Doğan Özgüden ömrünün büyük çoğunluğunu sürgünde geçirirken Türkiye’de yaşanan antidemokratik, darbe süreçlerinde faşizan uygulamaların, baskıcı ve işkenceci anlayışın karşısında dimdik durmuş, durmaya da devam eden bir gazeteci.
Medeniyetler beşiği Anadolu aynı zamanda kültürlerin de kavşağı. Şairin şiirce seslendirdiği gibi “Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar.. Haraç salmışlar üstüne. Ne İskender takmış, ne şah ne sultan… Göçüp gitmişler, gölgesiz!” Kalanlar kimler mi olmuş? Kalanlar direnenler olmuş tabii. Direnenler kesinlikle kazananlardır, her zaman.
Bir insanın ömrü nedir ki, hele, yine şairden el alırsak, hani Havva ananın bile “dünkü çocuk sayıldığı” bu coğrafyada… Öyle değil ama öyle değil. Bir insanın ömrü kadar süre de belirleyici olur/olabilir doğruları, güzellikleri haykırmada. İğneyle kuyu kazar gibi, yılmadan, bıkmadan, usanmadan barış, demokrasi ve adalet yolunda mücadele etmek hem de sürgünde. Kolay olmasa gerek.
Doğan Özgüden (İnci Tuğsavul’u da katmalı yanına, hiç ayrılmadılar ki zaten), ömrünün büyük çoğunluğunu sürgünde geçirirken Türkiye’de yaşanan antidemokratik, darbe süreçlerinde faşizan uygulamaların, baskıcı ve işkenceci anlayışın karşısında dimdik durmuş, durmaya da devam eden bir gazeteci. Barış ve demokrasi savunucusu. Sahi, sormak gerekir, önce gazeteci mi, hak savunucusu mu? Her ikisini bir arada götürebilen biri Doğan Özgüden, biri diğerinin önüne geçmiyor, geçse de dengeleniyor bir süre sonra.
12 Mart’tan başlayarak…
Sürgüne 1971’de giden (gönderilen mi demeli, çünkü kendileri gitse de baskıcı iktidarların zorla gönderdiği, orada tuttuğu bilinen bir gerçek) Doğan Özgüden, ilk iş olarak Demokratik Direniş Hareketi’ni örgütlüyor ve özellikle olan biteni duyurmak için bildiriler kaleme alıyor, gazeteler çıkarıyor, toplantılar düzenliyor. İnci Tuğsavul da yanından hiç ayrılmadan koşturuyorlar.
“‘Vatansız’ Gazeteci”de yaşadıklarını, yaptıklarını, yapamadıklarını da anlatıyor Doğan Özgüden. İki kalın cilt olan kitap belki kendisinin hayatı olarak okunabilir. Ama muhakkak ki yakın Türkiye tarihi olarak inanılmaz değerli. Sonra “Sürgün Yazıları” geliyor. Üçüncü cildi yeni çıktı. 1980’den bu yana yazılarının, Türkiye’de sansürsüzce yayınlanması ancak bir elin parmakları sayısı kadar gazete/dergi/internet sayfasında olabilmiş.
Dışarıdan bakış (mı?)
Doğan Özgüden, sadece günceli yorumlamıyor. Müthiş bir birikimi olduğu, iyi bir belleğe (ve tabii ki düzenli olduğu apaçık) arşive de sahip olduğu kendisini gösteriyor. Konuyu ele alırken tarihin derinliklerinde kalmış olayları da anlatıyor ve böylelikle okurun bilgilenmesini, bilinçlenmesini sağalıyor. Yani sadece dışarıdan bakmıyor yaşananlara, içeriden, derinlikli anlamlar kazandırıyor.
2017 yılında Köln’de kurulan “Artıgerçek”te yazan Doğan Özgüden, bütün yazılarını (ne yazık ki, 1971 öncesi çeşitli gazete ve dergilerde çıkanları toparlayamadığının hüznünü de yansıtarak) sürekli olarak kitaplaştırıyor. Gazeteler kolay korunamazlar, zaten bir günlük ömürleri vardır, ama kitaplar kalıcıdır ve başvuru kaynağı olarak her zaman el altında tutulabilir… Özgüden, gazetecilikten gelen alışkanlığını, yazılarını kitaplaştıracak olsa bile, sürdürerek geçmişle bağlantılı olarak yazıyor. Yani okur odaklı bir yazar. Bir de, “ay ışığı ile eşeğin kuyruğu arasındaki diyalektik bağı” kuruyor. Bu bana göre gerçekten büyük önem taşıyor, böylelikle okurun da düşünmesini, aradaki bağı kolay kurmasını sağlıyor.
“Sürgünde kalıcı değiliz”
1971’de “sürgünde ne yapacaksınız” sorusuna kalıcı olmadıkları yanıtını veren, ama zorunluluğu süren bu durumun yılgınlığına kapılmadıkları için sürekli üreten Özgüden; Hanibal’in, Milattan Önce 183 yılında Anadolu’ya sürgünüyle başlattığı tarihte… Sultan Abdülhamit’in Namık Kemal, Tevfik Fikret gibi “hürriyetperver aydınlar”ı sürdüğünü, 1876’de Jön Türkler’in ikinci sürgün kuşağı olduğunu, kitlesel sürgünün ise 1895-96 soykırımında canlarını kurtarabilen Ermeniler olduğunu yazıyor.
“Özetle, ülkemiz tarihi, Osmanlı’da başlayıp cumhuriyet tarihinde de ardı arkası kesilmeyen Ermeni, Asuri, Grek, Kürt, Ezidi, Alevi soykırımlarıyla, Trakya’yı Yahudilerden temizleme operasyonuyla, Müslüman ve Türk olmayanları hedef alan Varlık Vergisi uygulamasıyla, 6-7 Eylül, Kahramanmaraş, Çorum, Sivas pogromlarıyla, bir sürgünler tarihidir” (s. 201) diyor. Tabii, hemen arkasından 1915’te İttihat Terakki’cilerin, 1919’da Spartakistler’in, 1924’te 150 kişinin sürgüne gönderildikten sonra 1927’de özel bir yasayla vatandaşlıktan da çıkarıldıklarını… İkinci Dünya Savaşının sonrasında da sürgünlerin devam ettiğini, 1971’de yurtdışına çıkanların sayıca fazla olmamasını (biri Avrupa’ya, diğeri Filistin’e iki sürgün kolu olduğunu), ama 12 Eylül’de kitlesel bir sürgün ile bağlı olarak vatandaşlıktan çıkarılmaların yaşandığını anlatıyor.
Sadece sürgün konusunu değil, egemen erkin siyasi manevralarını, ekonomik ve toplumsal baskılarını, yaşanan toplumsal yangınları, çevre sorunlarını, kadın cinayetlerini, işsizlik üzerine yaşanmışlıkları, grev ve patronla mücadelenin iktidarlar tarafından nasıl engellendiğini, patronlardan yana nasıl taraf olunduğunu da ele alıyor yazılarında.
Belleğin sönmesine izin vermeyin
Doğan Özgüden 85’inci yaşına “Sürgün Yazıları”nın dördüncü cildini yetiştirmek için çalışıyor. Yazılarıyla -ki gerek Anadolu’da yaşananlarla gerekse çocukluk anılarıyla besliyor- biz okurların belleğinin de sönmesine izin vermiyor.
Nice yaşlara Doğan Ağabey… Nice yazılara… Ama asla sürgünler olmasın… Ama asla kimse düşüncelerinden dolayı vatanından uzak kalmasın. Kimse düşüncesinden dolayı hapsedilmesin.
Sürgün Yazıları (cilt III)
Doğan Özgüden
Yazılar
Yurt dışında İnfo-Türk, Türkiye’de Pırgiç Yayınları
Eylül 2020, 452 s.