Canan ÖZCAN yazdı: Kıvılcımlı birçok kritik konuda diğer sosyalistlerden daha ileri ve cesur düşünceler ortaya atmıştır. Din ya da kadın meselesi gibi kendi döneminin sosyalistlerinin ilgisini çekmeyen konuları titizlikle çalışmıştır. Diğer taraftan bu konuda da eleştirilebilecek çok tarafı vardır elbette.
Bu sene Hikmet Kıvılcımlı’nın ölümünün 49. yıl dönümü. Hayatının toplamda yaklaşık 22 yılını hapishanede geçirmiş, pratik devrimci faaliyetten kopmamış ama bir o kadar da düşünsel faaliyetlere, teori üretmeye hayatını adamış bir devrimciyi anmanın birçok yolu olabilir. Ben Türkiye siyasi düşünce tarihinin en önemli entelektüellerinden biri olarak gördüğüm Kıvılcımlı’yı eserleri üzerinden anlamayı ve anmayı tercih ediyorum. Çok çeşitli konular üzerine binlerce sayfa kalem almış olan Kıvılcımlı’yı hangi konu üzerinden anlamaya çalışırsak çalışalım yolumuzun mutlaka ki hayatını adadığı tarih tezinden geçtiğini düşünüyorum. Bu yazının esas konusu da 1968-71 yılları arasında yazdığı ve ilk kez 1978’de yayımlanan “Kadın Sosyal Sınıfımız” başlıklı yazısı olacak. Kıvılcımlı’nın birçok konuda çağının sosyalistlerinden daha ileri görüşleri olduğunu biliyoruz. Bu eseri de yazıldığı döneme nazaran oldukça ileri sayılabilecek noktalar içeriyor fakat Kıvılcımlı 1925 gibi çok erken bir tarihte çalışmaya başladığı tarih tezi yazıları boyunca da kadın meselesine yer yer değiniyor. O nedenle kadın meselesine bakış açısını tarih tezi ışığında anlamlandırmaya çalışacağım. Bundan daha önce ise Kıvılcımlı’nın siyasi ve düşünsel hayatında kadınların nasıl etkisi olmuş olabileceğine de değineceğim çünkü Kıvılcımlı “Eser onu yapanın duyguları ve zamanıyla boyanmış değil midir?” der; kişinin hayatının eserleri üzerinde etkisi olacağını düşünür. Tarihe bu bakış açısıyla yaklaşır. Dolayısıyla onun hayatının bazı kritik noktaları da düşüncelerine elbette ki tesir etmiştir.
Kıvılcımlı’nın eğitimden siyasi faaliyetlerini yürütebilmesine kadar ona destek olan, hayatını devam ettirebilmesini sağlayan ve düşünsel gelişimine katkı sağlayan çok önemli kadınlar var. Kıvılcımlı yoksul ve muhacir bir aileden geliyor. Zor şartlar altında okumuş ve özellikle de hapishanede geçirdiği dönemler boyunca annesi Münire Hanım sayesinde geçimini sağlayabilmiştir. Dahası 1929 tutuklamasından sonra Kıvılcımlı’nın ardından Elazığ’a kadar giden Münire Hanım burada parti için de çalışmıştır. Yapılan bir aramada üzerinden illegal bildiriler, mektuplar ve bazı kitapların çıkması üzerine tutuklanan Münire Hanım bir yıl hapis yatar. 1933’te ise 1 Mayıs nedeniyle TKP’nin düzenlediği kampanya çerçevesinde yapılan bir eylemde tutuklanıp tekrar hapsedilir [1] Münire Hanım’ın Kıvılcımlı ile birlikte adeta bir parti militanı haline geldiği söylenebiliyor. Bu hapislikler de onu yıldırmıyor; Kıvılcımlı, Kırşehir cezaevindeyken, annesi oraya da gidiyor. Velhasıl son kalan altınlarını bozdurup [2] oğlunu Askeriye-yi Tıbbiye-yi Şahane’de okutan Münire Hanım hayatının sonuna kadar ona hayatının her anında destek oluyor. Bu arada Kıvılcımlı’nın Seher teyzesini de unutmamak lazım; Kıvılcımlı’nın yetişmesinde onun da çok büyük katkısı olduğu biliniyor.
Kıvılcımlı’nın teorik ve pratik siyasi faaliyetlerinde önemli derecede etkisi olan bir diğer kadın Fatma Nudiye Yalçı’dır. 1930’ların başında tanışan ikili, hayatlarının sonuna kadar dostluk ve yoldaşlıklarını sürdürmüştür. İyi bir eğitim alan Yalçı, 1930’ların başında muharrir olarak çalışmaya başlar. 1933’te Yedigün Dergisi’nde yayınlandığı tespit edilen beş adet makalesi var. Henüz o dönemde Yalçı kadınlarla ilgili de yazmaya başlamıştır: 1933’de yine Yedigün’de yayımlanan Daktiloya Açık Mektup isimli makalesinde mahkeme kaleminde, doktor, avukat, tüccar yazıhanelerinde ya da gazete idarehanesinde çalışan daktilolara, yani sekreterlere seslenir. Onlar gibi zor şartlar altında çalışanların çok onurlu bir iş yaptığını vurgular. Kadının iş hayatına dâhil olmasıyla birlikte sadece dişil taraflarının ön plana çıkarılmasının eskide kaldığını savunan Yalçı, artık şairlerin bile kadın diye sadece gözleri hülyalı aşk perilerini tasvir etmediklerini belirtir. Temmuz 1933 tarihli Çarşaf ve Peçe Azabını Tanımayan Genç Kıza isimli makalesi yayınlanır. Çarşaf ve peçe takmadan yetişme şansını elde etmiş genç kızlara seslenir; kendisi okuldayken çok kereler çarşafsız yakalandığını ve bu nedenle de müdirenin huzuruna çıkarıldığını anlatır. Müdire tarafından “…sırık boyunla çarşafsız gezmeye utanmıyor musun?” diye azarlandığını aktarır [3]. Kıvılcımlı ile çok erken bir dönemde tanışıp, uzun yıllar hem yoldaş hem hayat arkadaşı olan Yalçı’nın Kıvılcımlı’nın düşüncel gelişiminde çok önemli bir yeri olduğunu söylememiz gerek. O yıllarda ve daha sonrasında Kıvılcımlı’nın kadın meselesine olan yaklaşımında bir “ilerilik” söz konusu ise bunda Yalçı’nın da oldukça fazla katkısı olmuştur.
Kıvılcımlı, 1950 yılında cezaevinden tahliye olduktan sonra, Sultanahmet Cezaevi’nde iken hapishanenin penceresinden selamlaştığı ve 12 yıl boyunca mektuplaştığı Emine Hanım ile evlenir. Emine Hanım da hayatlarının geri kalanında maddi-manevi her şekilde Kıvılcımlı’ya destek olur; onun siyasi ve düşünsel faaliyetlerini aralıksız sürdürebilmesinde kayda değer ölçüde emeği ve katkısı vardır.
Son olarak özellikle Kadın Sosyal Sınıfımız yazısı bağlamında Latife Fegan’ın adını zikretmeliyiz. Kıvılcımlı’nın yoldaşı ve yakın çalışma arkadaşı olan Fegan, bu yazının oluşmasında olmasa da ortaya çıkmasında rolü olduğunu anlatıyor. Sohbetlerinden birinde böyle bir yazısı olduğunu anlatan Kıvılcımlı’ya, kadın hareketine ilgisi olduğunu söyleyen Fegan, bu yazının basılması için ısrar ediyor. Nitekim bu ısrarla yazının yeni Türkçe’ye aktarıldığını söylüyor Fegan ve yazı böylece ilk kez 1978’de yayınlanıyor. Yine Fegan ile olan entelektüel paylaşımlarının da Kıvılcımlı’nın kadın meselesine olan ilgisi üzerinde muhakkak etkisi olmuştur.
Tarih Tezi ve “Kadın Sosyal Sınıfımız”
Kıvılcımlı’nın “Kadın Sosyal Sınıfımız” yazısının şaşırtıcı derecede feminist hareketin tartışmaları ile benzer tartışmalar yürüttüğünü ve feminist bir yaklaşıma sahip olduğunu yazan Sandıkçı, Kıvılcımlı’yı kadın meselesi üzerine yazmaya neyin yöneltmiş olabileceğini sorguluyor. O dönemde, dünyada ikinci dalga feminist hareket gelişirken Türkiye’de sosyalist hareket içerisinde yer alan kadınların ise bu akımla etkileşime geçmediğini belirtiyor. Yani Türkiye’de yükselen bir kadın hareketinin Kıvılcımlı üzerinde de etkili olduğunu söylemek mümkün görünmüyor [4]. Sandıkçı yazısını bitirirken Kıvılcımlı’yı feminizme yaklaştıran şeyin aslında zengin bir tarihsel formasyona sahip olması ihtimali üzerinde dururken bence de doğru bir şekilde tarih tezine de atıf yapıyor olmalı.
Kıvılcımlı’nın geçim bakımından çobanlık, teknik bakımdan tunç devri olarak adlandırıldığını söylediği orta barbarlık konağında, evcil hayvan sürü üretimi de başlamıştır. Bu sürünün yarattığı bolluk, erkeğin mülkü gibi geliştiği için “anahanlık” düzeninin sarsılmaya başladığını öne sürer Kıvılcımlı. Esasında kendisi de anahanlık düzeni olarak adlandırsa da bu adlandırmanın doğru olmadığını, sadece yanlış bir şekilde kalıplaştığını savunur. Ona göre anahanlık ya da ana hukuku yerine, “kadıncıl düzen” demek daha doğrudur çünkü kadıncıl düzende, babahanların iktidarı alışı gibi bir zorbalık belirtisine rastlanmaz. Erkek, sürü yetiştirme imkânını ele geçirir geçirmez komüne baş olarak, gerçek bir zorba babahan kesilmiştir. Oysaki bunun öncesinde, yani henüz üretimin olmadığı, sadece üreyimin olduğu çağlarda, çocukların bakımı, beslenmesi ve hatta eğitilmesi gibi bütün görevler kadına düşmüş ve özellikle de mağara-ateş yaşantısı içinde kadın, komün üyeleri arasında öne çıkmaya başlamıştır. Ayrıca babanın kim olduğunun kesin olarak bilinemeyecek olması da ana soyluluğun varlık nedenlerinden biridir. Daha sonra çömlekçilik, bahçe ekimi, ateş, soyun kadına bağlanması gibi durumlar kadının bütün işlerde liderliği ele almasını ve adeta tanrılaşmasını sağlamıştır [5]. Kıvılcımlı, orta vahşet çağında, kadının evde, erkeğin dışarıda çalışmasının, aynı zamanda, insanlık toplumundaki “birinci büyük toplumcul iş bölümü”nü de yarattığını belirtir. Orta barbarlık çağı ile birlikteyse artık babahanlık düzenine doğru yol alınmaya başlanmıştır.
Analık hukukunun yıkılışını kadın cinsinin “büyük tarihsel yenilgisi” olarak nitelendiren Engels, erkeğin dışarıda çalışarak mülkün sahibi konumuna gelmesiyle, mirasın bir mesele haline geldiğini vurgular. Babanın mirasının çocuklarına kalması ve dolayısıyla aile içinde kalabilmesi için “babalık miras hukuku”nun yerleşmesi gerekmiştir. Bu da ana soyluğu ortadan kaldırarak babahanlığı, baba soyunu onun yerine geçirmiştir [6]. Kıvılcımlı kadıncıl düzenin yıkılmasını, sadece kadın cinsinin yenilgisi olarak adlandırmaz; aslında kadın sindirilirken gelecek kuşaklara da toplum içinde bazı insanların alt edilebileceği ve ikincil duruma getirilebileceği, ezilebileceği, sömürülebileceği de öğretilmiştir [7].
Kıvılcımlı, dinin tarihsel gelişimi bağlamında da kadının toplumsal rolünün nasıl değiştiğini ele alır (“Allah önce kadındı” başlıklı bir el yazması dahi mevcuttur). Türklerin ilk dinî inanışlarının, totemler dini olarak nitelendirdiği Şamanizm olduğunu ifade eder. Şamanizm totemizm, animizm ve natürizm gibi ayrı inanç ve pratiklerin bir arada bulunduğu bir inanç sistemi olarak da tanımlanabilir. Kıvılcımlı, Şamanizm’in anahanlık düzenine giren inançlar sistemi olduğunu ve Türk toplum yapısından kaynak aldığını düşünür. Hatta Kam ve Kaman (Şaman) adı verilen ruhanilerden erkek olanlar dahi kadınlara benzemeye çalışırlar bu inanışta. Şamanizm eşitliğin, kardeşliğin ve mutluluğun dinidir ve gökte ve yerde şimdiki dünyadan ayrı, ikinci bir dünya yoktur.
Türkler her ne kadar bir aşamada tektanrıcı olmayı kendilerine uygun bulmuşlarsa da bu, Şamanizm’den hemen sonraki aşama olmamıştır. Kıvılcımlı Şamanizm inancından sonra sırasıyla il dini ve ilhanlık dini şekillerinin ortaya çıktığını yazar. Şamanizm, aşağı barbarlık konağında yer alırken, il dini orta barbarlık konağında yer alır ve anahanlık ile babahanlık arasında bir uzlaşma dini olarak tasvir edilir. Bu aşamada topluma kadın-erkek ikiliği girmiştir ama henüz biri diğerine egemen değildir. İlhanlık dini ise orta barbarlık konağında, anahanlığın yenildiği noktayı ifade eder. Bu dönemde mükâfat-ceza; cennet- cehennem gibi zıtlıklar da yaratılmıştır. Erkek kendisini Allahlar sırasına, yani yerden göğe çıkartmıştır. Kıvılcımlı, eski Türklerin kadınlara erkeklerle tamamen aynı hakları verdiğini iddia eden Ziya Gökalp’i bu noktada da eleştirir. Buna göre Türkler sonradan “feminist” olmaya karar verip kadınlara haklar vermemişlerdir; onlar belki de Türk olmadan önce ilkel sosyalizmin aşağı barbarlık konağında zaten feministtirler [8].
Kıvılcımlı, “Kadın Sosyal Sınıfımız” yazısında, ileri kapitalist ülkelerde sosyal sınıfların işçi-işveren şeklinde kolayca ayrılabildiğini söylerken Türkiye’de bunun daha karışık bir yapı arz ettiğini öne sürer. Üç katlı bir Babil kulesine benzettiği bu yapıda üst katta modern kapitalizm dünyası denilebilecek olan büyük şehirleri konumlandırır. Orta katta antika-tefeci bezirgân dünya, yani kasabalar vardır. Alt katta ise adeta tarihöncesi dünyaya ait köyler vardır. Her katın ayrı üst ve alt sınıfları olduğunu söyleyen Kıvılcımlı, her katın ayrı bir “sömürge halkı” olduğunu yazar. En altta yer alan köylülük katının ekonomi temeli, barbarlık çağını aşamamış toprak ekonomisidir. Tarihöncesi, barbarlık çağına ait özellikler gösterir bu kat. Kıvılcımlı barbarlık dönemine ileri özellikler atfeder; barbarlık döneminde eşit kankardeşlik vardır, herkes silahlıdır, eşitlik söz konusudur. Diğer taraftan yukarıda söylediğimiz gibi orta barbarlık konağında babahanlığa gidiş de başlamıştır. Günümüz Türkiye’sinde barbarlık dönemiyle eş tutulan köylerde ise babahanlığın bütün o barbarlara atfedilen olumlu özelliklerini kaybeden köylü erkekler vardır artık. Bu ortamın sömürge halkı kadınlardır [9].
Esasında Kıvılcımlı bu sosyal katların hepsinde en büyük sömürülen sınıfın kadınlar olduğunu da belirtir. Bu durum, en açık ve keskin olarak köylerde görülür ama köy, kasaba ve şehir fark etmeksizin kadının ezilen sınıf olması Türkiye’de “en yaygın sosyal ve orijinal trajedidir”. Bu durum idrak edilip aydınlığa kavuşturulmadıkça da diğer sınıfların varlığı derinlemesine anlaşılamayacaktır. Hep bir boşluk kalacaktır. Kıvılcımlı sosyalistlerin pek itibar etmediği din konusunu da çalışmıştır: bunun nedeni tektanrıcılık öncesi inanışların ve toplumsal formasyonların toplumların bilinçaltına gömülmüş olduğunu düşünmesidir. Bu süreçler bilince çıkarılırsa ilerleme kaydedilebileceğini düşünür. Kadın meselesinde de “kadın sosyal sınıfının” tarih içerisinde değişen konumunun bilince çıkarılması gerektiğini düşünür diyebiliriz. İşte bu yapılmazsa az önce bahsettiğimiz boşluk var olmaya devam edecektir.
Kıvılcımlı’nın kadın meselesine olan ilgisinde tarih tezinin etkisi olduğunu görebiliyoruz. Diğer taraftan “Kadın Sosyal Sınıfımız”ı yazarken tarih tezini anlatmıyor; son derece güncel sorunlardan bahsediyor. Bugün bile kadınların mücadele etmek zorunda kaldığı sorunları dile getiriyor. Fiziksel ve psikolojik şiddetten bahsediyor. “Derviş Vahdeti”nin yaptıklarını uzunca anlattıktan sonra toplum içinde “utanmadan” itibarlı bir şekilde gezebiliyor oluşunu, “üstün cins sınıfından” oluşuna bağlıyor mesela. Vahdeti erkek olduğu için imtiyazlı doğmuştur zaten; oysa ki kadın olsaydı görenin yüzüne tüküreceğini yazar Kıvılcımlı. Bu durumun hala geçerli olduğunu biliyoruz.
Kıvılcımlı, kadının sömürülmesi konusunda erkekler arasında hiçbir ayrım yapmıyor:
“Kadının insan eşitliği önünde, Hacıağasından Marabasına, Beyinden Yanaşma Çeri-çobanına dek Türkiye’nin bütün bıyıklı manyakları, namuslarına dokunulmuşçasına, kasıla kasıla kararırlar.” [10].
Kıvılcımlı kadın düşmanlığının ekonomi temelini, geri üretim şartlarında bulur ve bu ortadan kalkmadıkça da “kadın kurtuluşunun” mümkün olmayacağını yazar. Her köy erkeğinin üstteki kasaba tefeci-bezirganın toprak esiri olduğunu ama kendisinin de evde ve tarlada kadınları boğaz tokluğuna çalıştırıp sömürdüğünü yazar (Hani Kıvılcımlı’nın neredeyse ev içi emekten bahsettiğini bile söyleyebiliriz). Kıvılcımlı kadının kurtuluşunu sosyalist bir devrimde görüyor gibi; diğer taraftan “hiç” yerine koyulan kadınların nasıl “hep” olabileceği ile ilgili ilgi çekici başka düşünceleri de var. Öncelikle antika tarihte kölelerin durumu ile modern tarihte kadınların durumunu benzeştiriyor ve köleler her ne kadar sosyal bir devrim yapamamışsa da tarihcil devrimin olanaklarını yarattıklarını söylüyor. Sosyal gerçekliğin hiçe indirdiği kadının, diyalektik bir tepki olarak önüne geçilmez bir güç olabileceğini vurguluyor. Erkek tahakkümü ve saltanatı kadını ne kadar hiçe sayarsa saysın onun hepliğe varan momentlerinin kaçınılmaz olduğunu söylüyor. Bu “yeraltında, gizli, sağır ve derinden derine işleyen bir güç” olarak belirleniyor [11].
Son olarak Kıvılcımlı’nın kadın meselesindeki tutumuna bir örnek olarak 1955 tarihli Vatan Partisi programını da hatırlamak gerekir. Kıvılcımlı parti programında, bugün hala kadınların talep etmek zorunda kaldıkları, kadın işçilere erkeklerle aynı ücretin ödenmesi, kreş hakkı gibi maddelere yer vermiştir [12]. Başta dediğimiz gibi Kıvılcımlı’nın kadın meselesine verdiği dikkat sadece bir eseri ile sınırlı demek çok doğru olmaz; tarih tezi üzerine hayatı boyunca çalışırken de pratik parti faaliyetleri ve siyasi taleplerinde de kadın meselesini “gördüğü” tespit edilebiliyor.
Kıvılcımlı birçok kritik konuda diğer sosyalistlerden daha ileri ve cesur düşünceler ortaya atmıştır. Din ya da kadın meselesi gibi kendi döneminin sosyalistlerinin ilgisini çekmeyen konuları titizlikle çalışmıştır. Diğer taraftan bu konuda da eleştirilebilecek çok tarafı vardır elbette. Finans-kapitalin, orduyu NATO’ya katarak ayrıcalıklı bir kasta dönüştüreceğini savunurken kullandığı “hanımlaştırma” gibi ifadeleri ya da Kadın Sosyal Sınıfımız yazısında dahi kadın bedeni ve çıplaklığına dair algısı ve kelime seçimleri şüphesiz ki sorunludur ve feminizmin çok gerisindedir. Farklı sınıflardan erkeklerin kadınlara karşı iş birliği içerisinde olduğunu kabul eden bir patriarka anlayışı olduğu sezilebilse de “kadının kurtuluşunun” geri üretim ilişkilerinin değişmesi ile sağlanabileceğini düşünmeye devam eder. Yine de sonuç olarak bu konuda Türkiye şartlarında çağının oldukça ilerisinde olduğunu görmemek imkânsız. Hem etkileşimde olduğu kadınların ona kattıklarıyla hem de hayatını adadığı tarih tezi çalışmalarının etkisiyle Kıvılcımlı oldukça ileri bir noktada konumlanıyor. Özellikle de kadın hareketinin, sesini herkesten daha güçlü çıkardığı bu dönemde Kıvılcımlı’yı bu yönüyle de anmak oldukça anlamlı olacaktır.
[1] Cenk Ağcabay, Türkiye Komünist Partisi ve Dr. Hikmet, İstanbul: Sosyal İnsan Yayınları, 2010, s. 188-192.
[2] Fegan, Latife, Dr’un Hayatı, Defter, 23.11.1970, dosya no. 352, klasör no. 3722, IISH Arşivi, Kıvılcımlı Papers, s. 2-3.
[3] Canan Özcan, “Fatma Nudiye Yalçı: İnkılaba Bütün Bir Ömrünü Veren Kadın”, Kadınlar Hep Vardı, Türkiye Solundan Kadın Portreleri, ed. Saygılıgil, Feryal, İstanbul: Dipnot Yayınları, 2017, s. 151-185 ve Ahmet Kale, Fatma Nudiye Yalçı-Hayatı ve Eserleri, İstanbul: Rezan Yayıncılık, 2012.
[4] Eser Sandıkçı, Kıvılcımlı’nın Kadın Sosyal Sınıfımız adlı Makalesinin Feminist Okuması, Hikmet Kıvılcımlı Sempozyumu, 17-18 Ocak 2013.
[5] Hikmet Kıvılcımlı, Komün Gücü, https://issuu.com/altincagyolcusu/docs/hikmet_kivilcimli_-__komun_gucu s. 179).
[6] Engels, Friedrich, Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Seçme Yapıtlar, cilt 3, Ankara: Sol Yayınları, 1979, Eriş Yayınları (dzl.), 2003, s. 55-56.
[7] Hikmet Kıvılcımlı, Tarih Yazıları,
https://issuu.com/altincagyolcusu/docs/hikmet_kivilcimli_-__tarih_yazilari , s. 124.
[8] Dinin Türk Toplumuna Etkileri, İstanbul: Sosyal İnsan Yayınları, 2008, s. 39-48.
[9] Hikmet Kıvılcımlı, Kadın Sosyal Sınıfımız,
https://issuu.com/marksengelsleninkivilcimli/docs/hikmetkivilcimli_kadinsosyalsinifim , s. 5.
[10] Hikmet Kıvılcımlı, Kadın Sosyal Sınıfımız,
https://issuu.com/marksengelsleninkivilcimli/docs/hikmetkivilcimli_kadinsosyalsinifim , s. 31.
[11] Hikmet Kıvılcımlı, Kadın Sosyal Sınıfımız,
https://issuu.com/marksengelsleninkivilcimli/docs/hikmetkivilcimli_kadinsosyalsinifim , s. 37.
[12] Vatan Partisi Tüzüğü ve Programı,
https://issuu.com/altincagyolcusu/docs/hikmet_kivilcimli_-__vatan_partisi_ , s. 22.