M. RAMAZAN yazdı – Dr. Hikmet Kıvılcımlı, üyesi olduğu TKP’ye, Kürt Sorunu konusunda “İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark)” başlıklı yaklaşık 200 sayfayı aşan bir rapor sunar. Raporda Ermeni meselesi, Kürt halkının varlığı, asimilasyon gerçeği, bölgede süren feodal ilişkiler, kendi kaderini tayin hakkı konularını ayrıntılı bir biçimde ele alır.
Askeri Tıbbiye’de öğrenciyken katıldığı TKP’nin, 1925 senesinde Merkez Komite üyeliğine seçilen Kıvılcımlı, ilk yazılarını partinin yayın organı Aydınlık’ta yayımladı. 1925 ila 1929 senelerinde birkaç kez cezaevine girip çıktıysa da, 1929 senesinde 4 sene 6 ay hapse mahkûm edildi. Dr. H. Kıvılcımlı bu dört yıllık hapis hayatını kendi deyimiyle “alfabesinden cebr’i âlâsına dek” bilimsel sosyalizmi etüt etmek üzere değerlendirmeyi bir görev olarak önüne koydu. Bu mahpusluğu sırasında ciltlerce çeviri ve telif eser üreten Kıvılcımlı’nın Elazığ Cezaevi’nde yazdığı bu eserleri arasında yer alan dokuz ciltlik “TKP’nin Eleştirel Tarihi: Yol” adlı çalışması Türkiye solunun düşünsel/ideolojik hayatında özel bir yere sahiptir. Zira Kıvılcımlı, kitabın “İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark)” bölümünde ele aldığı, Türkiye solu açısından o yıllarda birer tabu olan Ermeni ve Kürt meselelerini TKP’nin resmî bakış açısının dışına çıkararak tartışmaya açmıştır. Fakat ne yazık ki, Kıvılcımlı’nın yazdığı bu metinler yazıldıkları tarihten 45 yıl sonra basılabilmiş, gün yüzüne çıkabilmiştir.
1929’da yani 91 yıl önce Dr. Hikmet Kıvılcımlı, üyesi olduğu TKP’ye, Kürt Sorunu konusunda “İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark)” başlıklı yaklaşık 200 sayfayı aşan bir rapor sunar. Raporda Ermeni meselesi, Kürt halkının varlığı, asimilasyon gerçeği, bölgede süren feodal ilişkiler, Türkiye burjuvazisi ile Kürt ağalarının “göbekten bağlı” oluşu ve kendi kaderini tayin hakkı konularını ayrıntılı bir biçimde ele alır.
Ermeni Soykırımı’nı daha ziyade ekonomi-politik bir gözlükle gören Kıvılcımlı (o, ‘Ermeni katliamı’ olarak anar), Türk burjuvazisinin, yüksek bir ekonomik gelişimi temsil eden Ermeni toplumunun kökünü, Kürt aşiretleriyle ittifak ederek kazıdığını belirtir. Soykırımı Türk burjuvazisinin, Rumları göç ettirmeyle başlayan, Türk olmayan kapitalist unsurların rekabetinden kurtulma stratejisinin zirvesi olarak değerlendirir. İngiliz emperyalizmi ile Çarlık Rusyası’nın Orta Asya pazarları üzerindeki rekabetinin anahtar noktası, Kıvılcımlı’ya göre Şark vilayetlerinde bir Ermenistan özerkliği ya da hükümeti kurup kurmamak meselesiydi. “Şark Meselesi”nin kaynağı ona göre burada düğümleniyordu. Şark vilayetlerinin sosyal dokusunu ise feodal Kürtler ile burjuvalaşmış Ermeniler belirliyordu. Ona göre, Emperyalistlerin kışkırtmasıyla tetiklenen Kürt-Ermeni çelişkisinin, din ve milliyet farkından ziyade böyle bir sosyo-ekonomik temeli vardı. Müslüman-Hristiyan (derebey-burjuva) çelişkisi, daha çok tarihi ve yerel şartlar yüzünden Doğu vilayetlerinde, Balkanlar’dakinin aksine, ikincilerin mağlubiyeti ile halloldu. Ona göre, Kürt derebeyleriyle el ele veren Meşrutiyet burjuvazisi “Ermenileri, dünyada nadir görülmüş sinsi bir vahşet içinde katliama uğrattı”. “Bu katliamdan en az Meşrutiyet burjuvazisi kadar Kürt derebeyleri de kârlı çıktı: Kürdistan’da derebeylik biraz daha rakipsiz, çapul ettiği Ermeni mallarıyla biraz daha şişman oldu.” Soykırımdan canını kurtarmayı başarmış Ermeniler, Kıvılcımlı’ya göre Doğu vilayetlerinin ‘gözenek’leri içinde gizlenip dinlerini ve dillerini günden güne kaybetme sürecine girmişlerdi: “Doğu Vilayetlerinde şimdi ‘mühtedi’ [İslamiyeti kabul eden] sıfatı ile tanınan eski Ermeniler, adeta hayatlarını kurtaranların bir nevi gönüllü köleliğini unutmak ve unutturmak için, Ermeniliklerini henüz unutmamış olmalarına rağmen, eski hatıralarına karşı bir ölüm sessizliği ile hassas olmak mecburiyetinde kalmışlardır.”
“İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark)” kitabının ikinci bölümü ise Kürt Sorunu’nun Lenin’in ulusal soruna bakışının bir uygulaması olarak da değerlendirilebilir. Bugün hâlâ sol cenahta olağanüstü kafa karışıklıklarına yol açan ulusal sorun büyük bir berraklık ile kavranmış ve ortaya konmuştur: Kıvılcımlı, “Türkiye’nin kendisi bu ulusal kurtuluş hareketlerinden önemli bir tanesine sahne oldu. Fakat bu kurtuluş hareketi Kemalist burjuvazinin iktidar ve diktatörlüğü altına girdiği için kapitalist niteliklerden ve çelişkilerden kurtulamadı. Ve kurtulamazdı da. Türkiye dış ilişkilerinde ezilen bir ulus olmasına rağmen iç ilişkilerinde ezen bir ulus rolünü oynamaktan geri kalmadı. Bugün Türkiye nüfusunda önemli bir toplam tutan iki ulusal varlık var: Türklük-Kürtlük. Siyasal, ekonomik egemenlik ve üstünlük Türk burjuvazisinde olduğu için, Kürt halkı mistik ve belirsiz “Doğu illeri” sözü altında, özel ve gizli bir sömürge, şiddetli bir asimilasyon ve daha doğrusu yok etme siyasetine uğratıldı” der.
1970’li yıllarda stratejiler tartışılırken, -Kürt Ulusal Hareketinin de kendisini ortaya koymaya başlamasıyla birlikte- o zamanki adıyla “Milli Mesele” yani Kürt Sorunu da tartışılmaya başlanmıştır. “Kürtler Halk mı Ulus mu? Doğu mu, Kürdistan mı, sömürge mi değil mi” vb. dönemin ana tartışmalarından biri haline gelmişti. Ulusal sorun konusunda, başka bir ulusu ezen bir ulusun, kendisi de özgür olamaz diyen K. Marx ve ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını sonuna kadar savunan Lenin Türkiye solunun ana referanslarıydı. Ama konu Kürt meselesi olunca sol ortaklaşamıyor, Kemalizm’in dümeninde yol almaktan kurtulamıyordu. Kürt siyasi hareketlerinin kendisini güçlüce ortaya koyması, bu tartışmaların olumlu yönde aşılmasını sağladı. Ancak bu kez de Kürtlerin ayrı örgütlenme hakkı konusundaki tartışmalar yeni gerilimler yarattı. Bu süreçte Kıvılcımlı’nın “İhtiyat Kuvvet: Milliyet Şark” yapıtı, gerek Türk ve gerekse Kürt solunda önemli ve ön açıcı bir rol oynadı. O güne kadar “Yarı sömürge bir ülkenin sömürgesi olamaz” vb. yaklaşımlarına açık bir yanıt oldu. Kürt proletaryasının ayrı örgütlenebileceği, dahası Türkiye komünistlerinin böyle bir örgütlenmeye yardımcı olması gerektiği önerisi Kıvılcımlı’nın temel çıkış noktasıdır.
Kıvılcımlı ne Kemalizm’den ne de hâkim sınıflardan bir kurtuluş beklentisi içerisine girmez. Ne olursa olsun Kemalizm’den medet ummak bir yana, ondan kesin kopuş yaşanması gerektiğini belirtir. Ve kim olurlarsa olsunlar, Kürdistan hâkim sınıflarından öncülük, hatta katkı beklemek boşunadır der.
Kıvılcımlı’ya göre “Şu halde Kürdistan halkının kurtuluşu demek, ayrı bir devlet teşkil etmeye kadar bütün mazlum Kürtlüğün kendi kaderine, siyasi bağımsızlık derecesinde kendisinin sahip olmak hakkı, yalnız Türkiye’deki Kürtlerin değil, Doğu Balkanların üstünde parçalanmış olan bütün Kürtlüğün bir tek sosyal ve siyasi yapı halinde kurtuluşu demektir. Bu kurtuluşun idealleştirildiği gün, Irak ve Suriye’de de, Kürtleri, eski zamanın “koçbaşı” gibi sömürge halkına karşı tokuşturmakta çıkarı olan emperyalizm, Kürtlükten layık olduğu silleyi yemiş olacaktır.” Dr Hikmet kıvılcımlı Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkını savunmakla kalmaz, Kürdistan’ı bir bütün olarak görüp, tümünün kurtuluşu için ortak bir strateji etrafında taktik hamleler geliştirilmesi gerektiğini savunur.