SEÇTİKLERİMİZ – Kavel ALPASLAN Gazete Duvar için yazdı: Bizim müge çiçeğimiz de Taksim Meydanı’dır. Kimisi zarif bir çiçekte kendi zorlu mücadele geçmişini hatırlar. 1 Mayıs 1977’de polis panzeriyle ezilen 17 yaşındaki Dev-Lis’li Jale Yeşilnil’in kanına meydandan her geçişimizde rastlamak zorundayızdır.
Her halk için 1 Mayıs’ın anlamı farklıdır. Kübalı bir işçiye sorsanız, o alana çıktığında tüm dünyanın gözünü üzerinde hisseder. Onun için 1 Mayıs, bir şenlik, bir görsel şölendir aynı zamanda. Ya da Fransız bir işçinin aklına ilk gelen, ülkenin geçmişindeki sınıf mücadelelerinin mirası olan bir zarif müge çiçeğidir. Her gördüğünde kendinden öncekilerin tırnaklarıyla kazıya kazıya kazandıklarını ya da kaybettiklerini hatırlar…
Türkiye’de yaşayan herkesin çok iyi bildiği üzere, bizim müge çiçeğimiz de Taksim Meydanı’dır. Kimisi zarif bir çiçekte kendi zorlu mücadele geçmişini hatırlar. 1 Mayıs 1977’de polis panzeriyle ezilen 17 yaşındaki Dev-Lis’li Jale Yeşilnil’in kanına meydandan her geçişimizde rastlamak zorundayızdır… Yani sırtımızda ağır bir geçmişin yükü var ve bu yük, henüz müge çiçeğinin aksine ‘kartpostal’ yapılamayacak kadar canlı.
Uzun uzun 1 Mayıs’ın bu topraklardaki anlamını birbirimize anlatmaya gerek yok. Görüp görebileceğimiz en sıra dışı 1 Mayıs’lardan birini geride bıraktık. Ve üzerimizdeki yükün ağırlığının her adımda daha da ağırlaştığını hissettik. İzinli olsun, izinsiz olsun ya da sürgün yeri seçilen meydanlarda olsun, hüznümüzü sevincimizi ve yükümüzü paylaştığımız bir eli omuzumuzda hissedememenin kasveti vardı üzerimizde. Hele bir de açlık ya da virüs ikileminde emekçilere ölümlerden ölüm beğendirilirken, çoğumuza sessizlik her zamankinden daha korkunç geldi. Ve onu boğmak için balkonlardan ya da nostaljiden başka bir yer bulamadık, el mahkum.
Ursula K. Le Guin’in yarattığı ‘Yerdeniz Dünyası’nda gün gelir insanlar büyüye olan inançlarını kaybeder. Kelimeler ve isimler yavaş yavaş unutulmaya başlar. İnsanlar, sonsuz yaşamı arama hırsıyla ‘Kadim Lisan’a, dünyayı var eden sırlara düşman olur. Başbüyücü Ged’in dediği gibi ‘her yakılan mumun, kendi gölgesini de yarattığı’ yavaş yavaş unutulur. Hırsların kemirdiği dünya karanlığa boğulur, atıllaşır. Artık insanlar bu sonsuz yaşamı bulmak için tam olarak ne yaşar, ne de ölü durumdadır.
Peki her sene alanlarda söylediğimiz şarkıları bu sefer bir sosyal paylaşım platformundan ya da balkonlarımızdan dinleyince ‘Kadim Lisan’ın büyülü kelimelerini’ unutmuş mu oluyoruz? Büyücü Ged, Yerdeniz’deki karanlığın peşine düştüğünde yol arkadaşı Arren ona şöyle der: “Kötü zamanlardan dert yanıyorlar ama kötü zamanların ne zaman başladığını bilmiyorlar; işlerin kötüleştiğini söylüyorlar ama iyileştirmeye çalışmıyorlar. Sanki kafalarında kesin olan hiçbir yol, hiçbir ayrım, hiçbir renk yok. Her şey aynı geliyor; her şey gri.”
Karanlık gücümüzü, büyülerimizi kaybettiğimizi hissettiriyor, fakat biz ‘kötü zamanların’ ne zaman başladığını bildiğimiz sürece ne kelimelerimizi ne de isimlerimizi unutabiliriz. Yürüdüğümüz yol, sadece yüz yıllık, iki yüz yıllık değil; binlerce yıllık bir mücadelenin yolu. Emek kavgasının tarihi ve direniş yaşamın kendisiyse -ya da başka bir deyişle ‘serhildan’ hakikaten de ‘jiyane’ ise- eğer, hiçbirimizin tek başına burada kapladığı yer bir kelebeğin ömründen fazla değil.
Bu kavganın ideolojisi, -Yerdeniz’i yaratan büyü gibi- tarihte ilk kez hesaba katılmayan, ama yaşamı var eden insanlara umudu, gerçeği ve mücadeleyi verdi. Bu nedenle yenilgiye baş eğmeksizin, yaktığımız meşalenin gölgesiyle de bir şekilde barışmamız gerekiyor. Aksi takdirde Spartaküs’ün de, Şeyh Bedrettin’in de, Jale’nin de kanı yerde kalmaya devam edecek. Sanal ya da değil, izinli ya da izinsiz… çok eski bir öfkenin günüdür 1 Mayıs. Bunu unutmadıkça dünya büyüsünü kaybetmeyecek ve biz aynı ekmek, aynı hürriyet kavgasındaki dostların ellerini hep omzumuzda hissedeceğiz…
… Kavel ALPASLAN’ın Gazete duvar’daki yaısının tamamını okumak için TIKLAYIN