Necla AKGÖKÇE yazdı – Son dönemlerde kadın ve toplumsal cinsiyet çalışmaları alanında sendikalarda görülen hareketlilik, bütünüyle Türkiye ve dünyada yükselen feminist mücadelenin bir ürünü. Bir kez daha söylüyorum, sınırları erkek yönetimlerce belirlenen bu çalışmaların gücü ve geleceği feminist hareketle ilişkilenmesine bağlı.
Kadınların ezilme deneyimi gerçekten de ortak. Bazen olayın sıcaklığında kendinize göre değerlendirme yapıp, bir kenara attığınız ve hatırlamak istemediğiniz bir yaşanmışlık, başka bir kadının deneyimi olarak aniden karşınıza çıkabiliyor. Araya zaman girdiğinde ve deneyimin öznesi değiştiğinde oluşan mesafe size daha ayrıntılı bir tahlil yapma imkanı verdiği gibi gerçek anlamda bir kadın dayanışmasının ne kadar elzem olduğunu da gösteriyor.
Tez- Koop İş Sendikası 1 No’lu Şube Başkanı Nejla Önder’den aldığım bir mail, sendikalarda kadın olmanın, bir feminist olarak sendikalarda politika yapmanın imkan ve sınırları üzerinde bir kez daha düşünmeme sebep oldu. Birazdan anlatacağım olaylar adını verdiğimiz sendikada geçiyor ama bunun hiç önemi yok, devrimcisinden, yandaşına pek çok sendikada benzer durumlara farklı kadınlar özelinde epey sık rastlamanız mümkün.
Tez- Koop İş İstanbul 1 No’lu Şube’de olağanüstü genel kurula gidildiğini ve seçimde kadın üye oranı yüzde 40’ı geçen hizmet sektöründe örgütlü pandemi sürecinde büyük market zincirlerindeki uzun çalışma sürelerine ve sağlıksız koşullara hiç değinmeden küçük dükkanlarla uğraşan, hatta bir kadın dergisi bulunan sendikanın tek kadın şube başkanının, bir oy farkla seçimi kaybettiğini duymuştum. Sendikalarda gelenekselleşmiş bir uzman tutumu gereği burada da kaybetmenin kaybedenlerin suçu olduğu söyleniyordu. Fakat memleketimizde ister siyasette ister sendikalarda, bir oy farkla seçim kazanıldığında ya da kaybedildiğinde o seçimin şaibeli olduğu veya sayılacağı ise gün gibi aşikardı.
Dayanışma etiği gibi şeyler…
Seçimin telaşı geçtikten sonra bir gün Nejla aradı, ısrarla konuşmak istiyordu, girişte bahsettiğim nedenlerle bu konuda hiç de istekli değildim. Neyse hislerimizi, kırgınlıklarımızı bir kenara iterek Kadıköy’de buluştuk.
Olağanüstü genel kurulun öncesi de varmış meğer. Nejla’yı Ankara’ya çağırıyor merkez yönetimi ve ona şubeyi yönettiği seçimle gelen arkadaşlarını istemediklerini ama ondan memnun olduklarını, arkadaşlarından vazgeçmesi gerektiği söyleniyor. Sendikalarda hüküm süren düşük yoğunluklu demokrasi geleneğine göre seçimle gelenin darbe ile pekala gidebileceğinin ipuçları veriliyor. Arkadaşlarını sat sen kurtul deniyor yani. Bu arada arkadaşları erkek ve onlardan birine böyle bir öneri getirilseydi, Nejla’nın gözünün yaşına bakmayacaklarını söylemek için kahin olmak gerekmiyor. Çünkü; sendika hiyerarşileri erkekler arası bir alışverişin, pazarlıkların, gündelik eril kültürün kolektifleştirilmesi sonucu oluşur. Netice; olağanüstü genel kurul ve alaşağı edilmek.
Hikayeyi dinleyince bu hiyerarşinin bir parçası gibi göründüğü -göründüğü kelimesini bilinçli olarak kullanıyorum, çünkü çok az kadına buraya dahil olmak nasip olur(!)- zamanlarda takındığı tavırları filan unutuyorum. Çünkü çok doğal ama bu camiada pek rastlanmayan bir şey yapıyor, satmıyor arkadaşlarını, onlarla dayanışıyor.
Dayanışma ezilen kişi ve grupların karakter özelliklerinden ve size olan tutumlarından hatta bazen erkekliklerinden (grev sırasında erkek işçiye verilen destek gibi) bağımsız olarak daha güçlü olanlara, iktidar sahiplerine karşı geliştirdikleri, bir ayakta kalma stratejisidir. Ezilme durumundan kaynaklanır. Kadın ya da adam rezilin teki diye iktidara, iktidarlara karşı mücadelesinde onu yalnız bırakmak elbette doğru değildir. Ayrıca kişisel olarak ele aldığınızda bu sizin dayanışma ahlakınıza ilişkin bir tutumdur, dayanıştığınız kişilerinkine değil.
Seni sendikaya yar ederler mi kadın
Patriyarkal toplumlarda her türlü iktidarın kenarında yaşayan kadınlarda ufak tefek sapmalar bir yana daha gelişkin bir dayanışma ahlakının olduğunu düşünürüm hep. Kendini ortak deneyimleri paylaştığınız ezilen başka birinin yerine koymak empati ve diğerkamlık…
Zaman zaman aleyhimize işlese de diğerkamlık, “başarılı olmak” için acımasızca birbirinin üstüne basan “önce ben”, “ben her şeyim benim ailem ve çocukların her şey” şiarını benimseyen patriyarkal ve neoliberal performans toplumunun değerlerini temelden sarsan bir tutumdur, kanımca. İyidir emeği, varlığı değersizleştirilen, herkese lazımdır. Kadınlara feministlere daha da çok lazımdır. Çünkü feminizm akademik feminizmin evrildiği biçimiyle (bir zamanlar bu feminizm harekete hizmet ederdi) bir performans gösterme alanı değil, kadınların yaşamının değişmesi doğrultusunda çaba gösteren bir siyasi dönüşüm hareketidir. Yani “Feminist bir yaşam sürmek”, Sara Ahmed’in yazdığı kitabın ismi değildir sadece. Neleri yapıp neleri yapmamanız lazım geldiği konusunda da bir doğrultu belirler.
Bu kadar pedagoji kafi mi, bırakıyorum zaten. Şimdi tekrar deneyimlerimizin kaynağı somut koşullara dönüyorum. Müsaade ederseniz aynı sendikada bundan üç yıl önce gerçekleşen bir başka Necla’nın (yazılışı böyledir ama telaffuzu Nejla’dır”) satma ve satılma deneyimini anlatmak istiyorum. Özel olan politiktir ile “mani oluyor halimi takrire hicabım” arasında gidip gelirken, bu da sendikalarda uzman yapısı ve istihdamına dair bir deneyimdir sonuçta, diyerek, hafifliyorum biraz. Uçmadığınız sürece hafiflik iyidir.
Petrol-İş Sendikası’nda güzel güzel kadın dergisi çıkarıp mesleğimi icra ederken, AKP’nin operasyonu ile yönetim değişiyor ve artık yarı özerk bir kadın dergisi çıkarmanın mümkün olamayacağı düşüncesiyle işten ayrılıyorum. Bunda başkan seçilen zamanın AKP’lisi şimdiki Deva Parti yöneticisi Ali Ufuk Yaşar’la olan takışmalarımın, toplantılardan atılmaların, yapılan haberlere taş koymaktan yaptığınız işin ve sizin değersizleştirilmenize kadar varan mobbingin de ciddi bir rol oynadığını söylemeden geçemeyeceğim. Mücadele tek başınıza kaldığınızda, değişimden umudu kestiğinizde çok yorucu olabiliyor.
Sivil hayata geçeli bir hayli zaman oluyor, apoletleri sökülmüş generaller gibiyim; hüzün dolu ve tek başına… Bir yaz günü, Petrol-İş Sendikası’ndan yine bir operasyon sonucu seçim kaybettirilen haklı olduğunu düşündüğüm için sevdiğim bir şube başkanı tarafından aranıyorum. “Tez- Koop İş bir kadın dergisi çıkarmayı hedefliyor, sizle bir konuşmak istiyoruz” diyor. Eylül ayında bir araya geliyoruz. Ne tür bir dergi çıkarılabileceği hakkında konuşuyoruz. Epey uzun zaman bir haber çıkmıyor, bir gün “gel” diyorlar atlayıp Ankara’ya gidiyorum. Sonradan ilk toplantıda feminist olduğumu söylememin onlar açısından caydırıcı olduğunu, bu konuda epey düşündükten sonra karar verdiklerini işitiyorum, sallamalarının nedeni buymuş. İşe başlıyoruz. Sendikada yeni alınan hevesli yazı kurulu oluşturabilecek sayıda genç kadın uzman olması, gerçekten de sevindirici bir durum.
Kadınlar hep eksik hep yetersiz
Yönetimlerdeki erkeklerin sendika dergilerine karışmaları elbette normaldir, sonuçta para onlardan çıkıyor, sendikaları onlar yönetiyorlar. Ama burada başlangıçtan itibaren yönetici erkeklerin yanı sıra ciddi bir erkek uzman müdahalesi de görülüyor. Kadın dergisinde konunun uzmanı bir kadın gazetecinin uzmanlığı, kadın olduğu için yetersiz addediliyor, eksik uzman muamelesi görüyor, yaptıkları iş son danışma mercii olarak erkeklere okutuluyor, denetleniyor. Kötü bir tutum ama “ilk anda böyle şeyler olur, aman devam edelim” filan diyor birlikte çalıştığımız arkadaşlar.
Daha sonraları sendika yönetiminin genç kadınlardan ikisi ile daha doğrusu birisi ile ciddi sorunları olduğunu, bu kadının görevlerinin tek tek elinden alınarak, işlevsizleştirildiğini, sendikal örgütlenme nedeniyle Anadolu Ajansı’ndan atılan diğer kadının da onunla dayanıştığı için mobbinge uğradığını öğreniyorum. Tüm bu gerilim ve çatışmalar içinde dergi yapmaya çalışıyorduk ama her sayı mutlaka bir tatsızlık ortaya çıkıyor, kadınlar da birbirlerine karşı hiç de dostane davranmıyorlardı. Yöneticilerin her şey, uzmanların hiçbir şey olduğu kıyasıya rekabet ortamında, kadın dayanışmasının maddi koşulları da yoktu galiba. Çünkü burası eskilerde olduğu gibi işçi sınıfı ve feminizm taraftarı kadroların onlarla birlikte ve onlar için bir şeyler yapmaya çırpındığı bir yer değil, bir iş yeriydi artık. Ve bu yalnızca o sendikaya ve Türkiye’ye özgü bir tutum değişikliği değildi.
Neoliberal yaşam tarzı sendikaların ve orada çalışanların gündelik pratiklerine çoktan sirayet etmişti. Bu durum dünyada da böyleydi. Gün Abi’nin (Bulut) Küresel Kapitalizm ve Sendikal Kadrolar Güney Afrika Deneyimi, ismiyle çevirdiği kitapçıkta, bir araştırma bulgusu olarak sendikal kadroların değişimi şu şekilde ortaya konuyordu: “Araştırmanın bir başka bulgusu da kadroların sendikal çalışmaya karşı tutumundaki değişimdir. Sendikal kadrolarda yer alan birçok kişi sendikal çalışmayı herhangi bir iş olarak görüyor. Bunun anlamı şudur: Birçok kişi sendikal çalışmayı artık bir mücadeleye politik inanca bağlı olarak görmüyor” Kadroların artık sendikaları kendilerine maddi çıkar sağlama aracı olarak gördüklerinin altını çizen araştırmacı, buraların aynı zamanda bir atlama tahtası olarak değerlendirildiğini de belirtiyordu. DİSK başkanının CHP milletvekili, erkek uzmanların çoğunun üniversite hocası ve araştırmacı yazar olmasında şaşılacak bir şey yok demek ki…
Feminist dayanışma
Üçüncü sayı için Ankara’ya gittiğimizde, yazı kurulu toplantısından sonra sendika başkanı ile konuşup içeriği, bazı eksiklikleri anlatmaya çalışırken, “O ikisine haber konusu filan verme ben onları atmayı düşünüyorum” diyor pattadanak. Şaşırıyorum, o kadar olan bitenden sonra hala şaşırabilmek bir erdemden ziyade, ciddi budalalıkmış. Sonradan anlıyorsunuz.
Konuşma başkanın başka meşguliyetleri nedeniyle öğleden sonraya kalıyor. Çıkar çıkmaz aklıma ilk gelen çözüm istifa etmek oluyor. Yazı kuruluna durumu anlatıyorum. Mobbinge uğrayan kadınlar devam etmemi, ama onlara haber vermeyi de bırakmamamı istiyorlar. Diğerlerinin tutumunu anlatmak istemem doğrusu. İstanbul’a dönüyorum.
Ertesi gün mobbinge uğrayan kadınla dayanışan kadının, telefonuyla uyanıyorum. Bir bayram arifesiydi hiç unutmuyorum, “hocam beni işten attılar” diyor. Muhasebe arkadaşımıza atıldığını bildirirken, onu işe atanlar gerekçe belirtmeksizin -iktidar sahipleri kararı alır. Gerekçe belirtmezler- sendikal bir seyahat için yurtdışına çıkıyorlar. Dergi editörü atılan kadınla dayanışmak için istifa ediyor. İşten atılan kadın gazeteci durumunu anlatan bir basın açıklaması yapıp gazetelere atıyor. Olay bazı gazetelerde haber oluyor, dergide köşesi olan feministler bu süreçte ciddi bir dayanışma göstererek yazılarını geri çekiyorlar. Bu dayanışma da haber konusu oluyor. Yani uzmanlıkları yetersiz bulunan kadın gazeteciler, gazeteciliklerini konuşturuyorlar. Atılan kadınla dayanışmak için bir feminist grup oluşturuluyor ve o faaliyetlerine başlıyor. Bu elbette ilaç gibi geliyor atılan kadına. Sendika geri adım atıyor.
Bu süreçte sendikanın “itibarını” zedelediğim için Facebook, sonrasında instagram üzerinden uğradığım saldırı, hakaret ve aşağılamalara, Takvim Gazetesi’nde çalışırken bile maruz kalmadığımı belirtmek isterim. Bunların hepsini dosyaladım, duruyor. Elimdekileri kadın kütüphanesine vermeyi düşünüyorum. Kütüphanede kadın dergisiyle aynı rafı paylaşır büyük olasılıkla. Dergi ve dergi yazarlarıyla birlikte aynı mücadelenin bir parçasıyız sonuçta, tarihimiz ortak. Feminist tarih yazımında da artık üç aşağı beş yukarı aynı seyir izleniyor; bazıları tarih olurken, kimileri de tarih olanların tarihini yazarak, profesör filan oluyor. İmtiyazlı, sınıflı, cinsiyetçi bir toplumda yaşadığımız için bir şey diyemiyoruz. Ama uzaklardan bir ses duyuyorum o diyor ki “Feminist teori yapmak, hayatını feminist bir şekilde yaşamaya devam eden bir bağlılık gerektiren şekilde feminist olmadan mümkün olmamalı.”(*)
Bozarız biz bu oyunları
Esasında sürece kabataslak baktığınızda bile iki kadından da istenilenin aynı olduğunu görürsünüz. Ya örgüt içi erkek iktidarının yeniden üretimine katkı sağlayacaksınız, ya da yok olacaksınız. Çünkü burası bizim alanımız, çünkü her yer bizim alanımız, kaç yıl oldu siz istihdama, siyasete, ona, buna katılalı. Kuralları belirleyen biziz, siz bu kuralların izin verdiği kadar uzman ve yöneticisiniz. Oyun bozanların oyununu bozarız. Bu sendikaya feminizm gelecekse onu da biz getiririz.
Tez Koop İş Şube Başkanı Nejla’nın son gönderdiği mesajdan bir alıntı yapmanın sırası geldi. Oldubittiye getirilerek olağanüstü genel kurulla şube başkanlığını kaybettiğini belirttikten sonra şöyle devam ediyor: “Tüzüğümüze göre Olağanüstü Genel Kurul ‘delegelerin 1/5’nin noterden yazılı isteği üzerine, Şube Yönetim Kurulu kararı ve Sendika Genel Yönetim Kurulu’nun onayı ile’ toplanır. Tüzüğümüzün delegelerin olağanüstü genel kurul çağrısı yapmasının, ancak noter kanalıyla yapılacak yazılı başvuruyla mümkün olması hükmü, Genel Yönetim Kurulu tarafından çiğnenmiş yerine getirilmemiştir. Genel Yönetim Kurulu tüzüğü uygulamamıştır. Ayrıca Olağanüstü Genel Kurulda, delegelerin bir kısmı üyelikleri kendiliğinden sona ermiş olmasına rağmen delege olarak oy kullanmıştır.”
Görüldüğü gibi esastan bir usulsüzlük var. Bunun üzerine gidilmeli. Onlar da öyle yapmışlar zaten.
Olağanüstü Genel Kurul’un iptali için dava açmışlar. Nejla Önder, 8 Eylül 2020 Saat 11. 30’da yapılacak duruşmanın duyurulmasını istiyor.
Son dönemlerde kadın ve toplumsal cinsiyet çalışmaları alanında sendikalarda görülen hareketlilik, bütünüyle Türkiye ve dünyada yükselen feminist mücadelenin bir ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Bir kez daha söylüyorum, sınırları erkek yönetimlerce belirlenen bu çalışmaların gücü ve geleceği feminist hareketle ilişkilenmesine bağlı.
Feminizm ise işimize geldiği şekilde kişi ve kurumlarla geçici ittifaklar kurma, ya da başka kadının zor durumundan ben nasıl yararlanırım projesi değil ama bir dayanışma politikasıdır. Sendika ve sendikalar içindeki kadın çalışması yapanları, buna imkan yaratan feminist hareketi dayanışmaya çağırıyorum…
*Sara Ahmet, Feminist Bir Yaşam Sürmek