SEÇTİKLERİMİZ – Müge YÜCE Çatlak Zemin için yazdı: “İptal kültürü’ olarak adlandırılan, yüksek sesli ve sert oluşları nedeniyle karşıt görüşler tarafından olumsuzlanan itirazlar, meydan okumalar, kuşkusuz ki bugüne kadar sözü bastırılmış olanların bugün Twitter gibi sosyal medya platformları aracılığıyla da sözlerini söyleyebilmeleriyle mümkün oldu
“İptal kültürü” olarak adlandırılan, yüksek sesli ve sert oluşları nedeniyle karşıt görüşler tarafından olumsuzlanan itirazlar, meydan okumalar, kuşkusuz ki bugüne kadar sözü bastırılmış, susturulmuş olanların bir kısmının bugün Twitter gibi sosyal medya platformları aracılığıyla da sözlerini söyleyebilmeleriyle mümkün hale geldi. Harper’s mektubunu ve/veya diğer “iptal kültürü” karşıtlıklarını, bu anlamda, tarihsel olarak sözü tekelinde tutma ve ifade özgürlüğüne sınırsızca sahip olma hakkını sadece ve sadece kendinde görenlerin şimdi aldıkları tepkilerden ve bu tepkilerin yarattığı kısıtlamalardan/tehditlerden duydukları rahatsızlığın bir göstergesi olarak okuyabiliriz.
Şiddeti görünür kılmak için bazen olay çıkarmanız gerekir: alışılmış işleyişin, trafiğin akışının durdurulması, o kapının açılıp kapanmasının, kapının içinden ya da önünden geçilip gidilebilmesinin imkânsız hale getirilmesi gerekir.[1]
Sistem onu dönüştürmeyi deneyenleri engelleyerek çalışıyor. Demek ki sistemi dönüştürmek onun çalışmasını engellemekle mümkün.[2]
Sara Ahmed
Farklı politik duruşlara sahip yüz elli akademisyen, gazeteci ve yazarın imzaladığı, “Adalet ve Açık Tartışma Üzerine bir Mektup (A Letter on Justice and Open Debate)” başlıklı metin, Harper’s Magazine’de kısa bir süre önce yayınlanır yayınlanmaz, feministlerin ve diğer muhaliflerin eleştirilerinin hedefi oldu. Mektubun başlığı her ne kadar “özgürlükçü” bir söylem vadediyormuş gibi görünse de, içeriği her ne kadar Trump yönetiminin uyguladığı politikaları sorunsallaştırıyor ve ifade özgürlüğü alanının açık tutulmasının gerekliliğini savunuyormuş izlenimi verse de, bu metnin referans verdiği olaylara yakından bakıldığında, mektubun asıl sorununun sağcı/sansürcü/baskıcı uygulamalar ve politikalar ile değil, hâkim söylem dahilinde olumsuz bir tonla iptal kültürü (cancel culture) diye tabir edilen muhalif eğilimi benimseyenler ile olduğu açıkça görülebiliyor.
Mesela söz konusu mektupta ifade özgürlüğüne yapılan darbelere dikkat çekilirken, Siyah Amerikalı George Floyd’un polis tarafından öldürülmesinin ardından başlayan sivil eylemleri bir tehdit unsuru olarak görüp, Amerikan Ordusu’nu toplumsal düzeni yeniden tesis etmek üzere göreve çağıran yazıyı yayınlayan New York Times editörü Jeff Bennet’in sosyal medyada gördüğü tepkiler üzerine istifa ettirilmesi olayına gönderme yapılıyor.[3]
Dolayısıyla mektup, Bennet’in yayınladığı yazının ırkçı ve militarist tutumunu değil, böylesi bir tutumu eleştiriye tabi tutanları, bu yöndeki eleştirilerin Bennet’in işinden olmasının nedeni olduğu gerekçesiyle, özgürlük karşıtı olarak tanımlamayı tercih ediyor. Mektubun “hoş görülmesi gereken fikir ayrılığı” ifadesine vurgu yapması da J.K. Rowling’in son dönemde transfobik açıklamaları nedeniyle aldığı tepkilere bir referans olarak okunuyor; ancak bu ifade üzerinden farklı düşüncelere saygı duymaya yaptığı davet, mektubun Rowling’in transfobik açıklamalarını değil, bizzat bu açıklamaları eleştirenlerin tutumlarını sorunsallaştırdığını gösteriyor.
Kısacası, mektup, ırkçılığa, transfobiye ve ötekine yönelik diğer baskı ideolojilerine karşı düşünsel-edimsel tavır alanları olumsuz bir vurgu ile iptal kültürü olarak tanımlayan sağ tandanslı tutumlarla uyaklı bir şekilde, söz konusu kültürü kişisel hak ve özgürlüklere bir engel olarak görme eğilimi sergiliyor. Oysaki aynı mektup, sağ bir konumlanıştan iptal kültürü olarak olumsuzlanan muhalif edimselliği ve düşünselliği olumlayarak da hak ve özgürlük savunuculuğuna soyunabilirdi. Ne de olsa söz konusu muhaliflik de azınlıkçı bir duruş sergileyerek böylesine bir savununun mücadelesini veriyor. Ancak mektup, bu azınlıkçı hak ve özgürlük arayışının potansiyel bir linç kültürü oluşturmasından sakınarak, oldukça muhafazakâr, sözde özgürlükçü bir söylem aracılığı ile azınlığı ve azınlıkçı olanı baskılayan yerleşik güç mekanizmalarının sözcülüğüne ister istemez soyunmuş oluyor.
…Müge YÜCE’nin Çatlak Zemin’deki yazısının tamamı için TIKLAYIN