Öznur AĞIRBAŞLI yazdı – Che 9 Ekim 1967’de öldürüldü. Özellikle 1968 Mayıs’ındaki öğrenci hareketlerinde güçlü bir başkaldırı ve devrim sembolü olarak ortaya çıktı. Bu etki günümüzde de sürmektedir. Commandante Che Guevara halen dünyanın her yerindeki devrimcilere ilham vermeye devam etmektedir.
Ekim ayı dünya devrim ve sosyalizm mücadelesinde bir çok önemli kayıpların yaşandığı aylardan. Bu kayıplar arasında dünya çapında yarattığı etkiye bakarak Che Guevara’nın ayrı bir yeri var kuşkusuz. Gerek Türkiye’de gerekse dünyanın değişik yerlerinde onun devrime olan inancı, söylediği gibi yaşaması ve ölmesi, devrimden sonra bir bürokrat olmayı reddederek yeniden sıcak mücadeleye atılması vb. konular defalarca yazıldı çizildi. Dolayısıyla bu yazı Che hakkında özgün birşeyler yazma iddiasında değil. Böyle kısa bir yazıda onun sadece bir yönünden söz etme imkanı var.
Milliyetçilik enternasyonalizmle bağdaşmaz
Enternasyonalizm sosyalizmde içkin bir kavramdır. Bir insanın kendisini sosyalist olarak tarif etmesi aynı zamanda enternasyonalist olarak da tarif etmesi anlamına gelir. Milliyetçi bir sosyalizm mümkün değildir. Her ne kadar hala bazı insanlar kendilerini hem milliyetçi hem sosyalist veya hem Atatürkçü hem sosyalist olarak tarif etseler de bu sadece onların kuruntusudur. Sosyalizm sınıfların varlığını ve mücadelesini tarihin motor gücü olarak görür. Milliyetçilik gibi sınıfların varlığını kabul etmeyen ideolojilerle bir arada duramaz. Milliyetçilerin aksine Enternasyonalistler tesadüfen içine doğdukları toplulukların değil, bütün dünya halklarının mutluluğu ve refahı için mücadele ederler. Meseleye böyle bakınca devrimci mücadelenin hangi ülke sınırlarında yapıldığının bir önemi kalmaz. Bu artık olsa olsa taktik bir sorun olarak görülür.
Che Guevara’nın aktif devrimci mücadele ettiği 1950’li ve 60’lı yıllar bütün dünyada anti-emperyalizmin ve anti-sömürgeciliğin büyük bir yükseliş içinde olduğu yıllardı. Nitekim bugünkü Afrika ve Asya devletlerine bakıldığında çok büyük bir çoğunluğunun bu yirmi yıl içinde bağımsız oldukları görülür. Böylesi bir ortamda devrimcilerin kendi ulus devletlerinin sınırlarına sıkışmayıp başka ülke devrimcilerine destek olmaya gitmesi sık görülen olaylardandır. Hele Latin Amerika gibi bir ikisi hariç hepsinde İspanyolca konuşulan onlarca ülkenin olduğu bir coğrafyada bu çok daha yaygındı.
Latin halklarını tek bir çatı altında toplamak
1951’de tıp eğitimine ara verip Alberto Granado adlı arkadaşıyla birlikte motosikletle yaptığı ve Peru’ya kadar gidebildiği ilk Güney Amerika yolculuğu hayatında bir dönüm noktası oldu. Sol düşünceye zaten aşina olan Che, bu yolculuk sırasında yoksulluk ve siyasi baskıların tek bir ülkeye değil, bütün Latin Amerika’ya özgü olduğunu anladı. Böylece Latin halklarının tek bir çatı altında toplanmalarıyla kurtulabilecekleri fikrine ulaştı. Bundan sonra bütün yaşamını bu idealin gerçekleşmesine adadı.
Sierra Maestra’dan Küba Devrimi’nin liderliğine
Che enternasyonalist mücadeleye ilk adımını Guetamala’da attı. 1953’de tıp eğitimini tamamladıktan sonra ikinci kez çıktığı yolculuk Bolivya, Peru, Ekvador, Panama, Kosta Rika, Nikaragua, Honduras ve El Salvador'dan geçip Aralık ayının son günlerinde Guatemala'da son buldu. O sıralarda popülist bir hükûmetin başındaki Başkan Jacobo Arbenz Guzmán özellikle toprak reformu ve diğer değişikliklerle bir toplumsal devrim yapmaya çalışıyordu. Che hemen bu hareketi destekledi ve Arjantin’e dönmekten vazgeçti. Ancak kısa süre sonra Guzman Hükümeti CİA destekli bir darbe ile devrilince Meksika’ya geçti. Burada Kübalı göçmen devrimcilerle tanıştı. 1956’da Küba devrimine katılmak üzere Granma adlı yatın 82 yolcusundan Kübalı olmayan tek kişi olarak yola çıktı. Sierra Maestra dağlarını merkez alan 3 yıllık bir mücadeleden sonra Küba devriminin önde gelen birkaç liderinden biri oldu. Devrimden sonra sanayi bakanlığı, merkez bankası başkanlığı ve başka resmi görevler üstlense de aklı hep dünyanın diğer bölgelerindeki gerilla mücadelelerindeydi. Nitekim hemen devrimden sonra Panama ve Dominik Cumhuriyeti’ndeki gerillalara yardım gönderdi.
Che Kongo’ye geçiyor
24 Şubat 1965'te Cezayir'de, "İkinci Afrika-Asya Ekonomik Dayanışma Semineri"ndeki konuşmasında: "Ölümüne olan bu mücadelede hiçbir sınır yoktur. Dünyanın hiçbir yerinde meydana gelen olaylara kayıtsız kalamayız. Bir ülkenin emperyalizme karşı zaferi bizim zaferimizdir, aynı şekilde yenilgisi de bizim yenilgimizdir…Sosyalist ülkelerin, Batı'nın sömürgeci ülkeleriyle üstü kapalı işbirliğini tasfiye etmeleri ahlakî görevleridir" diyerek aslında kısa süre sonra yapacaklarının ipuçlarını verdi. Nitekim bu konuşmadan bir ay sonra Küba’daki bütün görevlerinden istifa ederek Kongo’ya geçti. Afrika'daki yoksulluğun ve emperyalizme karşı tepkilerin büyük bir devrim potansiyeline sahip görünmesi, Che'yi Afrika'nın emperyalizmin zayıf halkası olduğu sonucuna ulaştırdı. O da artık çabalarını Afrika'ya yönlendirmeye karar verdi. Buradaki çabaları özellikle kabileler arası sürtüşmelerden dolayı başarıya ulaşamadı. Kendisinde kronik astım hastalığı nüksedince Kongo’yu terk etti ve bir süre Doğu Almanya’da dinlendi.
9 Ekim 1967’de katledildi
1966’da Bolivya’ya geçen Che, burada küçük bir gerilla grubu oluşturdu. Başka bir yazının konusu olabilecek taktik hatalar sonucu hareket fazla gelişemedi. 8 Ekim 1967’de bir muhbirin ihbarı sonucu kampları basılınca yaralı olarak ele geçirildi. 9 Ekim günü katledildi.
Che, ölümünün hemen ardından uluslararası bir ikon haline geldi. Dünyanın her yerinde Che'nin öldürülmesini protesto eden gösteri yürüyüşleri yapıldı. Özellikle 1968 Mayıs’ındaki öğrenci hareketlerinde güçlü bir başkaldırı ve devrim sembolü olarak ortaya çıktı. Bu etki günümüzde de sürmektedir. Commandante Che Guevara halen dünyanın her yerindeki devrimcilere ilham vermeye devam etmektedir.