Kemal KAÇAROĞLU Avrupa Forum’u için yazdı: Bizler, Mahir Sayın, İlhami Aras ve ben onlardan önce Ulucan’lara düşmüştük. Siyasal Bilgiler Yurduna (SBF) polis baskınından ( 24 Ocak ) birkaç gün sonra baskına misilleme olarak bir Amerikan hedefine eylem düzenlemiştik…
Tarih 6 Mayıs 1972 . Kahramanlar döneminin önderlerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edildikleri gün. Onlar aynı zamanda Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun önderleriydi. Yakalandıklarından sonra idama kadar uzanan süreç Ankara Ulucanlar Cezaevinde başlar.
Bizler, Mahir Sayın, İlhami Aras ve ben onlardan önce Ulucan’lara düşmüştük. Siyasal Bilgiler Yurduna (SBF) polis baskınından ( 24 Ocak ) birkaç gün sonra baskına misilleme olarak bir Amerikan hedefine eylem düzenlemiştik. SBF, esas olarak cephecilerin etkinliğinde olduğundan baskın konusu prestij sorunu olmuştu. Eylemi baskına cevap olarak THKP-C’nin talimatıyla organize etmiştik. Fakat eylemi gerçekleştiremeden polise yakalanmıştık.
12 Mart
12 Mart Faşist Muhtıra Darbesi bizi içeride yakaladı. 16 Mart ‘ta Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan Sivas Gemerek’te yakalanarak, Ulucan’lara getirildi. Ondan bir hafta kadar sonra da, Hüseyin İnan Kayseri Sarız’da dayısının ihbarıyla yakalanıp, O da Denizlerin yanına getirildi. Yusuf yaralı ve sonda bağlanmış bir halde cezaevi revirine konmuştu. Yusuf’u revirde ilk ziyaret edenlerdendim. Çok zayıflamıştı. Deniz ve Hüseyin’i, bizim kaldığımız dokuzuncu koğuşun yanındaki hücreler bölümünün üst katı olan müşahede bölümüne koymuşlardı. Alttaki hücreler kocaman lağım farelerinin ortalıkta gezdiği ve insanların yaşayamayacağı yerlerdi. O hücrelere idamlık adli mahkûmları koyuyorlardı. Müşahede bölümünde sorun yoktu. Denizler, havalandırma yerine, müşahedenin koridorunda voltaya çıkıyorlardı. Bizim koğuş on beş kişi civarında, siyasiler için bir tecrit koğuşuydu. Hapishanenin diğer bölümlerinden kopuktu. Denizlerle volta sırasında yukarıdan pencerelerinden konuşuyorduk. Bir de denk gelirse avukat veya normal görüşme günlerinde ayaküstü konuşma fırsatı buluyorduk. Bizim koğuşta birkaç da adli mahkûm vardı. Muhtemelen cezaevi idaresi siyasi mahkûm olan bizlerden bilgi almak için onları bizim yanımıza koymuştu.
Bu arada bizim koğuşa, 12 Mart sonrası “dokuz Mart cuntası “nı ihbar ettiği için, Genelkurmay sekreteri Atıf Erçıkan’ın evine bomba koydukları iddiasıyla Atilla Sarp başkanlığındaki Dev-Genç’in genel sekreteri Ruhi Koç ve Sarp Kuray’ı getirdiler. Bir ay sonra Denizleri ve bu arada Yusuf da iyileşmişti; artık güvenlik nedeniyle Kayseri cezaevine götürdüler.
Nisan sonunda da Nihat Erimin balyoz hareketiyle sıkıyönetim ilan edilince, Kayseri’den Mamak’a getirdiler. Hacettepe, ODTÜ yurtlarına yapılan baskınlar ve bizim gibi münferit olaylardan tutuklanan yüzlerce arkadaşı da, 71 Haziran’ında Mamak’a taşıdılar Ulucanlardan sonra Mamak’ta tüm Dev-Gençliler tekrar buluşmuştuk. Üç ay boyunca koğuşlar arası gidiş gelişler serbestti.
Sonra Denizlerin ısrarıyla, idarenin bıyık ve saçların subay statüsünde kesilmesini protesto edip üç günlük açlık grevine gidince, tümden bıyıklardan olduğumuz gibi saçlarda olduk. Üç numaraya vuruldu idare tarafından. Bunun yanı sıra, koğuşlar arası geliş gidişler de yasaklandı.
THKO davasından yatan arkadaşlar koğuş statüsünde ön hücrelerde kalıyorlardı.
Deniz’in Tanya’sı
Deniz, Nazım’ın Tanya şiirini gür sesiyle ezbere tüm hapishaneyi inleterek söylerdi. Ne yalan söyleyeyim; Tanya şiirini ondan duymuştum. Ve ne zaman o şiiri duysam, hep Deniz aklıma gelir.
THKO’dan Cihan Alptekin ve Ömer Ayna, cepheden Mahir Cayan, Ulaş Bardakçı ve Ziya Yılmaz Maltepe Askeri Cezaevinden firar edince, hapishanede büyük bir sevinç yaşandı. Dışardan Mahir’lerin Denizleri kurtarmak için eylem koyacakları haberleri gelmeye başlayınca büyük bir moral yaşamaya başlamıştık. Fakat KIZILDERE katliamı ve sonrasında uçak kaçırma eylemi ve Jandarma Genel Komutanı Kemalettin Eken’in kaçırılma eylemi başarısızlığa uğrayınca, artık umutlar tükenmişti. Bu arada İsmet İnönü’nün CHP adına Anayasa Mahkemesine başvurusu da reddedilmişti.
Artık Deniz’lerin idam edilecekleri kesinleşmişti. İdam edilmelerinden onbeş gün önce, bizlerle vedalaşmak için cezaevi idaresinden izin aldılar. Deniz bizim koğuşta biraz fazla kaldı. Mahir Sayın’la ODTÜ’de kaçaklık günlerinde arkadaşlıkları farklı bir boyut kazanmıştı. Benimle de, SBF’ye geldiği zamanlar ilişkimizde sıcaklık yaşıyorduk. Mahir’le Deniz, havalandırma penceresine yakın ranzanın üstünde bağdaş kurarak oturdular. Ben de ranzanın yanında ayakta onlara eşlik ediyordum. Deniz sanki yakında idam edilecek biri gibi davranmadığı gibi, birlikte yaşadıkları bazı muzip olayları dile getirip Dev-Genç tabiriyle “mavra” yapıp kahkahayla gülüşüyorlardı. Bende onlara katılıyordum. Bir ara bana dönüp normal bir şey söylüyormuş gibi “ Kaçar biz gidiyoruz ha, biliyorsun “ şeklinde bir söz sarfetti. İdamı kesinleşen birisine bu söz üzerine ne denebilirdi.! Şaşırmıştım, gayri ihtiyari “dur bakalım nereye gidiyorsunuz “ diyerek cevap verdim. Söylediğime ben de inanmamıştım ama durum buydu.
İdam gecesi
Onbeş gün kadar sonra, sabah saatlerinde Nafiz Gardiyan(Denizleri severdi, fakat idare anlamasın diye bizlere sert davranırdı) yüzü simsiyah olmuş biçimde mazgala yaklaşıp alçak sesle “Denizleri bu akşam götürüyorlar” dedi, çok uzgun6 ve ağlamaklı idi. Bütün koğuşlara haber yayıldı. Anlaşılan İdareye infaz kararı gelmiş ve personel alarma geçirilmişti. Günlerdir tedirginlikle beklediğimiz an gelmişti. Yoldaşlarımızı koparıp götürüyorlardı. Artık Tanya’yı söyleyen olmayacaktı.! Yine avukat görüşünde veya normal görüşe çıkarken, Deniz’in gardiyanları atlatıp mazgaldan muzipçe takılmalarını özleyecektik. Tüm hapishane, sessiz ve tedirgin bir bekleyişe bırakmıştı kendini.
Henüz uyumamıştık ki, koridorda bir hareketlilik başladı. Hücre kapılarının açıldığını gürültüden anlıyorduk. Ardından pranga sesleri gelmeye başlamıştı. Mahir koridora bakan ranzada yatıyordu. Mahir hemen ranzadan atlayarak cep aynasını mazgaldan dışarıya tuttu. Böylece Onların götürülüşünü görmüş olduk.
Gece saat 03.00 gibi yattık. Tedirginlikle sabah 6 civarı uyandım. Transistörlü radyonun kulağını çevirdim, Denizlerin idam edildiği haberini veriyordu. Önce Mahir’i uyandırdım ve diğerlerini tek tek kaldırıp bu haberi verdim. Karavana saati olduğu için tüm hapishane uyanmıştı. Sabah sayımında idare normal sayımların dışında, sessiz bir sayım yaptı. Tüm hapishane sessizliğe bürünmüştü. Bugün geriye dönüp baktığımda, neden sessiz kaldığımızı ve neden bir slogan bile almadığınızı hâlâ anlamış değilim. İdareden çekindiğimizden veya ürktüğümüzden olmadığını biliyorum. Belki de sessiz kalarak yaptığımız protestonun daha anlamlı olacağını düşünmüştük belki de! Havalandırmalarda da aynı sessizlik gün boyunca devam etti.
71 direnişçileri birer kahramandılar. ONLAR, bizlere İSYAN, DİRENİŞ ve DAYANIŞMA geleneğini miras bıraktılar. ONLAR, idam sehpasında cellatlarına aman vermeden vakur, kararlı duruşlarıyla bir devrimcinin idealleri için gözünü kırpmadan nasıl ölüme gidilebileceğini göstermiş oldular. ONLAR, kalbimizde ve mücadelemizde yaşıyor ve devrime kadar yaşamaya devam edecekler.
Deniz’in severek okuduğu şiirdeki Tanya’nın idam sehpasındaki son sözleri;
“ Kardeşler
Hoşçakalın.
Kardeşler
Kavga sonuna kadar.
Duyuyorum nal seslerini
Geliyor bizimkiler!”
SELAM OLSUN ONLARA!
6 Mayıs 2020