Murat UTKUCU yazdı – Vali Hazretleri halkın arasına karışıyor ve bir dönercinin tezgâhına yanaşıyor. “Hayırlı işler” diyor. Oralı olmuyor Dönerci. Vali Hazretleri fena bozuluyor ve genelgede olmayan maddeleri sıralayıp kapatıyor “ekmek teknesini” esnafın. “Mühürleyin”…
Kibrinizden iktidarlar eskittim
Sayın Vali vakası ve dönercinin Ahı
Elinize bir kamera alıp çıkın dışarı ve sokaktaki yurttaşa polis hakkında fikrini sorun. Hemen hepsi polise güven tazeleyecektir. “Peki!” deyin “Karakola bir işiniz düşse!” İstisnasız hepsi “Allah düşürmesin” diyecektir bu kez. Farkındaysanız deyimin kendisi de “düşmek”. Çünkü, bu topraklarda karakola gidilmez düşülür. Hukukun, kuantum belirsizliğinde olduğu bir ülkede devlet, korkutur çünkü. Yurttaşın karakol ile kurduğu bu korku filmi ilişkisi, tüm o sevgi gösterisine rağmen yurttaş-devlet paradigması hakkında fikir verecektir.
1968 Türkiye’sinde, devrimci entelijansiya, Kerim ve Ceberrut Devlet kavramları üzerinden de meseleyi anlamaya çalışmıştı. Hem şiddet tekelini egemen sınıf lehine kullanan hem yoksula elini uzatan devlet. Mahir Çayan’ın ünlü “kesintisiz devrim” tezinde dahi bir göz boyama taktiği ve devrim geciktiricisi olarak bahsedilen Kerim devlet!
Goebbels görse “Biraz da kitabına uydurun!” derdi muhtemelen
Yıllar önce izlediğim bir film hatırlıyorum. Yoksul köylülerin ağa ile mücadelesinde karizmatik kaymakam, Willys cipiyle köye gelir. Deri çizmeleri, spor ceketi, atletik vücudu ve mülkiye rozeti ile devlet dinamizmini temsil eden bu genç bürokrat, köyün suyuna el koyan zalim ağayı halkın içinde fırçalar, haklının hakkını teslim eder. Adaleti tesis eder. Ve alkışlar arasında cipine atlayıp gider. Kaymakam, Kerim Devlet’tir. Oysa o gün de bugün de devletin mütehakkim sınıflar ile ballı börekli ilişkisi malum. Film tatlı bir yalan söylüyor seyirciye, biliyoruz. Lakin yalanı yutmaya teşne bir halk var ve tarafsız ve sınıflar üstü devlet görünümü daha inandırıcı o dönem. Bugünse devlet ve iktidara yakın sermaye grupları ülkenin tozunu atmakta. Sıkıysa şimdi derelerin suyunu çeken açgözlü HES müteşebbisi ya da ormanları talan eden maden şirketlerine dair çektiğiniz filmde halktan yana bir kaymakam profili çizin. Mülki amirler ile patronlar kucak kucağa. Bugün devlet o kadar pervasız bir duruş sergiliyor ki Goebbels görse “Biraz da kitabına uydurun!” derdi ihtimal. Ama pervasızlığın bir sebebi milli irade kavramı ile meşrulaştırılmak istenen “kıl payı” çoğunluk despotizmi değil mi?
Meğer köprü geçene kadar imiş tüm bu iddia
Şimdi kimse hatırlamaz Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara gelmeden önce şöyle diyordu: “Millet devlete değil devlet millete hizmet eder.” Ve devletin gadrine uğramış dışlanmış kim varsa hepsiyle devleti barıştırmak, sorunları demokrasiyle çözmek için geldiğini beyan ediyordu. Şimdi HDP’lilerin hapse atılmasına vesile olan “Kürt Açılımını” Alevi ve Çingenelere ilişkin çalıştayları hatırlayın. AKP, Eski Rejim ile hesaplaşırken olabildiğince demokrat ve bir İslamcı partiden beklenmedik ölçüde liberal bir görüntü veriyor ve öyle olduğunu çünkü değiştiğini iddia ediyor, oy ve dikkat çekiyordu. Meğer köprü geçene kadar imiş tüm bu iddia.
Lakin AKP iki hususta vitrini iyi toparladı o dönem: Karakollarda kötü muameleye son ve vatandaşa saygıda kusur etmeyen vali. Demokrat Parti, nasıl ki Ankara’yı köylüye açmakla övündüyse AKP de valiyi vatandaşın hizmetine koşuyor, geçmişin burnundan kıl aldırmayan valileri ve genel olarak devletin memuru bu “yeni” dönemde kendilerine çeki düzen veriyor ya da öyle olduğu iddia ediliyordu. Neyi hedeflediği belirsiz de olsa açılım politikalarının demokratik rüzgârları, vali ve polisi daha dikkatli davranmaya sevk ediyordu. Nihayetinde iktidarın memurundan söz ediyoruz. Böylece ilk kez “Sayın Valim soğukluğu” niyetle de olsa aşılıyordu.
“Sayın Valim” mesafesi sahalara geri dönüyor
Köprünün altından çok sular aktı. AB rüzgârıyla yelkenleri şişirilmiş Demokratik Türkiye gemisi yolun yarısında demokrasiyi denize atıp yoluna devam ediyor. Bunun en tipik göstergesi “Sayın Valim” mesafesinin sahalara geri dönmüş olması. Böylece Eski Rejim’in halka karşı o mütekebbir dilini kesip atmak için gelmiş bir parti yirmi yıl sonra yerine geçtiği şeye dönüşümünü tamamlamış oluyor. Kürt coğrafyasında kayyum atandıkları belediyelere Estergon Fatihi gibi giren valileri bir kenara bırakıp Denizli’de yaşanan olaya bakalım.
Vali Hazretleri halkın arasına karışıyor ve bir dönercinin tezgâhına yanaşıyor. “Hayırlı işler” diyor. Oralı olmuyor Dönerci. Vali Hazretleri fena bozuluyor ve genelgede olmayan maddeleri sıralayıp kapatıyor “ekmek teknesini” esnafın. “Mühürleyin”. Hepsi bu. O işletmede çalışan onca insan ve ailesi? Boşver canım! Peki yasaya uygun mu? Yanlış soru! “Kanun’a değil Vali Hazretlerinin haleti ruhiyesine uygun mu?” diye sormak gerekiyor. Aşağıdaki videoda o anları izleyin ve yurttaşın Vali tarafından temsil edilen “şey” karşısında ne kadar zayıf, korumasız ve zavallı olduğunu görün. O şeyin adı devlet. Vali, devleti temsil ediyor. Kibrini oradan alıyor. O yüzden, gücü kaybettiği anda acz içine düşüyor. Görevden alındığı ya da emekli olduğu ya da tenzil-i rütbeye uğradığı anda. Bürokrat trajedisi. Kendinde değer yaratamayanların, değerlenmek için devletin kudretini üstüne giymesi. Bekçi Murtaza Sendromu.
Bir kibir ki şizofreniden farkı yok
Vali’nin tepkiler üzerine yayımladığı o hata dolu özür metinleri ise akıllara seza! Zarf ve mazruf o kadar hatalı ki art arda yayımlanıyor bildiriler. Allah’ın hakkı üçtür diyerek üçüncü özürde nihayet doğrusu budur diyor Vali. Lakin metnin ruhuna sirayet etmiş kibir ve cesamet zerre kıpırdamamış. Orada duruyor. O denli yüksek bir kibir ki şizofreniden farkı yok. Yoksa normal bir insan “Şahsımın yaklaşımı, şahsımı da üzdü” diyebilir mi? Üstelik resmi yazışma dili kurumlar üzerinden olur. Kaldı ki bu bir özür mektubu. Samimiyet nerede?
Ancak metinde bir bölüm var ki siyasal İslamcı iktidarın parlak dönemlerine bir atıf sanki: ”Bizler milletimiz için varız ve bu milletin hizmetkârıyız. Devlet, millet için vardır.” Vali, hatırlıyor. AKP’nin düzen partileri içinde muadillerinden ayıran vaadini hatırlatıyor. Şimdi vaatler mezarlığında yatan demokratikleşme projesini. Kerim Devlet iddiasıyla ortaya çıkanların ceberrut devletin esvabını ne kadar rahat giyebildiğini bize hatırlatıyor aslında. Emek ve Adaleti gözeten demokratik hukuk sisteminin özgürce yaşayabilmek için olmazsa olmaz olduğunu da.