Mahir SAYIN yazdı: Tayyip Erdoğan’ın “salgını diğer ülkelerle eş zamanlı olarak geride bırakmalıyız!” açıklaması “başka ülkeler tedbirleri gevşetip üretimi ve rekabeti geliştirirse biz de şartlar ne olursa olsun buna ayak uydurmalıyız” demekten başka bir anlama gelmiyor. Ölümlerden ölüm seçebilirsiniz!
3. Sanayi Devrimi döneminde ülkelerin büyük nüfusa sahip olması önemliydi. Zira nüfus ne kadar büyük olur ve işsizler ordusu da ne kadar büyük olursa arz-talep yasasına göre işgücünün fiyatı da o kadar düşük olur ve mutlak artıdeğer sömürüsü de o kadar yüksek olurdu. Onun için de metropollerde kar oranları hızla aşağı giderken, negatif faizlere razı olmak zorunda kalan sermaye akın akın Asya’ya yöneldi. Üstelik bu dönem makinelerin bilgisayarlarla kontrol edildiği, robotların üretimde kullanıldığı dönemdi ama yine de mutlak artıdeğer sömürüsü kapitalizm için can alıcı önemdeydi. Böylece çevre ülkelerine koşan sermaye akıl almaz bir hızla kendisini yeniden üretirken dünya pazarını da muazzam ölçüde genişletti. Temeli talana dayalı bu başarıyla böbürlenen Neoliberalizm tarihin sonunu ilan etme cüretini kendisinde buldu.
2008 krizi neoliberalizmin sonudur
Ancak kapitalizmin temel yasası çevrede de metropoldeki gibi işliyordu ve bir zaman sonra oralarda da kar oranları durgunlaşmaya ve giderek düşmeye başladı. Orta gelir tuzağı denilen noktaya ulaşan çevre ülkeleri de aynı metropollerde olduğu gibi artık sermaye için yeteri kadar yüksek bir kar oranı sağlayamaz duruma geldi. Böylece metropoller de elde ettikleri tekel karları sayesinde bu gelişmenin kaymağını toplarken adım adım bir krizin içine sürüklenmeye başladı. Nihayet 2008 krizi bu ekonomi politikayla alınabilecek pek bir yolun kalmadığını, piyasanın sihirli elinin hiçbir işe yaramayıp devletin el uzatmadığı durumda daha derin bir bataklığın içine gömülmeye, bütün bir kapitalist sistemi yıkıma uğratmaya mahkum olduklarını ve sistemin yapısal bir kırılganlık dönemine girdiğini gösterdi; 12 yıldır da göstermeye devam ediyor.
Yapısal krize karşı yeni bir sanayi devrimi
Kapitalistler herhangi bir yeniyi hayata geçiremedikleri için krizi yaratan nedenleri ilaç olarak kullanmakta ısrar edip, kendileri de çok inanmasalar bile, krizden çıkış yolları aramaya devam ettiler. 2019 yazında krizden kurtulamayacaklarını, yeni bir sıçrama da yaratamayacaklarını görerek yeniden krizin nedeni olan düşük/negatif faiz ve bol likidite politikasına geri döndüler. Bunun krizi büyüterek ertelemekten başka bir anlama gelmediğini krizin birinci ve ikinci evreleri göstermişti. Yine de krizi büyütme riskine rağmen aynı politikayı uygulamaktan başka yapacak bir şey bulmaları da mümkün olmadı. Bütün kapitalistlerin umudu kapitalizmin yapısını değiştireceğini bekledikleri yeni bir sanayi devrimindeydi. Bu yarışta kimler öne geçerse arkada kalanların yıkımı üzerinde yeniden yükselme şansını elde edeceklerdi. Bunun için de 70 yıldır elbirliğiyle yaratılan nispi istikrara kulak asmadan en şiddetli yarışlar başladı. Geçen on yıllarda adını duymaya alışık olmadığımız ticaret savaşları gündeme geldi. Soğuk savaş döneminin bütün ilişkileri alt üst olmaya, bir zaman karşı cephelerde yer alanlar artık karmaşık ilişkiler içinde hareket etmeye başladılar. ABD emperyalizmi sosyalizmle olan rekabetin de katkısıyla tepesine yerleştiği kapitalist sistemi artık istediği gibi denetleyemez hale geldi ve kendini bir zamanların sosyalist köylü ülkesi Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) ile dünya liderliği için yarış halinde buldu. O kadar ki, eski en yakın müttefiklerini ÇHC ile ticari işbirliği yaptığı için düşman olarak ilan etmekten kendisini alamadı.
Dünya pazarında yer ve hakimiyet sorunu öylesine keskinleşti ki, 20. Yüzyılın başındaki gerilimleri sanki yeniden yaşamaya başlamış gibiyiz. Sermaye batma tehdidi karşısında kar oranlarını yükseltecek yol ararken bütün uluslararası entegrasyona rağmen metropoller arası çelişkiler savaşın eşiğine gelecek kadar şiddetleniyor, toplumsal dengeler bozuluyor, sınıf çelişkileri keskinleşirken buna o zamanlar etkisi fazla hissedilmeyen ekolojik yıkım ekleniyor. Böylesine kırılgan hale gelmiş ve kendisini ancak içine düştüğü krizi erteleyip büyüterek ve dolayısıyla daha büyük batışları göze alarak sürdürebiliyor.
Kapitalizm ortaya çıktığından beri irrasyoneldi. Yenilenmesi sürekli krizler sayesinde mümkün olabilmekteydi ve şimdi muhtemelen tarihinin en büyük çaplı kriziyle yüz yüze gelmiş durumda. Krizin çapının büyüklüğü doğuracağı yıkımların da büyüklüğünü göstermektedir. 70 yıldır dünya kapitalizminin entegrasyonundan, dünyanın gittikçe bir köye dönüşmesinden söz edenler birden dönüp ulusal devletlerinin duvarlarının arkasına geçtiler. Dünya kapitalist entegrasyonunun çiçekler açan dalı gibi sunulan Avrupa Birliği ilk firesini İngiltere’yle verdi. Bünyesinde artık kendi ilkelerini hiçe sayan faşistler kendilerine yer bulabiliyorlar. Kısacası sistem başka hiç bir şey olmadan bu haliyle devam etseydi kendi irrasyonalitesinin sonucu olarak 1929 krizinden daha büyük yıkımları peşinde sürükleyecek duruma gelmiş bulunuyordu.
Bu hastalıklı fetret devrinden çıkış için yıkım ve yeni bir sanayi devrimi kapitalizmin insanlığın önüne koyduğu biricik seçenek oldu. Ama yeni bir sanayi devrimi de sihirbazın şapkasından çıkacak olan bir tavşan değil, bir süreç sorunuydu ve o gelene kadar sistemin dayanmayacağını da bütün burjuvalar biliyor ve bunun için gerekli toplumsal denetim mekanizmalarını yeni faşizmler ve denetim devleti uygulamaları olarak çoktan harekete geçirmiş idi.
Korona, krizin, denetim devletinin/yeni faşizmin katalizatörü oldu
Yapısal olarak gittikçe derinleşen krizin yığınların artan tepkisini mayalandırmakta olduğunu gören burjuvazi tarihsel derslerin verdiği ışıkla elde var olan devletlerin bu tepkiyi denetleyemeyeceğini ve bugün güçlü olmasa da sosyalist alternatifin kaybettiği prestiji geri kazanıp yeniden atağa geçeceğini iyi bilmektedir. Bunun için de uzun zamandır ki, dünyanın dört bir yanında totaliter/faşist yönelimli hareketler beslenirken, devletlerin ellerindeki denetleme imkanlarını da artırılması yolu aranmaktaydı. Faşist hareketlerin insanlığa yaşattıkları felaketlerin henüz taze olması dolayısıyla toplumların ağırlıklı kesimlerinde geçmişte olduğu gibi etkili olmaları beklenemezdi ama yine de toplumların belli doğrultulara kanalize edilmesinde kullanılabilmeleri imkanı yerinde durmaktaydı: toplumu komünist diktatörlük-faşist diktatörlük aralığına sıkıştırarak burjuvazi yığınlardan liberalizm ya da muhafazakarlık adına epeyce bir zaman onay almayı başardı.
Ne var ki bunların da yetmeyeceği günlerin uzak olmadığını görenler seksenli yıllardan beri yoğun olarak geliştirilen ve biyopolitika diye adlandırılan insan bedeninin denetimi yoluyla düşünüş ve davranışın yönlendirilmesi sonucu burjuva egemenliğine rıza üretmede virüsler hayatın ayrılmaz bir parçası haline geldiler. Bunların insan eliyle mi üretildiği yoksa ekolojik dengenin yıkılmasının sonucu bir zaman hayatımıza müdahale imkanı olmayan varlıkların hayatımıza girme imkanı mı bulmuş olduğu meselesi önemli olsa da daha önemli olanı bunların toplumsal hayatta oynadıkları roldür.
Virüslerin insan hayatı üzerinde yarattığı acil tehdit burjuvazinin gökte arayıp yerde bulduğu olağanüstü durumun ortaya çıkmasına ve dolayısıyla da burjuvazinin bu durumu olağanüstü uygulamalarla aşmasına rıza gösterilmesine büyük ölçüde imkan sağlamaktadır. İnsanların birden yüz yüze geldikleri bu tehdit karşısında kapısını çalabilecekleri bildikleri devletten başka bir şey yoktur. Ve o devletler de onlara olağanüstü tedbirlerimize onay verirseniz sizleri bu felaketten kurtarabiliriz demektedirler. İlk anda buna itiraz etmeye imkan verecek hiçbir seçenek yoktur. Bu seçenek ancak zaman içerisinde alternatif iradenin oluşturulması ile ortaya çıkabilir. O zamana kadar da burjuvazi beklemeden kendi egemenliğini ebedi kılacak tedbirlerin hepsini almak, bu tedbirlerin içselleştirilmesini sağlamak için yeterli zamana sahip olmak için olağanüstü durumun yeterince uzun olmasını istemektedir. O zaman salgını durdurmak değil, denetlenebilir bir durumda tutarak mümkün olduğunca uzatmak bu amacı gerçekleştirmek için başta gelen zorunluluktur.
Bunun büyük insan kitlelerinin ölümü anlamına geleceği söylenebilir ama bütün dünyada uygulanan politikalar bu amaca hizmet eder görünmektedir. Böylesine büyük bir toplu katliam projesini nasıl olur da kabul edebilirler diye sormaya esasında gerek yok. Beklenen yeni sanayi devrimi artık şimdiki ölçüde büyük çaplı bedensel emeğe ve hatta kimi zihinsel emeğe de ihtiyaç duymuyor. Bu açıdan kapitalizm “safralardan” kurtulmayı neden istemesin?
Zaten hiçbir akılsız burjuva çıkıp da “nüfus fazla bunun bir kısmını yok etmek gerekiyor” gibi bir laf etmeyecektir. Olacak olanlar doğal felaketlerin yarattığı etki kılıfına büründürülecek ve toplumsal rızanın oluşturulmasına çalışılacaktır.
Pandemi doğal bir afet değil kapitalizmin eseridir
Egemen sınıflar bütün tarihlerde savaşları ve doğal afetleri topluma dışarıdan dayatılmış ve hep birlikte karşı konulması gereken olağanüstü durumlar olarak sundular ve bunları başka şeylerin yanında egemenliklerini sürdürmek için gerekli rızayı üretmenin yolu olarak kullandılar. Bu işlerde o kadar pervasızlaştılar ki, Diyanet İşleri Başkanı, her felaketin eşiğinde yenilenen uydurduklarına benzer bir herze daha ekledi ve “Eşcinsellik ve zina salgın hastalık sebebidir[1].” dedi.
Erdoğan ve yardımcısı da çıkıp bunun “ilahi bir beyan olduğunu” ilan ederek rezaletin arkasında durduklarını gösterdiler ve itiraz edenleri tehdit etmek üzere “dini inançlara saygısızlıktan” barolar hakkında tahkikat açtırdılar. Aslında bu yeni karşılaştığımız bir şey değil: Deprem olur bu laf, sel felaketi olur bu laf; ve şimdi yine bir salgın hastalığın faturası bir kısım insanın üzerine yükleniyor ve diğerlerinin de en azından onlardan nefret etmesi, biraz ötesinde ise onları linç ederek felaketin gerçek sorumlularının görülmesinin engellenmesine çalışılıyor.
“Bu salgın felaketi nereden çıktı, kim sebep oldu, nasıl yayıldı” diye bin bir uydurma hikaye basit gerçeğin görülmesinin üstünü örtüyor: Salgın’ın ÇHC’nde çıktığı herkesin kabul ettiği gerçek. Tabi orada nasıl oraya çıktığı ise meçhul[2]. Canlı cansız her türlü hayvan etinin satıldığı Wuhan Deniz Ürünleri Toptan Gıda Pazarı’nda yarasalardan insanlara geçmiş imiş! Kim nereden biliyor bunu[3]? Çinliler bu pazara 2019’un Aralığında mı gitmeye başladılar? Yarasa çorbasını yapmayı ilk kez mi akıl edip de bu derde düçar oldular? Değil elbette. Çin mutfağında böyle tuhaf karşılanabilecek yiyecekler herhalde yüzyıllardır yenilmektedir; Ama şimdiye kadar COVID-19 benzeri bir hastalık söz konusu pazardan yayılmamıştı. Ne malum Amerikalı bir meraklının bu pazara hastalığı ABD’den ya da başka bir yerden getirmediği? SARS-CoV-2 virüsünün ÇHC laboratuvarından değil de ABD ya da İsviçre laboratuvarından “kaçmadığını” nereden biliyoruz? Bunları bilmemiz elbette “şimdilik” olanaklı değil. Ama iyi bildiğimiz bir şey var ki o da, kapitalistler arası rekabetin en korkunç silahların kullanmasının da yolunu açtığıdır. Nagasaki ve Hiroşimaya’ya atılan atom bombaları kapitalistlerin hiçbir değere aldırmadan egemenliklerini sürdürmek için en korkunç yollara başvuracağının en açık kanıtıdır. “Daha çok insanın ölümünü engellemek için başka çare yoktu!” palavrasına inanmak için çok cahil olmamız gerekiyor. Ortaya çıkmıştır ki, bu atom bombalarının atıldığı tarihte Japon Hükümeti kendi arasında teslimin şartlarını konuşmaktadır. Yani yenilgiyi çoktan kabul etmişlerdir. Ama ABD’liler bir taşla birkaç kuş vurmadan bu savaşı bitirme niyetinde değildirler. Bütün Uzak Doğuyu işgal etmenin yanında SSCB’nin antifaşist mücadelede kazandığı prestiji yıkma, komünistlerin antifaşist mücadelede Avrupa’da kazandıkları itibarı ortadan kaldırma amaçları Japonları savaştan vazgeçirme amacından on kat önde gelmekteydi. Zaten o bombalar olmasa da Japonlar yenilgiyi kabul edeceklerdi.
Nükleer silahları ancak karşı tarafın da elinde benzerlerinin olması nedeniyle kullanamaz duruma gelen emperyalistler, benzer biçimde biyolojik silahları neden kullanmasınlar? Nasıl ki, komünizm tehdidi sayesinde sistemi yenileme ve nispeten dengeli bir duruma getirdiler şimdi de bir başka büyük tehdidi de gözlerini kırpmadan bu amaç için kullanmaktan geri kalmayacaklarını tarih göstermektedir. Şimdi tam bunu yapmaktadırlar:
Salgını ve olağanüstü hali sürekli kılmak
Kapitalizm kendisini bekleyen büyük yıkım karşısında verilebilecek olan hangi diyet varsa onu ödemeye hazır hale gelmiş durumdadır. Pandeminin ne kadar süreceği, aşısının bulunup bulunmayacağı, (bulunacak olanın da en erken 1-2 yıl içinde piyasaya çıkabileceği söylenirken) virüsün bir müddet sonra mutasyona uğrayıp daha ölümcül gelişmelere yol açıp açmayacağı bilinmezken başta ABD olmak üzere, dünya üzerindeki rekabette başı çeken ülkeler alınan tedbirlerin giderek hafifletileceğini ilan ettiler ve Erdoğan da hemen bu koroya katılarak “Neticeye yaklaşıyoruz. Bir müddet daha dişimizi sıkacağız ve güzel günlere de kavuşacağız” diye ilan etti. Aslında ettiği bu lafın gerçekle bir alakasının olmadığını salgının hızla yayılmaya devam etmesi ortaya koyarken, asıl neyin hedeflendiğini de sözlerinin arasına sıkıştırmaktan kendini alamadı:
“Bu süreçte fedakarlık yapmaz, salgını diğer ülkelerle eş zamanlı olarak geride bırakmazsak çok daha ağır kayıplar yaşayacağımızı biliyoruz.”
Yani bütün mesele en başında da söylediği gibi bu krizi bir fırsata dönüştürmek için verilmesi gereken bütün kurbanları vermek gerekiyor. Bunun için de “salgını diğer ülkelerle eş zamanlı olarak geride bırakmalıyız!”
Bunun anlamı, “süren kapitalist rekabette yer sahibi olabilmek için başka ülkeler tedbirleri gevşetip üretimi ve rekabeti geliştirirse biz de şartlar ne olursa olsun buna ayak uydurmalıyız”dan başka bir şey değildir. Yoksa? “Çok daha ağır kayıplar yaşayacağımızı biliyoruz!” Ölümlerden ölüm seçebilirsiniz!
Denetimli sürü bağışıklığı
Gerekli üretimleri sürdürürken çalışanların yaşamını güvence altına alacak sıkı tedbirleri sağlayarak salgını durdurma yoluna gitmek yerine, sınırlama-serbest bırakma-tekrar sınırlama sıralamasının doğal sonucu, belli tedbirler dolayısıyla bütün gücüyle yayılma imkanı bulamamış olan pandeminin biraz nefes aldıktan sonra yeniden atağa geçmesine ve olağanüstü durumun devam etmesine olanak sağlamaktır. Böylece salgın denetim altında, isyanlara yol açmadan bütün nüfusa belli bir süre içinde yayılacak ve bütün bu dönem boyunca alınan olağanüstü tedbirler de toplum tarafından içselleştirilmiş olacaktır. Beklenti odur ki, böyle alıştıra alıştıra ilerlendiğinde tepkiler en aşağı düzeyde olacak, olanlar da Diyanet örneğinde olduğu gibi şiddet yoluyla bastırılacak ve salgın bütün topluma yayılarak denetlenebilir hale gelecektir. Bu sürecin uzunluğunu da tayin edecek olan alınan tedbirlerin yeteri kadar içselleştirilmiş olup olmadığıdır. Bir virüsün etkisinin kaybolmasını yeni bir virüsün izleyeceği, son 40 yılın deneyimleriyle kanıtlanmış bulunmaktadır.
Virüsler çağında yeniden yapılanma ve dayanışma
Aslında egemen sınıflar 20. yüzyılın başında insanlığın tarih öncesinden insanlık tarihine sıçramasının eşiğinde bulunduğu, devletin işçi sınıfı hareketini durdurma kabiliyetini yitirdiği yerde faşizmi icat ederken, sosyal demokrasinin de işçi sınıfına karşı olan büyük ihanetiyle devletin denetleme ve bastırma gücünü yenilemişler ve kapitalist sistemin bugüne kadar yaşamasının yolunu bulmuşlardır. Şimdi yeniden, insanlığın tarih öncesinden gerçek insanlık tarihine geçişin yeni bir evresinde bütün bunların yetersiz olduğu bir eşiğe geldik ve bundan sonraki süreçte şekillenmesi beklenen dijital kapitalizmin ihtiyaçlarına uygun bir devletin oluşturulmasına eskiden var olan her şeye ek olarak biopolitikanın katkısıyla girişilmiş bulunuyor. Korona ile mücadele aracı olarak kullanılan her şey, insanların anlık olarak dışarıdan ve içeriden denetlenmesi ve elde edilen data ile davranışlarının yönlendirilmeye çalışılacağı bir denetim devletinin adım adım kurulmakta olduğunu gösteriyor.
Nasıl faşizmin yenilgisi ona karşı olan bütün güçlerin birleştirilmesi ve kullandığı yöntemlerin etkin bir biçimde bastırılmasıyla gerçekleştirildi ise, bugün de, faşizme karşı mücadelede içine düşülen hatalara düşmeden, denetim devletine karşı aynı yolları izlemek gerekiyor. Bu da sosyalist hareketin ciddi bir mücadele ekseni oluşturabilmek için öncelikle yeniden yapılanmayı önüne koyması ve muhalefet eksenini sola çekmekten geçiyor. Şimdi artık her şey başkalaşıyor, bizim de örgütlenme, propaganda, ajitasyon, mücadele tarzı konularında her şeyi yaşadığımız çağın gereklerine göre yeniden kurmamız gerekiyor.
[1] Yıldız Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü’nden Prof. Dr. Bedri Gencer, Elazığ’daki depremin nedenini çocuk yaştaki evliliklerin yasaklanmasına bağladı. Twitter hesabından “Gayretullaha dokunmak edebiyat değildir. AIDS, Ebola virüsü… Avustralya, Çin gayretullaha dokundu azap geldi. Maazallah, biz de zinayı, livatayı yasallaştırarak, Allah’ın helal kıldığı yaşta evliliği tecavüz sayarak, mutlu yuvaları bozarak gayretullaha dokunmayalım. Az kaldı” diyen Bedri Gencer tepkiler üzerine mesajını sildi.
[2] Bu konudaki değişik iddiaları içeren Akdoğan Özkan’ın Koronavirüs üzerınden ABD – ÇİN savaşları başlıklı T24’deki makalesine bakabilirsiniz.
[3] Bu pazara da dışarıdan taşınmış olduğuna ilişkin iddialar da mevcut. “Wuhan’da bilinen ilk hastada virüsün 1 Aralık tarihinde saptanmış olduğuna dikkat çekilen (Clinical features of patients infected with 2019 novel coronavirus in Wuhan, China) makalede, bu kişinin pazarla hiçbir ilgisi ve irtibatının olmadığı da belirtiliyor.”