Varbet DİRENYAN yazdı: Elbet bir gün Lokmacı Barikatı da mutlaka tarihin çöplüğünde yerini alacak, Sur İçinin çocukları grafitileriyle bu barikatı iki tarafından süsleyeceklerdir. Asıl soru, buna neyin ve kimin neden olacağıdır.
Girne’de (Kuzey Kıbrıs’ın orta batısında bulunan sahil şehri) sessiz başlayan 19 Ekim sabahı ülkenin oy kullanabilmiş seçmenlerinin yarısı güne yenik başlamıştı. Önceki gün yapılan Cumhurbaşkanlığı Seçiminin ikinci turunda Mustafa Akıncı, Türkiye desteğinden çok daha fazlasını almış Ersin Tatar’a; Türkiyelilerin alışık olduğu bir tabirle “kıl payı” yani 4412 oy farkla yenilmişti. Hem yenik, hem de ezilmişliği sindirmekte zorlandıkları bir darbe almıştı adanın gerçek sahipleri. Artık Türkiye’den taşıma nüfus adanın kuzeyinde iradeyi değiştirebiliyor ve AKP doğrudan TC Büyükelçiliği üzerinden KKTC halkının kaderinin dizginlerini eline almış görünüyordu.
Limasollular, Pileliler, Baflılar zor sahip oldukları bir ülkede, kendilerine zorla her şeyin yaptırılabileceğine inanacakları bir sabaha uyanmışlardı. Oysa önceki gece oyların tek tek sayıldığına emin olup; sandık tutanaklarını da tek tek fotoğraflamışlardı. Fakat ilk kez karşılaştıkları iki özel durumu fark etmemişlerdi çektikleri acı nedeniyle.
Bunların ilki 19.30’da seçim yayınına girmesi gereken BRT’nin aniden 19.00 civarlarında yayına başlaması ve %74 gibi açılan sandık sayısıyla Ersin Tatar’ı %5 farkla önde göstermesiydi. İkinci özel ve alışılmadık durumsa sandıkların açılma oranı daha %80’lerdeyken Ersin Tatar’ın partisi UBP (Ulusal Birlik Partisi) Genel Başkanlığı önünde “balkon konuşması” için standın kurulmuş, halayların çekilmeye başlanmış olmasıydı.
Türkiye’de son yılların seçimlerini bilen okurlar hatırlayacaktır ki; bu dakikadan sonra ne birleştirme tutanakları ne de sayımı bitmemiş sandıklarda irade kalırdı. Çünkü atı alan Üsküdar’ı geçmişti! Fakat bu bozgun Kuzey Kıbrıs’ın fedakar ve kötülük bilmez saflıktaki muhaliflerine çok sert gelmiş, yenilmişlik hissi adeta kış ortasında öksürük kesmesi için içilen yerel içki Zivania gibi sessizce onları çarpmış olmalıydı. Peki bundan sonra ne olacaktı bu halk? Ya Rumlar pasaportlarını iptal ederse, ya kapılar kapanırsa, ya çocukları bir daha memlekete hiç dönmezse ve… ve… ve…
Büyük bir bozgun başlamıştı ve muhalifler ancak birkaç gün sonra sendikalar üzerinden seçim sonuçlarının meşruiyetine yönelik tartışmalarını bildirilere ekleyebilmiş, seçimin adaletine Türkiye’nin müdahalesine karşı ses çıkarmaya başlamışlardı. Oysa yeni Cumhurbaşkanı derhal mazbatasını almış, hatta eski görevi Başbakanlıktan istifa bile etmemişti. Etmeyeceğini de açıkça söyledi: Kendisi bakanlar kuruluna da başkanlık edecekmiş. Su boru hattının seçim malzemesi olarak bekletilmiş olması, Maraş’taki usulsüzlük, dağıtılan döviz değeri olmayan kağıt paralardan, mobbingle personelinden zorla oy emreden patrondan sonra her şey olabilir diye bir kabul üretti artık gerçek Kıbrıslılar. Gençlere ülkeyi terk etme, kaçıp kendini kurtarma çağrıları yapanlar bile ses yükseltmeye başladı, seçim öncesi kutuplaşan Kuzey Kıbrıs halkı yazın bittiğini düşünmeye başladı.
İçerden bakmanın zavallılaşan gözlerinde, objektiflikten uzak; aslında şu önemli noktalara bakakalmıştı gerçek Kuzey Kıbrıslılar:
1-) Türkiye’de son yirmi yılda seçimlerde oynanan her oyun artık burada da oynanabiliyordu.
2-) Türkiye 1974’te aldığı tek taraflı müdahale kararını cahil ellerden de olsa bir üste mertebeye taşımış, askeri yığınağın ötesinde sokaklarda cirit atan Türkiyeli bir nüfusun üstünlüğüne nihayet erişmişti
3-Seçimin ıskalayan adayları Kudret Özersay siyasi gelecek defterini, kurucu lider Rauf Denktaş’ın oğlu Serdar Denkta�� partisini, seçimin kaybedeni Mustafa Akıncı ise siyasi hayatını tamamen bırakıyordu. Artık temel anlamda Kuzey Kıbrıs siyaseti çok partili, çok sesli bir arenadan, ulusalcı-Atatürkçü sosyal demokrat bir parti olan CTP ile seçimin galibi; Türkiyeci, likit rantçı ve kul olma heveslisi UBP arasında yaşanacaktı.
4-Federasyon olasılığı artık imkansız bir görsele dönüşmüş ve bir daha ada hiç birleşemezdi, barış hiç gelmezdi.
Bu dört temel bakış açısından son tahlilde büyük bir yanılgı içereni bizzat sonuncusudur elbette. Bir federe devlet neden, nasıl ve hangi şartlarda kurulur? Bunu Kuzey Kıbrıslıların görebilmesi şu an alınan darbenin acısı nedeniyle imkansız durumdadır. Öte yandan tam bağımsızlık konusunu ise şu an sokaktaki herhangi birine söylemek bile cesaret ister desek yeridir. Bu nedenle aslında objektif bir dış bakışla değerlendirme yapmaya çalışarak, yakın tarihin bir federe devlet örneğini birazcık hatırlatmak yerinde olacaktır. Elbette hatırlatırken okuyucuları da daha detaylı bir araştırmaya davet etmek de bir diğer not olarak bu satırda kalmalıdır.
Dünya’nın hafızalardan hala silinmeyen izleriyle en önemli yakın tarih savaşı, 2.Dünya Savaşından, yaklaşık 50 yıl sonra İngiltere, ABD ve Fransa sultasındaki Batı Almanya, Rus sultasındaki diğer yarısı Doğu Almanya ile 1990’da birleşmişti. Şimdi ne alakası var diyecekken Ersin Tatar’ı siyasi yetenekten yoksun, Cambridge’deki arkadaşlarının bile güldüğü hallerinden yola çıkarak, Kıbrıs’ın geleceğini karanlık görenler, Die Wende (İkinci birleşme) gerçekleşirken Batı Almanya Demokratik Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Richard Karl Freiherr von Weizsacker aslında tutucu Hristiyan Demokrat Partisinden (CTU) olup, babası Nazi Dışişleri Müsteşarı oluşunu hatırlamalıdırlar. Çünkü bütün bunlara rağmen iki Almanya paradigma nasıl üretildiyse o şekilde birleşmiş, Berlin Duvarı yıkılmıştı. Bu duvar hiçte öyle Lokmacı Barikatı’nın içi beton doldurulmuş yağ varillerine benzemeyen, çağdaş bir dünyada utancın simgesiyken, şimdilerde Berlin sokaklarında modern dünyada barışın sanat eserine dönüşmüştür. Elbet bir gün Lokmacı Barikatı da mutlaka tarihin çöplüğünde yerini alacak, Sur İçinin çocukları grafitileriyle bu barikatı iki tarafından süsleyeceklerdir. Bu noktada asıl soru, buna neyin ve kimin neden olacağıdır. Şam’da namaz kılacakken Suriye’deki gözlem noktalarını bir bir terk eden, Libya seferinden ve “münhasır ekonomik bölge anlaşmasından” sefaletle dönen, Azerbaycan’da bir savaşa tetik olmuş Türkiye’mi? Yoksa Kıbrıs Cumhuriyeti’yle (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi adıyla anılan) milyarlarca dolarlık ve euroluk doğalgaz lisans anlaşmaları yapmış olan ABD ile Avrupa ülkeleri mi? Ya da diğer bir bakışla, Güney Kıbrıs’ta askeri üsleri olan ABD ve İngiltere ile son dönemde Güney Kıbrıs’ta yaşayan Kıbrıslı Rumlarla ortak tatbikata giren Fransa mı?
Kuzey Kıbrıslılar Akdenizlidir. Onları hep yorgun görmekle tembel algılamak arasında nasıl bir fark varsa, ekvatora yakınlığından doğan sıcak mevsiminde dinlenmeye zorunlu ihtiyaç duyulmasıyla Akdenizli gevşekliği arasında ciddi bir fark vardır. Çünkü sebep cümlenin içinde görünürdür: Güneş daima tepededir Kıbrıs’ta ve yakıcıdır. Fakat bu dönem itibariyle kış gelirken pişmekte olan bozadan ensesi yanacak olan tek kişi Ersin Tatar’dır. Çünkü Kuzey Kıbrıs barış içinde yaşamayı seçenleri, destekleyenleri, barış için mücadele verenleri hatırlamayı sever.
Garantör devletlerle birlikte beşli görüşmelere davet yapan Birleşmiş Milletler (BM) de görüşmeler öncesi federasyon üzerinden sürmek durumunda olan görüşmelerin yönünü işaret edercesine, bir ön protokol talebi yaptı KKTC’ye. Bu beklenmedik talep KKTC müzakereci adaylarından çok Türkiye Cumhuriyeti Dışişlerini tedirgin etmeye yetmiştir, bozanın da kıvamı değişmeye başlamıştır. Bundan sonra olacakları izlemekse, tüm dünyada yeniden sertleşmekte olan pandemi sürecinin de, herkes için elde kalan tek seçenektir. Kim bilir belki de paradigma zaten çoktan yazılmıştır ve emperyalistler zorunlu bir barışın hikayesini çoktan yazmışlardır. “Kıl payı seçilen” Cumhurbaşkanı da bu hikayenin figüranıdır belki, bunu henüz bilmiyoruz. Fakat Kıbrıs mükemmel bir sonbaharla buram buram denizden gelen iyot kokusuna, dağlardan gelen çam kokusuna ve yan bahçelerde yakılan zeytin dallarının koruyuculuğuna inanılan tütsüsüne teslimdir. Bu nedenle “Barış hemen şimdi” diyenlerin mutlaka haklı çıkması da doğal olacaktır. Kıbrıs gibi dünyayı da kaçınılmaz gibi görünen sonlardan kurtaracaklar omuz omuza kurtuluş hedefiyle bu iyi niyetli ve vicdanlı insanları selamlamalıdır. Çünkü Kıbrıs, Kıbrıslılarındır, mücadeleleri de enternasyonaldir.