SEÇTİKLERİMİZ – Hamide RENCÜZOĞULLARI Artı Gerçek için yazdı: “Türkiye’nin Suriye ordusunun kuşatmasında kalan Morek 9. Gözlem noktasından çekilmesi oldukça sessiz karşılanıyor. Hiçbir resmi açıklamanın yapılmaması, bu adımın hangi zorunluluktan ya da hangi tercihten kaynaklandığının daha çok kurcalanmasını gerektiriyor.”
Türkiye’nin Suriye ordusunun kuşatmasında kalan Morek 9. Gözlem noktasından çekilmesi oldukça sessiz karşılanıyor. Hiçbir resmi açıklamanın yapılmaması, bu adımın hangi zorunluluktan ya da hangi tercihten kaynaklandığının daha çok kurcalanmasını gerektiriyor. Geçen hafta Rusya tarafından Türkiye’nin önüne sürekli Suriye ile Libya dosyalarının birlikte getirildiğine ve Lavrov'un "Türkiye bizim stratejik ortağımız değil, partnerimizdir" dedikten sonra İdlib’deki hareketliliğin daha da arttığına değinmiştik. Rusya, Cisril Şuğur’un kuzey kırsalındaki Çin/Uygurlu el Kaidecilerinden oluşan Türkistan İslam Partisi karargahını vurdu. Ateşkesten sonra ilk kez Çin’li el kaidecilere yönelik bu denli büyük bir operasyon gerçekleşti. Dolayısıyla bundan sonra Rusya’nın “partner Türkiye” ile İdlib dosyasını hangi aşamaya getireceği merak ediliyordu. Derken Türkiye, Suriye ordusunun kuşatması altındaki 9. gözlem noktasını bu haftanın başında sesiz sedasız boşalttı. Morek’teki bu TSK gözlem noktası, Suriye ordusunun bu yılın başında genişlettiği kontrol alanında kalan ilk gözlem noktasıydı. Daha sonra toplam 13 gözlem noktası Suriye ordusunun kuşatması içinde kaldı. Ama özellikle Morek için “asla çekilme söz konusu değildir” denildi. Oysa şimdi oldukça sesiz ve çok hızlı bir çekilme oldu. Beton blokların yıkımı ile taşınması iki gün sürdü.170’ten fazla araçla üssü taşıyan TSK konvoyu, Rusların koruması altında Cebel Zaviye’ye doğru yol aldı. Cebel Zaviye ise, Türkiye’nin cihatçılardan arındırması istenen M4 yolunun güneyinde yer alıyor ve Suriye ordusu ile cihatçı gruplar arasındaki çatışmaların aslında hiç dinmediği bir yerdir.
Şaşkınlık içinde bu çekilmeyi izleyen muhalif kaynaklar, Morek’ten sonra Şeyh Akil, Tel Tukan ve Arima’daki gözlem noktalarının da taşınacağını söylüyor. Suriye ordusu kuşatmasındaki geriye kalan diğer gözlem noktalarının da taşınacağına kesin gözüyle bakılıyor. Ama önce bu noktaların daha sonra nereye yeniden kurulacaklarını belirlemek için keşif yapılıyor.
Şu an taşınan ve taşınacağı söylenen gözlem noktalarıyla ilgili bir hatırlatma yapmakta fayda var. Geçtiğimiz ayın ortalarında bu gözlem noktaları önünde “Türkiye’nin Suriye topraklarını terk etmesi” için protesto gösterileri yapıldı. Protestocuların gözlem noktalarına yaklaşmalarını önlemek için biber gazıyla müdahaleler de oldu. Başka bir ilginç gelişme de şu: Bu protestolar, Ankara’da Rus ve Türk heyetinin İdlib dosyasını görüştükleri bir zamana denk geldi. İki heyet örüşmesinden bir sonuç çıkmadığı söylendi ve herhangi bir açıklama da yapılmadı. Ama Türkiye’nin İdlib’deki varlığını azaltması ve M4 yolunun kuzeyine çekilmesinin talep edildiği biliniyordu, lakin bir anlaşmaya varılamadı. Şu anda deniliyor ki, “Rusya, masada varılamayan mutabakatı sahada sağladı.” Türkiye yanlısı muhalif gruplardan Feylak el-Şam (Şam lejyonu) liderlerine dayandırılan bilgiye göre, Suriye ordusunun kontrol ettiği bölgelerde bulunan tüm TSK gözlem noktalarının İdlib’in derinliğine çekilmesi konusunda Türk-Rus yetkilileri arasında yoğun istişarelerde bulunuldu ve saatlerce süren bu görüşmelerin neticesinde çekilme başladı.[1]
Bunun nedenleri ile ilgili olarak da şunu söylüyorlar: Suriye ordusu kontrolünde kalan noktaların bir askeri değeri kalmamıştır. Türkiye, Rusların garantörlüğünde öylece duran ve işlevsiz olan bu gözlem noktalarını İdlib’in derinliklerindeki TSK pozisyonlarını güçlendirmek için çekiyor.
Peki nerelerde pozisyonun güçlendiriliyor? TSK’nın yeni yerleşim haritasına bakıldığında gözlem noktalarının, İdlib’in güneyindeki Cebel Zawiye bölgesi hariç, genellikle M4 yolunun kuzeyine paralel bir şerit halinde dizildiğini görüyoruz. Aslında bu şerit, Moskova protokolü gereğince oluşturulması istenen güvenlik koridoruna uygun bir konumlanıştır. Mart 2020'de imzalanan ateşkes ek protokolüne göre M4 karayolunun kuzeyinde 6 kilometre ve güneyinde 6 kilometre derinliğinde bir güvenli koridor tesis edilmesi mutabakatı söz konusuydu. Kuzeydeki güvenli koridor Türkiye garantörlüğünde, güneydeki 6 kilometrelik derinlik de Rusya’nın garantörlüğünde olacak. Aslında Rusya şu anda adım adım protokol yükümlülüklerini Türkiye’ye uygulatıyor sayılır. Ve Suriye ordusuna “Soçi sınırlarının dışına çekilmezse omuz üstünde baş bırakmayacağız” tehdidini yapan Türkiye, Moskova’da çizilen “yeni Soçi sınırlarına” kendisi çekiliyor şimdi. Kimileri bunu “Rusya Türkleri, Moskova’da çizilen nihai pozisyona çekiyor”[2] şeklinde yorumluyor.
Rusya, bu “nihai pozisyona” Türkiye’yi çekiyor olabilir, ama “İdlib’deki askeri varlığını azaltması” ile ilgili taahhüdün aksine Türkiye, bu süreçte daha fazla yığınak yaptı. Kimine göre Rusya, diğer dosyalarla birlikte İdlib dosyasını masaya sürerek, Türkiye’nin şimdiye kadar yerine getirmediği yükümlüklerini sessiz sedasız yerine getirmesini sağlamaya yeni başlıyor. Ancak kimi gözlemcilere göre bu “yeni sınırlara çekilme” işi Rusların başarısı değil, Türkiye’nin yaklaşmakta olan İdlib operasyonu için bir pozisyon alıştır. Rus uzmanlara göre ne Türkiye geri adım atmıştır ne de bu adımda Rusya’nın herhangi bir baskısı olmuştur. Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi uzmanı Kirill Simonov’a göre Rusya'nın bu çekilmeyle ilgili ne Türkiye'ye taviz vermesi ne de teşvik etmesi söz konusudur. O’na göre “büyük olasılıkla Ankara İdlib’e yönelik yeni bir askeri operasyonun zorunluluğunu fark etti. Muhalefete askeri destek vermeye karar vermesi durumunda kuşatma altındaki noktaların rehine olabileceğini düşündü. O yüzden çekiliyor. Çünkü Ankara, Moskova’nın desteğiyle Şam’ın M4 karayolu üzerindeki güvenli koridor anlaşmasının yerine getirilmesi için adım atacağını biliyor ve İdlib operasyonunun yaklaşmakta olduğunu görüyor.”[3]
Dikkatler yeniden Fırat’ın doğusuna yönelir mi?
Çekilmeyle ilgili Rusya ile Türkiye arasında bir anlaşma olup olmadığı tartışılırken, dikkatleri Fırat’ın doğusuna çeken çatışma haberleri geldi. Çarşamba günü Türkiye yanlısı gruplar, Ayn İsa’nın Sayda köyündeki Suriye Demokratik Güçleri-SDG noktasına saldırı düzenlediler. Muhalif kaynakların bildirdiğine göre bu çatışmada SDG’nin 6, Türkiye yanlısı grupların 4 üyesi öldü. Bir yandan TSK İHA’ları alçak uçuş yaparken, diğer taraftan Rus güçleri de hareketlendi. Bir süre devam eden Ayn İsa çatışmalarının ardından Rus askeri yetkililer ile SDG güçleri, Rus koordinasyon merkezinde acil bir toplantı geçekleştirdiler. İddiaya göre bu toplantıda SDG yetkilileri Rusya’dan Türkiye’nin operasyonlarını durdurmasını istediler. Ruslar da SDG’ye, Ayn İsa ve Tel Abyad’ın batı kırsalındaki Suriye güçlerinin sayısının arttırılması karşılığında SDG’nin de aynı oranda askeri sayısını azaltmasını önediler. Bu öneriye cevap vermek için süre istendiği bildirildi.[4] Belli ki yine dikkatleri İdlib’den uzaklaştırarak Fırat’ın doğusuna çekme hamlesi söz konusudur. Ancak kimi gözlemciler, Rusya’nın bu şekilde devreye girmesinin de Türkiye ile anlaşmalı olabileceğine işaret ediyorlar. Çünkü eğer SDG güçlerinin sayı azaltma ya da bir nevi çekilme gibi bir pazarlığa onay vermeleri demek, Türkiye’nin propagandaya yetecek kadar bir miktarlık kazanım elde etmesi demektir. Bu da İdlib güneyine yönelik operasyona “sessiz kalmasının karşılığı” olarak yorumlanıyor.
Gerçi Rus uzmanlara göre, Rusya’nın Türkiye’ye herhangi bir tavizi ya da teşviki söz konusu değildir. Ancak Türkiye’nin İdlib’deki yeni pozisyon alışının arkasında ister bir askeri operasyona hazırlık olsun, ister olası operasyon karşısında “sessiz kalma” taahhüdü vermiş olsun, her iki durumun barındırdığı ciddi handikaplar var. Birincisi, TSK hala M4’ün güneyindeki Cebel Zaviye’de bulunuyor ve üstelik burayı da askeri takviyelerle güçlendirmeye devam ediyor. Burası çatışmaların ara vermeden devam ettiği bir bölgedir. O halde Türkiye bu bölgede yeni bir çatışmaya mı hazırlanacak, yoksa çatışmaları önleme görevini mi üstlenecek? Daha dorusu garantör olunan muhaliflerin Suriye-Rusya operasyonlarına karşılık vermelerine mi engel olacak? Zira muhalifler daha çok bu olasılığa dikkat çekiyorlar. Çünkü TSK’nın Hama’nın kuzeyindeki Morek gözlem noktasını taşımayı bitirdikten bir gün sonra Rus savaş uçakları Cebel Zaviye’deki muhalifleri tekrar bombalamaya başladı. Buna dayanarak diyorlar ki; “ bu bombardımanın, Morek’ten çekilen TSK konvoyunun Rus keşif uçakları eşliğinde Cebel Zaviye’ye giriş yapmasıyla aynı zamana denk gelmesi dikkat çekicidir.” Bu durumda, “Türkiye, M4’ün güneyine yönelik operasyonlara ses çıkarmama sözü mü verdi” sorusunu muhalifler de soruyor.
Diğer akla gelen kritik soru da şudur? M4’ün kuzey hattını güçlendiren TSK, cihatçı gruplara yeniden kalkan mı olacak? Öyleyse, her iki durumda Türkiye açısından yeni krizli sayfalar açılabilir. TSK’nın cihatçılara kalkan olması, Suriye ordusu ile Rusya güçlerini tekrar karşısına alması demektir ki, bu da Şubat hezimetinin tekrarını olası hale getirir. Muhaliflerin çatışmalardan alıkonması ise, öfkenin Türkiye’ye yönelmesi ihtimalini doğurur. Bu da şu ana kadar korunup kollanan cihatçıların namlusunun ya TSK noktalarına ya da Türkiye sınırlarına yönelmesi demektir.
Muhalif gruplarda iç çatışmalar derinleşirken, Türkiye’ye yönelik tehditler de arttı
Bu gelişmelere eşlik eden diğer önemli şey de, muhalif gruplardaki iç çatışmaların derinleşmesidir. HTŞ içindeki “yeniden yapılanma” krizi devam ederken, Tükiye’nin kurduğu Suriye milli Ordusu içinde yer alan Ahrar el Şam grubunda da liderlik kavgası başladı. Kimine göre “örgüt içi darbe” olarak nitelenen yeni gelişmede, Ahrar el-Şam içindeki saha komutanları bir muhtıra yayımlayarak, HTŞ’ye yakın olan Hasan Sufan’ın lider olmasını istediler. Sufan, örgütün eski lideriydi ve 2018’de liderliği Cabir Ali Paşa’ya devretmişti. Şimdi 21 askeri kurmayın altına imza attığı bildiriyle tekrar lider olması isteniyor. Öte yandan mevcut lideri destekleyenlerden karşı hamle geldi, askeri komutada tasfiyeler başladı. Kimine göre Sufan gelirse örgüt SMO’dan ayrılıp HTŞ’ye katılır. Kimine göre şimdiki lider Cabir Ali Paşa kalırsa örgüt dağılır. Bu liderlik kavgası hangi yönde biter ve sonuçta Türkiye’ye hayır mı şer mi getirir bilinmez, ama TSK’nın çekilmesinden sonra Uygurlu el-Kaidecilerden Türkiye’ye yönelen tehditlerin hayra alamet olmadığı kesindir.
Cisir el-Şuğur’un kuzeyini tutan Uygurlu el-Kaidecilerden Türkiye’ye yönelebilecek ciddi bir tehdit söz konusu. Buradaki Türkistan İslam Partililer hem ateşkes kapsamında değiller hem de Türkiye’nin garantörlük vadettiği güvenli koridorun dışındadırlar. Yani bu bölge Rusya-Suriye güçlerinin operasyonlarına açık hale gelmiştir ve muhtemelen Türkiye de sessiz kalacaktır. Ki zaten geçen hafta Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın Rus mevkidaşı Sergey Şoygu ile gerçekleştirdiği telefon görüşmesinde İdlib'i konuşmalarının ardından Türkistan İslam Partisi karargahına yönelik Rus uçaklarının yoğun bombardımanına dikkat çekmiştik. Bu operasyonda TİP'in en az 30 militanının öldürüldüğü bildirilmişti ve bundan dolayı Türkiye’ye yönelik tepkiler açığa çıkmaya başlamıştı. Bu hafta başında TSK gözlem noktasının Morek’ten taşınmasına fazlasıyla öfkelenen ve bunun üzerine Erdoğan’a tehditler yağdıran bu örgüt, Türkiye’ye rağmen çatışma yemini etti. Bu tehditlerin altında aslında Türk-Rus anlaşmasında kendilerinin kurban edildiklerine dair kaygı ve bunun doğurduğu öfke var. Kaldı ki, Moskova mutabakatından bir ay sonra M4 karayolu üzerinde bir Türk askerinin ölümüne yol açan TSK konvoyuna yönelik ilk saldırıyı gerçekleştiren de bu örgüttü. Şimdiki tehditler Türkiye için hiç de hayra alamet değil. Çünkü bu Türkistanlı cihatçıların bulundukları yer, Hatay sınırına bir taş atımlık mesafededir. Yani tehlike kapıda duruyor!..
[1] https://stepagency-sy.net/2020/10/18
[2] https://www.baladi-news.com/ar/articles/66501
[3] https://nedaa-sy.com/news/22930
[4] https://stepagency-sy.net/2020/10/21