Haşim BARIŞ yazdı – Necdet yoldaş, ‘68’li devrimci yoldaşlarından aldığı bayrağı yere düşürmeyi aklından bile geçirmedi. Ulucanlar’da, Deniz’lerin sloganlarını işitmiş kavak ağaçları şahittir buna. Son sözleri “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği!” oldu. Bu slogan yüreklerimizde yankılanmaya devam ediyor hala.
Çocuk dediğime bakmayın, yaşasaydı bugün altmışiki yaşında olacaktı. Deniz mavisi gözleri ve alev alev yanan saçları vardı. Hiç tartışmasız mahallenin ve okuduğu lisenin en yakışıklı delikanlısıydı. Kabına sığmayan bir kuşağın binlercesinden biriydi. Yani birbirine çok benzeyen bir kuşağın. Yani devrimciliğin sihri üzerine sinmişti. Adanmışlık duygusunu su içer gibi sindirmişti. Süratle kapitalizmin ürettiği kirliliklere karşı, sosyalist düşünceyi bir şemsiye olarak yüreğine yerleştirmeye başlamıştı.
Her şey o kadar hızlı gelişiyordu ki, yaşamla ölüm arasındaki süre bazen yıllara, bazen aylara, bazen de günlere ancak sığıyordu. İhmale gelemezdi!!! Devrim bir rüya değildi çünkü. Coşkuyla yaşadığımız ütopyalarımızın, hayallerimizin vücut bulmuş haliydi. Neredeyse bir gerçeklikti. Hiç şüphesiz sömürüsüz bir dünyanın lezzetiydi. Özgürlük aşkıydı, mülkiyetsizlikti, paylaşmaktı. Her daim sistemin tuzaklarına, hainliklerine, katliamlarına karşı adanmış olmaktı. Yoksa devrimin sihri kaçardı!!!
Necdet ADALI böyle bir rüyanın sıra neferiydi. Aleyhinde tek bir kanıt olmadan acele idam kararı verildi. Mahkeme başkanı muhalefet şerhi düştü. Suçsuz dedi. Ceza infaz edilince de hakimlikten istifa etti. Binlercemizin başına gelebilecek bu hukuksuzluk ona rastladı. Ola ki devrimden yana olmanın elbette bir bedeli var zaten bilmekteydi. Bu devrim neferliğinin bedeliydi.
Şüphesiz Necdet’imizden bir Che GUEVARA yaratmaya çalışmamalıyız. Ancak unutmayalım ki bu aslan yeleli çocuk, gencecik yaşına rağmen hiç yalpalamadı. Umutsuzluğa kapılmadı. Devrim ve sosyalizm mecrasından ayrılmayı aklından bile geçirmedi. Hapishane sürecinde onlarca kez görüşmemiz oldu, her defasında üstüne biraz daha koymuş, güçlenmişti. Dimdik durmaya devam etti.
Cuntanın hazırlık olarak Ulucanlar Cezaevi’ndeki devrimcileri Mamak Cezaevi’ne aktarma operasyonu bu kadar erken olmasaydı muhtemelen özgürlüğüne de kavuşacaktı. Yarım kaldı, rüyaları gibi, aşkları ve ütopyaları gibi. Ve idam edilinceye kadar Mamak’ta her gün dövüldü. Burjuvazinin sınıf kiniydi bu. Teslimiyet ve pişmanlık göstermesi içindi hep olup bitenler. Ama başaramadılar. İdam sehpasına giderken bile vücudunda darp, cop izleri vardı. Öylesine korkuyorlardı ki ailesine haber vermeden mezara koydular.
Neo-liberalizmin dünya çapında demokrasi ve sosyalizm cephesine başlattığı topyekün saldırının bir uğrak noktasıydı 12 Eylül. Acımasızdı. Emperyalizmin “our boys”ları, omuzu onursuzlukla kalabalıklaşmış Konsey üyeleri derslerini iyi çalışmıştı. Ne yapıp edeceklerini ABD karargahlarında aldıkları derslerle belleklerine kazımışlardı. Öncelikle psikolojik harp, ardından işkence yöntemleri konusunda da CIA merkezlerinde eğitimlerini tamamlamışlardı. Oligarşi, artık yükselmekte olan sınıf hareketine, toplumsal muhalefete ve yükselen anti-faşist direniş hattına karşı amansızca saldırabilirdi. Tüm hazırlıklarını yapmıştı. Adım adım programlarını uygulayabilirdi. Ulusal mutabakatla suç işlemenin, katliam yapmanın, işkence odaları kurmanın zamanı gelmişti.
İşte böyle başladı devrimci avı. Öncelik esir aldıklarındaydı. Çünkü bu kurt kanunuydu, düşeni yemekle işe başlamalıydılar. Öyle de yaptılar. Kadim geleneklerinin ve devlet düsturlarının öğrettiği üzere, meydanlarda insanların kellesini sallandırmakla işe başladılar. Yasada, huhukta, adalette, mecliste, fermanda beş kişiye aitti. Ve onlar ne derse o olurdu. Bunu yapmaya devam ettiler.
Ama başaramadılar. Devrimcileri yendiler ama teslim almayı başaramadılar. Bu topraklar onlar için dikensiz gül bahçesi olmadı hiçbir zaman.
Necdet ADALI 8 Ekim 1980 tarihinde alelacele Ulucanlar Cezaevi’nde katledildi. Ve omuzu onursuzlukla kalabalıklaşmış cuntacılar, bağırıp çağırmaya, korkularını bastırmaya çalıştılar. Korktukça daha saldırganlaştılar. Daha fazla devrimciyi katlettiler. Çünkü katlettikleri hiçbir devrimci pişmanlık belirtmiyor, yürekli sözler ediyor, generallerin ödlerini patlatıyorlardı.
Necdet yoldaş, Türkiye devriminde bir yol ayrımı yaratan, kendi sağındaki güçlerden medet umma anlayışını yerle bir etmeyi canlarını vererek hayata geçiren, ‘68’li devrimci yoldaşlarından aldığı bayrağı yere düşürmeyi aklından bile geçirmedi. Ulucanlar’da, Deniz’lerin sloganlarını işitmiş kavak ağaçları buna şahittir. Son sözleri olan “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği!” sloganı yüreklerimizde yankılanmaya devam ediyor. Anısı önderimiz olacaktır.