Mehmet YILMAZER yazdı: Sınıflar yapısında önemli değişimler yaşanmakta, devrimci mücadelenin tasarlanmasında yoğun teorik sorunlarla karşı karşıyayız. H. Kıvılcımlı’nın teorik düşünüşü, orijinali yakalama gücü, bugünün sorunlarını çözümlemede yol gösterici olabilir.
Hikmet Kıvılcımlı’nın ölümü üzerinden neredeyse yarım yüzyıl geçti. Türkiye devrimci hareketinin kendi deyimiyle “en eski kuşağı”ndandır. TKP kuruluşunda yer almış, onun en kritik yıllarında yönetiminde bulunmuştur. Defalarca tutuklanmış 20 yılını zindanlarda geçirmiştir. Bu yılları “kızıl bir profesör” olmak için değerlendirmiştir.
Ölümünden elli yıl sonra dünya ve Türkiye Hikmet Kıvılcımlı’nın yaşadığı dönemlerden çok farklı durumdadır. Onun partili yıllarında komünist hareket oldukça sınırlıydı. Fakat yeni kurulmuş cumhuriyet Ekim Devrimi’nin etkisini sürekli üzerinde hissetmiştir. Bu gerçeklikten dolayı tek partili yıllarda genç burjuva iktidarı komünist hareketi sürekli tasfiye etmek için hemen her yıl “tevkifat” yapmıştır. Kıvılcımlı’nın deyimiyle Parti sürekli “provakasyon-operasyon” çemberi içinde kalmıştır.
1957 Vatan partisi tutuklanmaları ile partinin örgütsel olarak tasfiyesi yaşanmıştır. 1960’larda Türkiye’de politik ortam tek parti yıllarından çok farklı özellikler kazanmıştır. Bu dönemi Devrimci hareketin ikinci doğuş yılları olarak anmak hatalı olmaz. 60’lı yılların ortalarında genel olarak devrimci hareket büyük bir yükselişe girmiştir. Kendinden önceki 40-45 yıldan adeta habersizce işçi ve öğrenci hareketleri hızla yaygınlaşmıştır. Bu dönem devrimci hareketin tarihinde çok özel bir yere sahiptir.
Türkiye’de yükselen hareketin esas rüzgarı dünyadan geliyordu. Çin, Vietnam, Küba devrimleri, Avrupa’da “68 ayaklanması” ve Latin Amerika’da parlayan gerilla hareketlerinin rüzgarı dünyayı baştan başa katediyordu. Türkiye devrimci hareketi bu rüzgarla yelkenlerini şişirdi, ancak sadece bu değil, ülkenin koşullarındaki değişim de bu rüzgara katkıda bulundu. Kapitalizm gelişmiş, kentlere ilk yığılma yaşanmış, gecekondular ortaya çıkmıştı. 27 Mayıs anayasası “sınıf temelli” parti ve sendikaların yolunu açmıştı.
Bu dönemin ilginç özelliklerinden birisi “68 kuşağının” yola çıkarken kendinden önceki mücadeleden hemen hiç haberinin olmamasıydı. Uzun tek parti yılları ve ardından “51 tevkifatı” ile başlayan Menderes yıllarından 60’lı yılların ortalarına görünürde bir şey kalmamıştır. Yeni kuşak bir anlamda kendi tarihinden yeterince haberi olmadan yola çıkıyordu. Bu yıllarda iki kuşak arasında bağ kuran eski kuşaklardan bir kaç isim öne çıkmaktadır. Bunlar Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli ve Reşat Fuat Baraner’dir.
60’lı yılların ortalarına gelmiş görünürde bir siyasi ve teorik literatürün olmaması, en önemlisi pratik bir örgüt gücünün bulunmaması, o döneme ikinci doğuş denmesini haklı kılıyor. Süreklilik değil bir kopma vardır. Bu dönem çok kısa olduğu kadar inanılmaz yoğun yaşanmıştır. Kuşakların veya daha doğru deyimle deneyimlerin buluşması için en fazla bir beş yıl yaşanmıştır. 12 Mart 1971 askeri darbesi bu buluşmanın bir senteze varma olasılığını ortadan kaldırmıştır.
60’lı yılların ortalarından sonlarına giden süreçte devrimci harekette en yoğun tartışmalar devrimin nasıl bir yoldan ilerleyeceği ve nasıl bir örgütlenme gerektiği üzerine yaşandı. Bu dönemde Hikmet Kıvılcımlı “anarşi yok, büyük derleniş” parolasıyla hem bir “teorik savaş” hem de “derleniş komiteleri”nin kurulmasını öneriyordu. Buradan devrimci mücadele için strateji, program ve örgütün yaratılması yoluna gidilebilirdi. Bu yolda bir dizi toplantı ve konferanslar yapılmış, ancak bu yol 12 Mart ile kesilmiştir. Aslında şöyle demek daha doğru olur. 12 Marta çok yaklaşmışken devrimci hareket kendi içinde farklı strateji ve örgüt yapılarına doğru hızla ilerliyordu. 70’li yıllarda bu yolda hızlı adımlar atılmış, daha sonra devrimci hareketin ana akımları şekillenmiştir.
Hikmet Kıvılcımlı bu yıllarda bir “senteze” varmak için büyük çaba göstermiştir. TKP deneylerini vurgulayarak Amerika’yı yeniden keşfetmenin zaman kaybını olduğu sık sık vurgulamıştır.
Ancak ortada bu tezi destekleyecek hem fazla literatür yoktur, hem de yeni kuşak kendi döneminin “eski” günlerden çok farklı olduğunu görerek haklı olarak yeni koşullara göre çözümler üretmeye çalışıyordu.
Hikmet Kıvılcımlı, Partili mücadelesinin onuncu yılında -1930’larda- büyük sorunlar yaşanırken Merkez Komite kararıyla bir değerlendirme yapmış ve organına sunmuştur. Yol etüdü olarak bilinen bu çalışma Parti’nin “konuk ve konaklarını”, “düşman burjuvazi”yi, “müttefik köylü”nün durumunu ve “ihtiyat kuvvet milliyet -şark” ile “Kürt sorunu” ele almaktadır. Ayrıca “strateji” bölümü ve “parti ve fraksiyon” çalışmasıyla strateji, örgüt sorunu ve bazı taktik sorunları irdelemiştir. Dokuz kitaplık bu kritik ne yazık ki, 60’lı yılların sonlarında gün yüzüne henüz çıkamamıştı. Ancak 12 Eylüle kısa zaman kala bu literatür gün yüzüne çıkabilmiştir.
Hikmet Kıvılcımlı devrimci hareketin yoğun strateji tartışmaları yaptığı 60’lı yılların sonlarında “üçleme” ile bu sürece katılmıştır. Oportünizm Nedir?, Halk Savaşının Planları, Devrim Zorlaması Demokratik Zortlama o dönem tartışmalarına Hikmet Kıvılcımlı’nın cevaplarıdır.
Burada Kıvılcımlı’nın önemli bir özelliğini vurgulamak gerekiyor. Bu da onun orijinalliği veya kendine özgü yanıdır. 1960’lı yıllarda devrimci hareket dünyadaki devrim deneylerinden etkilenmiştir. Bu kadarı doğaldır. Ancak hareketin önemli bir bölümü dünya deneylerini neredeyse kopyalamıştır. Ekim devrimi, Çin Devrimi, Vietnam ve Küba devrimleri koşulların farklılıkları önemsenmeden tekrarlanmak istenmiştir. Üstelik o günlerde Türkiye’de kapitalizmin varlığı, dolayısıyla işçi sınıfının konumu yoğun tartışma konularındandır. Devrimci hareketin büyük bir bölümü kapitalizmin varlığını ve gelişim seviyesini çok geri olarak görmüşler; o nedenle stratejiler genel olarak “kırları” mücadele alanı olarak kabul etmiştir.
Hikmet Kıvılcımlı’nın Yol çalışmasındaki strateji kavrayışıyla Halk Savaşının Planları arasında bir fark vardır. 1930’larda başladığı ve yıllarını alan tarih çalışmaları ancak 1960’lara doğru tamamlanmış, 1965 yılında “Tarih Devrim Sosyalizm” adı altında ilk kez basılmıştır. Türkiye’nin sosyal yapısının derinliklerine inme gereği Hikmet Kıvılcımlı’yı Osmanlı tarihine, oradan da islam tarihine ve son durak olarak antik tarihe götürmüştür. “İçinden bir türlü çıkamadığımız” dediği İslam ve Osmanlı gerçekliğini günümüze süzme bir bilgi olarak taşımıştır.
Kıvılcımlı’nın 70’lere doğru şekillendirdiği Halk Savaşının Planları’nın arka planında “Tarih Tezi”, “Osmanlı Tarihinin Maddesi”, “Türkiye’de Kapitalizmin Gelişmesi” ve “Finans Kapital ve Türkiye” araştırmaları yatar. Kıvılcımlı kapitalizmin ülkeye özgü gelişmesini ve bir anlamda erken finans kapital egemenliğinin kuruluşunu berrak bir şekilde tesbit eder. Halk Savaşının Planlarına bu kapsamlı tarih araştırmalarından çıkardığı sonuçlar doğrultusunda bir ek yapar.
“Eğer özellikle Türkiye’nin ve benzerlerinin Devrim Tarihçeleri içinde, dün Burjuva Devrimcileri, bugün Proletarya Aydınları adıyla anabileceğimiz bir bölük devrimciler olayı bulunmasa idi, bizim öyle bir deyime kalkışmamız, en hafifinden düpedüz ütopi (kuruntu) olurdu. Böyle bir bölük insan Türkiye’de vardır, gerçekliktir. Bize düşen o gerçek olayın teorik kavranılışı ve yorumu olur.
“Vurucu Güç gerici iktidarı, sırası gelince, bir gecede vurup düşürebiliyor. Ondan sonrası öne geçen Özgünün niteliğine kalıyor. ..Demokratik Devrim Özgücü olan İşçi Sınıfı yanına konulan Proletarya Aydınları deyimi, o Devrimci Vurucu Güç’ün daha özel karşılığı olur. Vurucu Güç: Proletaryanın kendi yapısı içine giren öncü örgüt değildir.” (Halk Savaşının Planları; H. Kıvılcımlı)
Bir dönemin yoğun eleştiri konularından birisi Halk Savaşının Planlarındaki ektir. Olayların diliyle konuşmak ve onları yorumlamak esas olduğuna göre bugünün kuşakları 27 Mayıs, 9 Mart, 12 Mart ve 12 Eylül darbelerini araştırarak bu tespitleri irdeleyebilir. Her durumda bulunacak sonuç 12 Eylül ve sonrası, neoliberalizmin kapitalizmin yapısında yarattığı değişimler ülkede sınıflar dizilişinde önemli farklara yol açmıştır. Vurucu Gücün yolculuğu cumhuriyetin başından 12 Eylüle kadar gelmiş, orada bu “tarihsel kalıntı” yeni sınıflar yapısında erimiştir.
Bugün sınıflar yapısında önemli değişimler yaşanmakta, buna bağlı olarak devrimci mücadelenin tasarlanmasında yoğun teorik sorunlarla karşı karşıyayız. Hikmet Kıvılcımlı’nın teorik düşünüşü, orijinali yakalama gücü, bugünün sorunlarını çözümlemede yol gösterici olabilir.
Son olarak, onun neredeyse ömrünü verdiği Tarih Tezinden bugüne ne kaldığıdır? Kıvılcımlı tarih araştırmalarının sonucunda devrimleri “tarihsel devrimler” ve “sosyal devrimler” olarak iki ana bölüğe ayırmıştır. Henüz sosyal sınıfların billurlaşmadığı dönemlerde çürüyen antik medeniyetleri “barbar akınları” vurarak yıkmış ve tarihin o dönemlerdeki lokomotifi olmuşlardır. Feodalizmin içinden kapitalimin doğuşu ile sosyal devrimler başlamıştır.
Bugünün dünyasında kapitalizmin gürbüz günlerinin sınıflar yapısı büyük değişimlere uğramıştır. Bu hem egemen sınıflar açısından hem de çalışan sınıflar açısından böyledir. Sınıflarda çürüme ve gelişim iç içe yaşanmaktadır. Öte yandan gittikçe çürüyen gelişmiş merkezlerin etrafını bütün dünyada engin bir yoksullar denizi kuşatmaktadır. Bu yaygın gerilim neleri tetikleyecektir? 19. ve 20. yüzyılın sosyal kalıpları günümüze cevap veremiyor. Bu konuda insanlık tarihinden muhakkak öğrenilecekler vardır.
Öte yandan, H. Kıvılcımlı hem tarih incelemesinden hem de Marx Engels’in metinlerinden süzerek ortaya koyduğu üretici güçler teorisi bugüne önemli şeyler anlatma potansiyeline sahiptir. Kıvılcımlı’nın kelimeleriyle üretici güçler dört bölüme ayrılır: Teknik; Coğrafya; Tarih, İnsan. Tarihsel Devrimler çağında teknik ve coğrafya neredeyse durgun olduğu için gelişim İnsan ve Tarihle olmuştur. İnsan: Kollektif Aksiyon (topluca eylem) gücüne sahiptir. Tarih, binlerce yıl katman katman biriken gelenek göreneğin gücüdür. Tarihsel Devrimler çağında Coğrafya ve Teknik “pasif” güçler olarak kalmışlardır. Sosyal devrimlerle birlikte teknik yanına insanı da alarak en baskın üretici güç haline gelmiştir.
Bugün Teknik İnsan ilişkisi kapitalizmin önceki üç yüz yılından farklı bir dönemece giriyor. Teknik insana yardım eden alet olmakta çıkıyor, onun en büyük gücünü, düşünme yeteneğini ele geçirmenin eşiğindedir. Bu gelişme içinde büyük değişim-gerilim potansiyeline sahiptir. Öte yandan, Tarih artık eskisi gibi katı geleneksel özellikler taşımıyor, zaman zaman geri gelse de, günün büyük güçleri arasında eğilip bükülüyor. Bireyselliğin ve bencilliğin bütün yolları böylece döşeniyor. “Toplumu içeriden çevreleyen” manevi ortam param parça oluyor. Toplu davranma yeteceği de çok zayıflayan insanlar bireysel delilik, bozulma sınırlarında dolaşıyor. Son olarak, insanlık tarihinin ve kapitalizmin ilk üç yüz yılında pasif bir üretici güç olan Coğrafya, bugün küresel ısınma, doğanın çöplüğe çevrilmesinin yaydığı zehirlerle, virüs saldırılarıyla insanlığın karşısına çıkıyor. Aslında insanlığın karşısına demek doğru olmuyor; esasında kapitalizmin karşısına çıkıyor. Kötü insanlar doğayı mahvediyor diye bir gerçek yok. Onu teslim alan üretim sistemleri ona karakterini de veriyor. “Coğrafya” artık aktif bir üretici güçtür ve kapitalizme dehşetli gücüyle sınırlarını hatırlatıyor.
Kıvılcımlı’nın berrak hale getirdiği üretici güçler teorisi bugün kendi içinde yeni tarihsel değişime uğruyor. Bu insanlık için kıyamet alameti anlamına geliyor.
Hikmet Kıvılcımlı Sosyalist Sistemin henüz yaşadığı yıllarda aramızdan ayrılmıştı. Onun 12 Mart sonrası kısa dünya turu sırasında Sosyalist ülkeleri eliyle tutarak, dokunarak yaşadığı bir dönem oldu. Bu deneyler “kireçlenmiş”, “bürokratik” sosyalizme karşı öfkesini kabartmış, ancak o koşullarda bile sosyalizmin geleceği için büyük umutlarla yüklü olmuştur.
Günümüz, yüz milyonların sosyalizmden yüz çevirdiği yıllar. Ancak kapitalizmin otuz yıllık neoliberal soygunu “yüz çevirenleri” yeni bir tercihle karşı karşıya getirdi. Bugün en çok ihtiyaç olan büyük kitlelerin enerjisini ortaya çıkartabilmek için geleceği kurgulayabilmektir. Bu zorlu teorik görevin başarılmasında Hikmet Kıvılcımlı hala yanımızda duruyor.