Mahir SAYIN yazdı: Gemiyi batırmaya ilerleyen ve buna karşı da kendini kurtarma tedbirlerini aldığını sanan burjuvazinin filikalarını ele geçirelim; Kurtulmaksa biz kurtulalım; ya da doğru ifadesiyle gezegenimizi burjuvaziden kurtaralım!
Yeni bir sanayi devrimi, informatik çağ, dijital gerçeklikler, akıllı fabrikalar vs derken, ekolojik yıkımın geri dönülmez noktalara ilerlediği bir momentte birden kendimizi, tüm dünyayı kapalı bir hapishaneye çeviren virüsler çağında buluverdik. Egemen sınıfların ve onların kendilerini yeniden üretmelerinin siyasal çerçevesi olarak devletlerin ortaya çıkışından beri dünya zaten açık bir hapishane ya da tımarhane haline gelmişti. İnsanlık egemen sınıfların tayin ettiği koşullar altında birbirini yiye yiye, insanı “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” şiarlarıyla kendisine çeken kapitalizme kadar geldi. Kapitalizm ise irrasyonel bir sistem olarak kendisini yıkımlarla var ederken nihayet artık yeniden var olmanın da pek mümkün görünmediği ve gezegenimizdeki canlı yaşamın varoluşunu tehdit edecek bir yıkıma doğru hızlanarak ilerliyor.
Neoliberal yalan
ABD’nin, çöken kapitalist ülkelerin tepesine binerek ilan ettiği Bretton-Woods sistemi 1970’lerin başlarında çöktü ama kapitalist sistem sosyalizmin kalıntılarını da ortadan kaldıracak ve kendisine entegre edecek bir atağa geçerek 2008’e kadar sanki kusursuz bir düzen yaratılmış gibi sürdü. Burjuva ideologlar sadece ekonomik zaferden değil ideolojik-politik bir zaferden de emindiler. Sadece onlar değil, az sayıdaki inatçı komünist dışındaki bütün insanlık da buna inanmış görünüyordu. Artık “dünya bütünleşiyor”, “liberal demokrasi ile emperyalizmin çıkarları örtüşüyor”, “savaşlar ve yıkıcı rekabet yerini karşılıklı bağımlılığa bırakıyor”du! Ama en kısa zamanda hepsinin tersi fazlasıyla hayat tarafından ispatlandı.
2008 krizi
Globalizm diye etiketlenen dönemin sihirli sloganı “piyasanın düzenleyici sihirli eli” idi. Onun için de devlet ekonomiden elini geri çekmeli ve sağlık-eğitim de dahil olmak üzere her şey özel sermayeye devredilmeliydi. Edildi ve nihayet finans sermayesi öylesine bir balon gibi şişti ki, 2008 yılında liberalizmin bütün argümanlarını yerle bir edip devletin imdada yetişmesinin istendiği büyük kriz çıkageldi. Kapitalizmin tarihinin en büyük krizi olarak bilinen 1928 Krizi’nden de daha büyük bir kriz olduğu söylense de onun yarattığı gibi büyük yıkımları ve bütün büyük devletlerin birbirlerine silah çektikleri yeni bir dünya savaşını getirmedi. Hatta, krizi yaratan neden ilaç olarak kullanılmak suretiyle büyük ölçüde kontrol edilebildiği bile söylenebilir.
2019 yazında krizin geri döndüğü kabul edildi
Söylenebilir ama pek doğru değil; zira 2019 yazında, artık etkisinin geçmekte olduğu ve normala dönüleceği müjdelerinin verildiği, faizlerin yeniden yükseldiği, piyasaya sürülen paraların geri çekilmeye başlandığı iki yılın ardından krizin geri döndüğü kabul edildi ve yeniden krizi yaratan temel etken olan finansal şişme krize çare olarak ikinci kez gündeme geldi. Çünkü eski kendisini tüketmiş olduğundan ancak daha beter duruma yuvarlanarak kendisini tekrarlamaktan başka çare bulamıyor. Yeni henüz ortada görünmüyor ve onun da kime deva kime bela olacağı belli değil.
Milimetrenin on binde biri büyüklüğünde bir faktör
Artık komünizm korkusundan sıyrılmış ve eski “komünist” ülkeleri de arasına katmış olan kapitalizm eski ortak davranış temelini de kaybetmişti. On yıllar boyunca oluşturulan kapitalist sistemi krizlere karşı koruma kurumlarının artık işe yaramaz hale geldiği, tam tersine istikrarsızlığa arttıracak olan ticaret savaşlarının ilan edildiği bir döneme girildi. Çare olarak kullanılan kriz yaratıcı faktörler dünya devletinden bahsedilirken birden ulusal devletler arasındaki rekabeti vekalet savaşları düzeyinde tetikledi. 3. Dünya Savaşı vekalet savaşları biçiminde sürürken 3. Paylaşım dönemi bütün şiddetiyle devletler arası ilişkileri germeye başladı. Bu Gramsci’nin işaret ettiği birçok hastalık belirtilerinin ortaya çıkacağı bir interregnum/fetret devriydi. Dünya ekonomisinde daralma ve rekabetin şiddetlenmesi beklenirken herkeslerin hesaplarını altüst eden, yeni bir faktör, milimetrenin on binde biri büyüklüğünde bir faktör dünya dengelerini alt üst etti. Sanki yaratık Gramsci’yi kelime anlamında da doğrulamak istemişti!
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak
Bu milimetrenin on binde biri büyüklüğündeki faktörün müdahalesiyle artık büyük bir çoğunluk hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağında mutabık görünüyor. Ama göstergeler ona işaret ediyor ki, her şey daha beter olacak; sanki 20. yüzyılın ilk yarısı yeniden tekrarlanacak.
Bu, 100 nanometreden biraz daha büyük olan ve SARS-Cov-2 adı verilen canlı mıdır cansız mıdır belli olmayan yaratık küresel ekonominin durgunluğa ilerleyişinin üzerine tam tüy dikti. Virüs’ün Çin’de zuhur etmiş olması dolayısıyla, Başta Trump ve aynı virüs ailesinin mensuplarından, Erdoğan ve Bolsonaro gibileri, ellerini ovuşturup krizin fırsata döndürüleceğinden dem vurmaya başladılar. Ama hesaplar tam anlamıyla tersine dönmeye başladı. Çin küresel salgını kendi ülkesinde denetim altına alırken salgın Batı’nın ve çevre ülkelerinin meselesi haline geldi.
Salgın bambaşka bir özellikle yeniden ortaya çıkabilir
Zaten durgunluk içerisinde olan küresel ekonominin Korona’nın etkisiyle %5 civarında küçülmeye gireceği söyleniyor. Bu krizin bir yıl içinde atlatılacağı beklentisine dayalı bir tahmin. Ancak devletlerarası rekabet koşullarında süren Korona’ya karşı mücadele hiç de beklentilere uymayan bir gelişme gösterebilir. Yani atlatıldığı sanılan salgın, ya aynı biçimiyle ya mutasyona uğrayarak ya da bambaşka bir özellikle tekrar tekrar ortaya çıkabilir.
Devletlerin virüsleri birbirlerine karşı kullanma olasılığı
Dünyanın milyonlarca yılda oluşturduğu dengesinin bozulmasının kimi sonuçlarını kestirebiliyoruz ama tümünü kestirmenin olanaklı olmadığını Korona virüsü bize pekala gösteriyor. Tabi bu sadece dünyanın dengesini bozmanın sonucu olarak söylenebilecek olan. Ama bir de aynı şeyi devletlerin birbirlerine karşı bir silah olarak kullanmaya kalkıştıklarını düşündüğümüzde felaketin çapının daha da büyüdüğünü görürüz. Olmaz diyemeyiz, zira rekabet içerisinde olanların, sıkıştıklarında/ihtiyaç duyduklarında ellerindeki en ölümcül silahları kullanmaktan hiç çekinmeyeceklerini 2. Paylaşım Savaşı neredeyse bitmişken Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarıyla gösterdiler.
Salgın henüz yaydığı korku kadar zarar vermiş değil
Salgının etkisini en şiddetli biçimde hissettirdiği koşullarda, dünya bir dayanışma içerisinde salgınla mücadele etmek yerine, birbiriyle rekabeti sürdürebilmek için üretimin devam ettirmeye kalkışılması çalışanların hayatlarının burjuvazi için ne kadar önemsiz olduğunu tüm insanlığa göstermektedir. Henüz salgın yaydığı korku kadar zarar vermiş değil. Burjuvazi bu korkudan yararlanarak devletin toplum üzerindeki denetimini elden geldiğince artırmaya ve bunun kalıcılığını sağlamaya çalışıyor. Salgın şoku altında yığınların pek ses çıkarmaya cesaret edemedikleri denetim tedbirlerinin belki de hepsi parça parça kalıcı hale gelecekler.
Salgın daha kolay engellenebilirdi
Esasında salgının ne kadar kolay engellenebileceği, kimi kapitalist ülkelerin aldıkları tedbirlerle ortaya çıktı. Taiwan, Güney Kore, Çin Halk Cumhuriyeti salgını sınırlamayı başardılar. Eğer bunların küresel kapitalizmin rekabet alanının içinde kalma ve konumlarını güçlendirme hesapları olmasa idi daha da kolay engellenebileceği, onların yaptıklarından anlaşılmaktadır. Belli bir dönem için rekabetten vazgeçip, virüsün tümden tecritine gidilebilmiş olsa idi, muhtemel ki, salgın binleri bulmadan durdurulup ortadan kaldırılabilecekti. Ama üretim devam edip insanlar birbirleriyle teması korudukları müddetçe öyle ya da böyle salgın bir biçimde yayılma imkanını bulabilmektedir. Kapitalizmi ıslah etmeye çalışanlar onu var eden temel motifi, kar amacını ve burjuvazinin buna ne kadar bağlı olduğunu idrak edemiyorlar ya da kandırmaya çalışıyorlar.
Virüsler ve biopolitika
HIV virüsünün ortaya çıkışından beri insanlık bir anlamda bir virüsler çağında yaşamaktadır ve bunun sonunun geleceğinin de hiçbir olumlu işareti görünmemektedir. Bu durum da, var olan ideolojik ve politik denetim mekanizmalarının ötesinde insanların bedenleri üzerinde kurulan bir denetimle egemen sınıfın varlığını sürdürme mekanizmasına dönüşmektedir. Salgınların yaygınlaşması artık bir sağlık meselesi olmanın ötesine geçerek bir biopolitika ve ona karşı geliştirilecek bir sınıf kavgası kılığına bürünmüş bulunmaktadır.
Virüsler çağında da aynı gemide değiliz
Nasıl ki, sömürü mekanizmasının sürdürülmesi için oluşturulan toplumsal ilişkiler bütünü işçi sınıfını burjuvazi ile aynı gemi içine taşımıyor ve en şiddetli mücadeleleri gerektiriyorsa, nasıl ki, ekolojik yıkıma karşı mücadele bizi aynı gemideyiz söylemine esir edemiyorsa, virüsler aracılığıyla gerçekleştirilmek istenen biopolitikalar da bize, aynı gemide olma değil, bu hakimiyetten sıyrılabilmek için en şiddetli sınıf mücadelesini dayatmaktadır.
Virüsler komünizmin bir zorunluluk olduğunu gösteriyor
Neoliberalizmle geriletilmiş olan sömürüye karşı sınıf mücadelesi itildiği toprak altından yeni filizler çıkarır gibi tüm insanlığı burjuvaziye karşı mücadelede birleştirecek yeni damarlar geliştirerek karşı mücadelenin kavranılırlığını ve gücünü artırıyor. Virüslerle yaşanan her gün, dayanışma toplumunun, komünizmin sadece bir arzu değil, var olmaya devam edebilmek için bir zorunluluk olduğunu insanlığa gösteriyor. Bu tehdidi burjuvazi de görüyor ve onun için, bir an önce virüslerden kurtulmaya değil, virüsü kontrol eden bir politikayla toplumu denetim altında tutmaya çalışıyor.
Erdoğan’ın meselesi virüsü engellemek değil
Faşist perspektifin doğal bir ifadesi olarak muhalefeti yok edilmesi gereken bir virüs olarak nitelemekten geri kalmayan Erdoğan Korona’nın bir fırsat yarattığını düşünerek toplumsal denetim politikalarını bunun üzerine inşa etmeye çalışıyor. Meselesi virüsü engellemek değil, onun sayesinde toplumsal denetimi pekiştirmektir. Bunun yığınlara faturası ise ölümden başka bir şey değildir. O zaman Erdoğan’ın Korona’da aradığı fırsatı işçi sınıfı nihai kurtuluşu için kullanmakla yükümlüdür. Sömürüden, ekolojik yıkımdan, patriyarkadan, ulusal esaretten kurtuluş Korona’dan kurtuluşla birlikte ilerleyecektir. Korona’dan ve toplumun bünyesinde en az onun kadar zararlı bir virüs etkisi göstermiş olan Erdoğan ve mutantlarından kurtuluş ise rekabete son verip dayanışma dünyasına ilerlemekle mümkün olacaktır.
Gezegenimizi (burjuvaziden) kurtaralım!
Gezegenimizi bir gemi olarak kabul edecek olsak bile, “batarsa, hep birlikte batmayacağız!” Gemi batarken burjuvazi kıyısı olmayan denize açılmayı hesaplıyor. Onlar böyle bir batış ihtimaline karşı kendilerini kurtaracak filikaları çoktan hazırlamış durumdalar. Batan gemiyle mahva sürüklenecek olanlar yine işgüçlerinden başka gelir kaynağı olmayan insanlar olacak. Sömürü sistemi birçok açmazı kendisiyle birlikte geliştirse bile hayat bir biçimde devam edebiliyordu. Ne var ki ekolojik yıkım ve virüsler, yeni sanayi devriminin yarattığı tehditlerle birlikte yaşamı sürdürebilme meselesini de sorgulanacak duruma getirdi.
O zaman gemiyi batırmaya ilerleyen ve buna karşı da kendini kurtarma tedbirlerini aldığını sanan burjuvazinin filikalarını ele geçirelim; Kurtulmaksa biz kurtulalım; ya da doğru ifadesiyle gezegenimizi burjuvaziden kurtaralım! Filikaları ele geçirmek için kaptan köşküne el koymak gerektiğini de aklımızdan çıkarmayalım!