SEÇTİKLERİMİZ – Can CEMGİL Gazete Duvar için yazdı: Marksist bir jeopolitik analizin inşası için öncelikle formel jeopolitikten kurtulmalıyız. Yani gerçek ulusal çıkar nerededir sorusu, Marksist jeopolitik analizin sorusu değildir ve olmamalıdır.
Geçtiğimiz ay içinde Gazete Duvar sayfalarında yayımlanan ve Türkiye’nin dış politikasını ve uluslararası ilişkilerini küresel düzen içinde konumlandırmaya çalışan iki yazı dikkat çekiciydi. Birincisi Ümit Akçay’ın ‘Suriye, Libya, Yunanistan, Ermenistan… Ne oluyor?’ başlıklı yazısıydı. Akçay bu yazıda Türkiye’nin son dönemlerde farklı coğrafyalarda askeri varlığını ve etkisini arttırma çabasını, ‘küresel ara rejimin’ yarattığı boşluktan yararlanmaya yönelik olağan veya beklenebilir bir girişim olarak değerlendirmişti. İlhan Uzgel’in kaleme aldığı ‘Küresel jeopolitiğin dönüşü, Kafkasya ve Türkiye’ başlıklı yazı yine Türkiye’nin dış politikada artan askeri etkinliğini liberal küresel düzenin zayıflamasıyla birlikte devlet ve güvenlik merkezli bir dünyada jeopolitiğin yükselişiyle ilişkilendiriyor. Her iki yazıda da jeopolitiğin konvansiyonel anlamı dışında bir analize tabi tutulabileceğini görüyoruz. Hatta Uzgel son derece yerinde bir çağrı yapıyor ve ‘…Marksist bir jeopolitik analiz alanının zenginleşmesi, tartışmaların yoğunlaşması gerekliliği’ne işaret ediyor.
Jeopolitik denince hem kamuoyunda hem de akademik dilde genellikle terimin konvansiyonel anlamı akla geliyor. Bu konvansiyonel anlama göre jeopolitik terimi, değişmez ve mutlak kabul edilen fiziki coğrafyanın, ‘modern’ ulus-devletlerin dış politika karar ve uygulamalarını nasıl kısıtladığıyla alakalı. Bu yüzden, anaakım jeopolitik çalışanlar sıklıkla dünyayı ‘kendi devletleri’nin gözünden görme ve ürettikleri bilgiyi ‘ulusal çıkar’ın hizmetine sunma eğilimindedir. Meşrulaştırması güç olan eylem ve strateji biçimleri yapısal kısıtlar, yani coğrafyanın ve jeopolitiğin dayattığı zorunluluklar olarak etiketlenir. Liberaller ve sosyal demokratlar gibi, kendi devletlerinin ‘hatalarına’ görece daha eleştirel bir gözle bakanlar, ulusal çıkarın iktidarın izlediği yolda değil, kendi önerdikleri yolda olduğuna işaret eder ve bir tür devlet aklına geri dönmenin gereğini vurgular. Aslında bu yaklaşım da jeopolitiğin formel ve konvansiyonel anlamını sorgulamaz, sadece ‘yanlış’ yoldan, ‘doğru’ yola, yani jeopolitiğin ve reel politiğin asıl gereğine davet eder. Her halükârda bu ikinci tutum da jeopolitiğin devlet gözünden görme niteliğini sorgulamaz. Tam da bu yüzden daha eleştirel akademisyenler, devletin bir bürokratı veya memuru olma riskini bertaraf etme amacıyla kendi disipliner perspektiflerini jeopolitik olarak değil, siyasi coğrafya olarak tanımlar.
Can CEMGİL’in Gazete Duvar’daki yazısının tamamını okumak için TIKLAYIN