SEÇTİKLERİMİZ – Figen YÜKSEKDAĞ Yeni Yaşam için yazdı: Korku dediğin tek değil. İyisi var, kötüsü var, türlü çeşitlisi var. Hak yemekten, kana girmekten, Allah’tan korkmak iyi mesela. Bir de halktan, adaletten, gerçekten, cesaretten korkanlar olur ki bunlar iktidarlardır. Bizim asıl konumuz ise iktidarların kadın korkusu.
Korku dediğin tek değil. İyisi var, kötüsü var, türlü çeşitlisi var. Hak yemekten, kana girmekten, Allah’tan korkmak iyi mesela. Bir de halktan, adaletten, gerçekten, cesaretten korkanlar olur ki bunlar iktidarlardır. Bizim asıl konumuz ise iktidarların kadın korkusu. Bu da korku mefhumunun, son dönemde yükselen türevi. İktidarı elinde tutanlar arada bir korkmuyormuş gibi yaparlar ama aldanmayın siz. Bazen açık bazen kalleşçe her saldırdıklarında o korkuyla tutuşmuş hallerini görürsünüz. Siyasal korkunun, nefretle karşılıklı ve hastalıklı ilişkisini de unutmayalım. Gerçi unutmamıza pek de fırsat olmuyor.
27 Kasım sabahı kaldığımız hücreden hallice odalar basılıp, yeni bir siyasi operasyona daha maruz kaldığımızda, iktidarın kadın korkusu ve nefreti, bütün aleniyetiyle karşımızdaydı. Bilmem ne mahkemesi kararı, bilmem ne soruşturması… Emin olun bunların hiçbir önemi yok. Sadace şu kadarını söyleyeyim; bizleri hapiste tutmak için atmadıkları takla, hukuka attırmadıkları takla kalmadı. Uyduruk suç istinatlarının ardı arkası gelmiyor. Dışarıda operasyon yapamıyorlarsa içeride yapıyorlar. Cezaevinde ve zulüm altında olmamız da kesmiyor nefretlerini, korkularını dindirmiyor. “Daha fazla, daha fazla zulüm-işkence” diye histeriye tutuluyor, hırsta ve kötülükte kendilerini kaybediyorlar. Bütün bunların başlıca sebebi ise erkek şiddetinin ve faşizmin hükmüyle yönetilen bir dünyada kadın ve özgürlük adına siyaset yapacak kadar gözü kara olmak. Diğer deyişle, kara gözümüzden biz suçluyuz!
Tam da Kadına Dönük Şiddete Karşı Mücadele Günü ve haftası eylemleri, etkinlikleri sürerken, hapiste siyasi şiddete uğramamızın tesadüf olmadığıdır. Psikolojik harp duayeni sayıyorlar ya kendilerini, bu tip “artistik” mesajlar vermekten vazgeçmiyorlar. Ama onların algı yönetme, baskı yaratma oyunlarını bir yana bırakırsak, kadına karşı toplumsal ve politik şiddet çağ atlıyor. Karanlık çağa tabi… Bu karanlık devranın hücum kıtalarını durmadan saldırıya sevkedense, evde-ailede ve siyasette-kamusal yaşamda iktidarlarını kaybediyor oluşları. Böylesi muazzam bir güç, sınırsız hoyratlık, içi geçen ve eriyen erkek iktidarlarını koruyan sert kabuk. Ama o kabuk da çatlıyor zamanı geldiğinde; ve içinde gizlenen, erkeğin müzmin “iktidarsızlaşma” korkusu daha fazla sızıyor dışarıya.
Yoksa neden bizler birer hapishane hücresinde sadece aklımızla, yüreğimizle, inancımızla direnirken yazılı düşüncelerimizi, şiirlerimizi, öykülerimizi, mahkeme evraklarımızı, kitap notlarımızı, röportajlarımızı, şarkı sözlerimizi “ele geçirmek” için tantanalı operasyonlar yapsınlar? Bu operasyonda seçilmiş siyasetçilerin özel olarak hedeflenmesi kadın iradesine, temsiliyetine, özgür düşüncesine yönelik korku ve nefretin bir ifadesi. Sokakta kadın hareketinin, evde ve günlük yaşamda geniş bir kadın kitlesinin başından eksik olmayan şiddet, politik temsiliyet alanında çok daha katı ve intikamcı biçimlere bürünüyor. Uzun süredir hapishanelerde rehin alınmış yüzlerce kadın siyasetçi, cins bilinçleri ve direnişleri nedeniyle kat kat fazla cezalandırılıyor. Eşit temsiliyet, eşbaşkanlık sistemini savunmak ve uygulamak, zaten tek başına cezalandırma sebebi.
Bir taraftan hiç ar etmeden Türkiye’de Kadının Seçme ve Seçilme Özgürlüğü Günü’nü kutladılar. Zira ne kadar rezalet olsa da “gösteri devam etmeli”ydi. Bizler gaspedilen özgürlük sözlerimizin, hafıza defterlerimizin; “tutuklanan” şiirlerin, öykülerin, billur sarayların efendileri ve hanım-efendileri seyirlik oyunlar peşindeydi. Bize bitmeyen bir hışımla “Aklınızdan bile geçirmeyin” harekatı düzenleyenler, kadın düşüncesinin, hafızasının yaratıcılığının tutsak edilebileceğini sanıyor belli ki. Zihnimizden çıkan kelimelerin ruhundan, anlamından, enerjisinden korkuyorlar hala. Bu korkudan doğan hırsları, nefretleri, her gün daha bitap düşürüyor onları.
Oysa bütün korku kalelerini, çiğnediği özgürlük yolları gibi bilen, vura vura devirmediğiniz, intikam ala ala bitiremediğiniz kadınlar sadece buralarda değil artık her yerde var. Demem o ki; kadınlardan bu kadar korkmayın efendiler ve hanım-efendiler! Daha fazla batmayın…
Figen YÜKSEKDAĞ’ın Yeni Yaşam Gazetesi’ndeki yazısının tamamını okumak için TIKLAYIN