domuzdan yavrulara geçmesini nasıl engellediğini biliyor musunuz? Sözde spesifik olan patojensiz üretim ile. Anneyi öldürüp rahmini ve Fetüsünü keserler, domuz yavrularını kuluçka makinelerinde büyütülürler. Yani, patojenlerin ekonomize edilmiş modellerinden kaçmasını istemiyorlar. Bunu değiştirmek yerine, ölümcül hastalıklara neden olan bir modeli korumak için dehşet verici müdahalelerde bulunuyorlar. Bunun adına da “biyogüvenlik” diyorlar.
Bu, denen bu kadar kârlıdır?
Maliyetler dışsallaştırılmaktadır. Tyson Foods gibi şirketler onlarca yıldır kitlesel hayvancılığın hastalığa neden olduğunu biliyorlar. Bu yüzden yetiştirmeyi sözleşmeli çiftçilere yönlendirdiler. Bu çiftçiler ahırları şirketlerin talimatlarına göre inşa edip kişisel kredilerle finanse etmek ve de hayvan ve yemleri bu şirketlerden almak zorundadırlar. Eğer çiftliklerinde hastalık patlarsa, kayıplara şirketler değil, kendileri katlanmak zorundadırlar. 2015 yılında, H5N1 ABD’deki kümes hayvanı çiftliklerinde patlak verdiğinde, çiftçiler virüs tarafından doğrudan öldürülen hayvanların masraflarını üstlendiler ve vatandaşın vergi paralarıyla da itlaf edilenlerin masrafları karşılandı.
WWF gibi doğa koruma kuruluşları, ekosistemleri korumak için tarım şirketleriyle iş birliği yapmaktadırlar. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bazı STK’ların küresel güneyde tarım endüstrisi tarafından finanse edilen programları vardır. Buna “arazi tasarrufu” da dahildir: Arazi, yoğun tarım ve koruma altındaki alanlar olarak bölünmektedir. Yerli halklar ve köylü kadınlar yerlerinden kovulmakta ve tarlalarda sert koşullar altında çalışmaya zorlanmaktadırlar. Burada en kötü neo-sömürgeci müdahaleler yeşil renkle yıkanmakta ve statükoya uyum da “eko-pragmatizm” olarak lanse edilmektedir. Gezegeni yok eden şirketlerin kurtarıcı olduklarının zannedilmesini sağlayan gözbağcılık, çiftçileri ve tüketicileri bu ideolojinin hedefi haline getirmektedir.
Ne yapmak zorundayız?
Gıda üretimini ve doğaya el koymayı sermayenin etkisinden çıkarmalıyız. Yaşam kaynaklarımızı koruyan farklı bir tarıma ihtiyacımız var. Ortak mallarla ve sürdürülebilir yoğunlaştırma gibi; modern teknoloji ile kimyasal girdi kullanmadan daha fazla çeşitlilik, daha yüksek verim sağlayan ve biyoçeşitliliği koruyan tarımsal-ekolojik yöntemlerle. Güzel ve ışıldıyan her şeye bağımlı olarak yaşayan ve nefes alan yaratıklar olarak tavır göstermeliyiz.
(1) https://tr.wikipedia.org/wiki/Siborg
Çevirenin (Cengiz ONUR) Notu:
Bir hatırlatma ve kısa bir yorum
27.06.2020 tarihinde “Endüstriyel tarım ve tabiatın tahribi” başlıklı yazı dizisinin ilk bölümünde kürk üretimi konusunda kapitalizmin doğaya/hayvanlara karşı nasıl bir imha gerçekleştirdiğine dair Danimarka’dan da örnekler sunulmuştu.(1) Vizon’ların da dar bir alanda türüne ve doğasına uygun olmayan anormal/aykırı koşullarda, yani çiftlik ortamında büyük sayıda tutulması durumunda bunun patolojik salgın hastalıkları üretilebileceğine, yayabileceğine değinilmişti.
Hatta bununda ötesinde bu koşullar altında SARS-CoV-2’nin bir mutasyondan geçip gelecekte başka bir isim altında tekrar insanlığın karşısına dikilmesinin normal bir gelişme olabileceğine değinilmişti.
Yazımdaki bu iddia gerçekten de dört ay kadar sonra, Kasım ayı başlarında, bir gerçekliğe dönüşerek bomba gibi patladı ve dünya kamuoyunu bir anda, bu vizon çiftliklerinden çıkan ve adına „Cluster 5“ konulan mutasyondan geçmiş yeni Corona virüsü ile burun buruna getirdi. Buradaki en büyük korku; vizonlardan insanlara da geçen „Cluster 5“ in büyük ümitler bağlanan Covid-19 aşılarını etkisiz hale getirmesi olasılığıydı. Bu mutasyonun ertesinde bazı insanlarda antikorlara duyarlılığı azalmış virüslerin bulunması, durumu daha ciddi boyutlara taşıdı(2) (3) Böylece, kapitalist sistemin burnumuzun dibinde, Avrupa’nın ortasında yıllarca Polonya ve Hollanda gibi ülkelerde de pandemilerle oynadığı ve bunların da pimini çektiği ortaya çıktı.(4) İşte Covid-19 ve pandemi konusunun; ilkel ve demagojik söylemlerle sadece Wuhan’a ve yarasa çorbasına indirgenemeyeceğinin güzel bir örneği daha.
“Cluster 5” gibi bir mutasyonun olabileceğini tahmin etmek için ne falcı, ne dahi ne de çok zeki olmak gerekli. Yıllardan beri açıklanan bilimsel verilere biraz göz atmak ve bunları ciddiye almak yeterli; görünen köy kılavuz istemez. Bütün dünyada bu konular üzerinde profesyonel ve bilimsel olarak çalışan, yıllardan beri tehlike çanlarını çalan, yüzlerce tutarlı araştırmacı var. Buradaki püf noktası; bu gelişmelerden gelecek için hangi önlem ve tavırların geliştirilmesi gerektiğidir. Bu da kesinlikle Rob Wallace’in ve daha başka bilim insanlarının yaptığı gibi dünyaya egemen olan kapitalist sistemi sorgulamaktan, yargılamaktan ve bertaraf etmeyi istemekten geçmektedir. Rob Wallace’in dediği gibi: “Ormansızlaşma, sanayi tarımını ve et üretimini teşvik eden ve böylece yeni hastalıkların ortaya çıkmasını sağlayan şey küresel sermaye ve mal akışıdır.”
Fakat Danimarka´daki politikacıların ve çiftçilerin kamera karşısında ağlayıp(5) zırlamalarından da görülmektedir ki, mevzunun boyutları hala kavranabilmiş değil veya kavranmak istenmiyor. Ne demişti Rob Wallace: “Salgını durdurmak için çalışılıyor, ancak bu yalnızca buna neden olan sistemin devam edebileceği noktaya kadar sürdürülüyor.”
Buradaki başka ilginç bir nokta, itlaf konusunda, yani milyonlarca canlının kitlesel halde imha edilmesi konusundaki tavır ve yorumlar… Sanki sanayi tarımında, pandeminin olmadığı bir dönemde, anormal ve gaddarca koşullarda üretilen hayvanların öldürülmesi kabul edilebilir normal bir durummuş gibi bir vurdumduymazlık var burada. Sonuçta itlaf olsun veya olmasın, yine milyonlarca hayvana kıyılıyor. Sistem sonuçta burada doğanın bir parçası olan hayvanlara, röportajda değinildiği gibi siborg muamelesi yapıyor.
Evet, bu sistem dünyaya hâkim olduğu sürece pandemi konusunda da tehlike çanları çalmaya devam edecek ve ediyor. Almanya’da SARS-Corona virüsü konusunda ciddi neticeler sunan, dünya çapında sayılı araştırmacılardan biri olan Profesör Dr. Christian Drosten, son günlerde ileride gelebilecek başka bir pandemi adayına dikkatleri çekti: MERS-Coronavirusü (MERS-CoV). Bu virüs hakkında SARS-Corona virüsüne nazaran elde çok daha az bilginin mevcut olmasından ötürü; Prof. Drosten araştırmalarını bu tarafa yönlendireceğini açıkladı.
Corona soyundan gelen bu virüsün varlığı ilk defa olarak Cidde/Suudi Arabistan’da Dr. Ali Mohamed Zaki tarafından(6) ispatlanmıştı, zaten MERS ismi de buradan kaynaklanıyor (Middle East Respiratory Syndrome/Orta Doğu solunum sendromu). MERS’ in fatalitesi, iç organlarda yarattığı tahribat Sars-CoV2’ e nazaran çok daha yüksek, virüse yakalanan insanların %35 kadarı ölüyor. Semptomlarının soğuk algınlığına, gripe ve Sars-CoV2’e benzemesi ve kendisine karşı bir aşının geliştirilememiş olması; patlamaya hazır bir pandeminin kötü alametleri.(7) Şu anda bilim insanlarının elinde olan tek güvence ve “teselli” MERS´in henüz Sars-CoV2 gibi bulaşıcı ve başarılı olmamasında yatıyor. Fakat bu durumun değişmeyeceğine dair, yani MERS’inde akrabası SARS gibi mutasyondan geçip Sars-CoV2’e dönüşmeyeceğinin, yani MERS-CoV2 olmayacağının ve aynı Sars-CoV2 gibi mükemmel bulaşma kabiliyetine ulaşmayacağının, bir anda bütün dünyayı sarmayacağının garantisi yok.
Bu yılın başlarında dünya nüfusunun ezici bir çoğunluğu böyle bir felaketle mücadele etmek zorunda kalacağını tahmin etmemişti. İnsanlık, bu felaketi doğuran ve teşvik eden kapitalist sistemi ciddi bir şekilde sorgulamadığı sürece, bir felaketten başka bir felakete koşma kaderinden kurtulamayacaktır. Ve bir gün Rob Wallace’in dediği gibi „Her şey bir anda bitiverir!”
(1) http://siyasihaber5.org/endustriyel-tarim-ve-tabiatin-tahribi-1
(2) https://www.youtube.com/watch?v=Y7TiTmNAr9E
(4) https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-55016531
(6) https://www.nejm.org/doi/full/10.1056/nejmoa1211721
(7) https://hsgm.saglik.gov.tr/tr/bulasici-hastaliklar/mers-co-v/mers-cov-liste/mers-co-v.html