Varbet DİRENYAN yazdı: Yorgun ülke KKTC, bir yandan pandemi skandalları, pandemiden kaynaklı işsizlik artışı gibi sorunlarla boğuşurken, Ekim’de gerçekleşecek Cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanıyor. ‘Küçük ve yalnız ülke’ bilinmezlerle yolunu arıyor…
Mart ayında başlayan Covid-19 kapanma süreciyle yaklaşık üç ay sokağa çıkma yasakları, uçuş ve gemi seferlerinin durdurulması sürecini yaşayan ve ardından yaşadığı hiç yeni vakanın görülmediği dönemi özlemle arayan KKTC toplumu, son günlerde zor bir süreçten geçiyor. Türkiye’nin devrimci sol, sosyalist ve çağdaş insanlarının duyarlılığına ve desteğine daima ihtiyaç duyan KKTC sivil toplumu, bu dönemde bir de ertelenmiş seçimi gerçekleştirecek sağlıklı bir süreci ararken, medikal anlamda da eski huzurlu, sağlıklı günlerini mumla arar durumda.
Ada’nın kuzeyi, pandemi nedeniyle alınan zorunlu bir dizi kuraldan vazgeçecek “açılım” kararını bile almadan hemen önce, bizzat Bakanlar Kurulu üyesi bazı politikacıların gizli imzalarıyla yaşanan bir dizi skandala sahne oldu. Karantinayı bir yana bırakın, PCR testi dahi olmayan “özel” kişileri taşıyan, Türkiye’li bir iş insanına ait özel bir jetin, bir hafta sonu eğlencesi için Ercan Havalimanına inmesi ve “marina ihalesi için gelen büyük yatırımcılar” diye lanse edilip sonra ortaya çıkan bu rezaletin üstünün kapatılmaya çalışması gülünç bir trajedi olarak yaşandı. Dünya’nın hiçbir yerinde yaşanmayacak bu benzersiz durumun yanı sıra; sahte PCR testleriyle adaya gelenlerin, burada doğru kitlerle yapılan Covid-19 testleri pozitif çıktı. Karantinada olmaları gerekirken otellerinden gemi seferiyle kaçanlara, havaalanından Lefkoşa’da direkt berber salonuna girmeye çalışan “Türkiye Cumhuriyeti” vatandaşına varana kadar buram buram bir kontrolsüzlük kokmaya başlamıştı. Özellikle Türkiye’den kadrolu taşıma nüfusun dillendirdiği, adanın asıl sahibi yerli muhaliflerin de zaman zaman sinir krizi anlarında kullandığı “Küçük Türkiye” tanımlaması hızla doğruluğunu kanıtlıyordu. Çünkü ortaya çıkan bütün bu rezaleti, “gaz” paylaşımına ortak olma sancıları içinde, Maraş açılımı gibi gerçek olması mümkün olmayan balon haberlerle perdeleyen ve talimatla çalışan bir hükümet var ve giderek sendelemektedir.
Adanın güneyinde ise pandemi dünyanın her yerinde olduğu gibi acil bir kapanma ile başlamıştı. Aynı anda büyük tartışma ve karşı gösterilere sahne olan, kuzeyle bağlantı noktaları; yeşil hat kapılarının da kapatılması gerçekleşmiş fakat çok da uzun da sürmeden belli kapılar, kontrollü olarak açılmıştı. Vaka sayılarının yeniden hızla yükselişi adanın her iki tarafında süratle artmış ve vaka sayısı artmasına rağmen, kapılar açık tutulmuştu. Belli sayıda kapı hala açıktır ama geçiş prosedürleri ve maliyeti nedeniyle çok tercih edilmemektedir. Kuzeyde yönetimde bulunan Ulusal Birlik Partisi (UBP) ve Halkın Partisi (HP) koalisyon ortakları birbiri ardına birçok kararda uyumsuzluklar göstermelerine rağmen yan yana kalmayı sürdürmektedirler. Ekim ayında yapılması öngörülen fakat güncel koşullarda kaderi belirsiz Cumhurbaşkanlığı seçiminde, en güçlü rakipleri Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın; pandemide “temiz ada” kalabilme çağrılarını, Dünya Sağlık Örgütü’ne pandemi sayaçlarında KKTC’nin de gösterilmesi gibi taleplerini birer birer çalarak, kendi lehine kullanmayı bile denemiştirler. Cumhurbaşkanı’nı fiilen dışlama çabalarının yanı sıra pandemi açılım onayını verebilmesi için durum raporu isteyen Cumhurbaşkanı Akıncı’nın talep ettiği istatistiksel verileri kendisine elle tutulmuş bir kaç not kağıdı olarak götürebilecek düzeye de inmeyi başarmışlardır. Hiçbir şeyin gizli kalamadığı adanın kuzeyinde skandallar birbirini izlerken elbette vahim gidişat yılların tecrit, sefalet ve sömürge koşullarından yılmış halkın gözünden kaçmamaktadır. Fakat unutulmamalıdır ki küçük nüfuslu kozmopolit KKTC ortamında siyaset yerkürenin diğer her yerinden farklı gelişmekte ve uygar siyaset kriterlerinin dışında başka zeminlerde şekillenmektedir.
Elbette KKTC siyasetinin temellerini atan Rauf Raif Denktaş Amerikan güdümünde batılı bir siyaseti evini bir at arabası sırtında terk etmek zorunda kalan, büyük acılar çekmiş bir nüfusa zor empoze etmiştir. Öylesine bir siyasettir ki bu, 1974 harekatının ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin binlerce asker yığdığı topraklarda, bir yandan yıllarca yerli halka ulus olmaları için radyo yayınlarından doktrin uygularken, Türk askeri varlığının meşruiyetini sağlamak için hiçbir yönetime uzun süreli bir hükümet kurma yetkisi de vermez. Sürekli koalisyonlar kurulur ve bozulur bu ülkede. Sabır göstermede uzman olmuş ada halkıysa adeta bir “anavatanın” yavruları gibi hissettirilmekten bir türlü kurtulup, kendi özgün siyasetini üretemez. Bütün bunlara ve çekilen onca zulme rağmen Akdenizli sakinliklerini kaybetmemiş, kendi aşına kendi suyunu bulup koymuş bir toplumdur KKTC toplumu ve renklerini hiç yitirmemiştir. Öylesine renkli bir toplumdur ki politikaya soyunmuş ailelerde farklı partilerin üyeleri her pazar birlikte mangal başındadır. Çok zıt bir siyasi görüşten olabilir ama yeri geldiğinde dayanışma yapar, yeri geldiğinde çocuk gibi birbirlerine sadece küserler. Fakat kavga etmez, yeni doğan çocuklarına dedelerinin ismini taşıması için birbirlerinin adlarını çekinmeden verirler. Farklı ideolojiler keskinleşmez, birbirlerine siyaseten hakaret etmezler. Çünkü bilir ki; hısmı da hasmı da kendi küçük popülasyonundandır, kendi kanından, canındandır. Kavga etmez, etmeyi bilmez, çocuklarına öğretmezler. Ama halk mücadelesini iyi bilirler.
İşte tam bugünlerde bir seçime doğru sürüklenen KKTC’de siyaseten yalpalama kusuru hemen tüm siyasetçilere hastır. Örneğin, ilerici görülen ve son dönem federasyon talebini ağzından düşürmeyen Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, kendi aldığı ölüm tehditleri nedeniyle, pandemi koşullarında yanından geçilemeyecek düzeyde aciz bir bilişim yasasını imzalamış ve sosyal medyadan takip, suç üretme ve yasaklama imkanına onay vermiştir. Karşısındaki aday ve dönemin başbakanı Ersin Tatar adanın yerel büyük bir camisinde Ayasofya’nın ibadete açılış namazına katılıp, kararı kutsamış, dönemin Sağlık Bakanı Ali Pilli, hasta sayılarını ekranlarda defalarca karıştırmış, bir diğer Cumhurbaşkanı adayı dönemin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Kudret Özersay, gaz konularıyla ilgili detay, ortaklıklar hakkında yalan-yanlış bilgilerle demeçler verip Türkiye siyasetinden başka hiçbir şeye hizmet etmediğini bir kez daha açık etmiştir. Öyle günlerden geçilmektedir ki, ülkenin yegane faşist partisi Yeniden Doğuş Partisi (YDP) kendi kurultayından önce Ankara’yı ziyaret edip, tarafını öğrenmiş, dönüşte de Başbakan Ersin Tatar’la kurultay sahnesine çıkmıştır. Halka kalansa online başlanan eğitimin ilk günlerinde her gün değişen kurallarla yerel internet ağlarının çöküşü, asrın projesi diye güzellenen su hattının korozyon önleyici sistemi olmadığından hasarlanıp kopmasıyla yaşanan susuzluk, yol ihalelerine karşılık dağların, taşların Türkiye’li şirketlere peşkeş çekilmişliği, pandemi hastanesi olmak bir yana; artık yatacak hasta yatağı olmayan küçük bir ülkedir. Tıpkı Nuri Bilge Ceylan’ın 2014’te söylediği “yalnız ve küçük ülke”.
Adanın son gündemi sağlık sisteminin çöküşü ve zorla engellenen, geciktirilen yeni bir pandemik kapanmadır. Defalarca ilk ve orta öğretim okullarının açılacağı tarihin değiştirildiği adanın kuzeyinde, Türkiye üniversite seçme sınavlarında geçmiş yıldan daha yüksek bir talep görülmüş olmasına rağmen şu an bu öğrencilerin hangi şartlarda geleceği, nasıl ve nerede konaklatılacağı, sorumlunun kim olacağı, maddi yükü kimin üstleneceği gibi konulardan üreyen bir bilinmezlik bulunuyor. Varolan hükümet karar veremez halde ve birbiri üstüne tartışmalı kararlar alıp, bunları dakikalar içinde revize etmektedir. Yönetenlerin hesapsız ve birbirinden bağımsız sözleri karşısında kendilerine yönelen istifa çağrılarının da dilinin sertleşmesi an meselesidir. Muhtemeldir ki, şu an en kritik ve güçlü ses Türkiye’de hiç olamadığı biçimiyle sağlık çalışanlarının ve iş örgütlerinindir. Ara süreçte grevleri yasaklama kararı alan Bakanlar Kurulu aslında bu kez bambaşka güçleri karşısına almıştır ve olabilecekler fazlasıyla kendisini hissettirmektedir. Tamamen Türkiye’ye ait döviz yoksunluğunun acısını markette her gün yaşayan insanlar bir yandan sterling’le ev kirası ödeyememe haline gelmiş, birçok aile çocuklarını okuttukları özel okullardan almak durumunda kalmıştır. Yarı kapanma haliyle casino ve otellerin kapatılmasıyla bir anda yeniden işsiz kalan çok ciddi bir turizm emekçisi vardır. Sakin hayatlar süren Kıbrıslılar, artık hiç görmedikleri kavgaları mahallelerinde pencereden seyreder olmuş, adada üniversite okuma izniyle bulunan ve kaçak durumuna düşmüş kişilerin karıştığı suçlar rekorlar kırmaya başlamıştır. Kadın örgütü mensuplarınının Türkiye’deki kadına şiddet ve kadın cinayetlerine duyarlı sosyal medya mesajları yerini, sokakta uğradıkları tacizlerin ifşa mesajlarına bırakmaya başlamıştır.
Söylenecek, anlatılabilecek birçok konunun detaylarını bir sonraki yazıya bırakalım. Elbette o yazıya dek sayısız yeni şey yaşanacak olsa da bu yazı Türkiyeli devrimci, sol, sosyalist, demokrat ve ilerici insanlarının KKTC’deki yoldaşlarıyla dayanışmasında bir başlangıç umudu, eril dilli ana-yavru benzetmelerinin karanlığı yerine “bir orman gibi kardeşçesine olmanın” tertemiz başlangıç noktası olsun.