SEÇTİKLERİMİZ – Fehim TAŞTEKİN Duvar için yazdı: Bu virüs insanlar ve toplumlar arası ilişkilerde peşinen tanımlanması zor bir dönem başlatacak sanki. Esasen virüs “Sınırları yıkın” diyor, “Yardımlaşın”, “Şeffaflaşın”, “Sigorta ve ilaç şirketlerinin rehinesi haline gelen sağlık sistemini değiştirin.” Ama felaketler iki taraflı sonuç doğurabiliyor.
Kişisel yazmak âdetim değil. Bencilce geliyor. Sevgili Aydın Engin mesaj atmış dürtüyor: “Fehim bi ses ver… Tamam yataktasın ama bu kısa da olsa bilgi vermene engel değil. Senin için kaygılanan epey kişi var burada.”
Her zamanki babacanlığıyla. Hasan Cemal daha kırılan ayağındaki alçıdan yeni kurtulmuş, telefona uzanıp soruyor: “Fehimmm, oğlummm, nasılsın, bir haberdar et bizi?”
Derinlerde, “Oğlum, bu haberin spotu nerde” diye seslenen babacan sesler kulaklarımda çınlıyor. Özlemle andığım eski günler; yazı işlerinin ‘mutfak’ olduğu o günler: “Oğlum bakıver karanlık odaya, diaların çıkmış mı?”
En babacan günlerdi, ne günlerdi. Çaylar sigarayla tellenirdi!
Mademki sual var, yazmalı! Duçar olduğumuz virüs kürenin sorunu. Merak çok, arayan yüzlerce dost, soran binlerce okur.
Ben yatağa bütün Paris eve hapsedilmeden bir hafta önce düştüm. Sonra uçuşlar durdu, sınırlar kapandı, Nezihe yanıma gelemedi. Tek başına insan gece ateşler içinde kıvranırken, “Ulan ne olacak şimdi” diye kaygılanmıyor değil. Savaş ortamlarında kaygılanmadığım kadar. Bazen kendime de şaşıyorum ya. Ama Nezihe’ye, “İyi ki gelmedin, seni de hasta ederdim” diyorum. “Sen de iyi ki Paris’tesin, güvendesin” diyor, her zamanki tesellisiyle.
“Güvendesin!”
Yazmadım şimdiye dek, sadece geçen sene İstanbul’daki evimin 5 kez basıldığını. Sabahın köründe, rap rap!!! Fehim Taştekin yine bir şeyler yazmış, devletin yüceliğini tezyif eylemiş!
“Almaya geldik.”
Yazı biter gecenin bir saatinde, Raspail neredeyse boştur Saint Michel’e kadar. Seine boyunca yürürsün, öfkeyle taşları döversin, ahını dökersin kaldırımlara, en nadide kelimeleri nehre serpersin. Notre-Dame anlamaz, Hôtel de Ville’in bütün heykelleri yan yan bakar, tepeden, en tepeden. “Yarın altıncısı geliyor” dersin, rap rap!!!
Buna “Sürgünde yazarlık” diyorlar. Kendi hücreni yanında taşıyorsun, uzakta, uzaklarda.
Gece yatıyorsun endişeyle; sabah kalkıyorsun, “Bugün de basmamışlar evi şükür, çocuklar güvende!”
Ara sıra Jean-Jacqueline Kandemir’in mekânı Antioche’a uğruyorum, dost masasına ortak oluyorum. Dedim ki, bir gün, “Buraya gelince görüş günüymüş gibi hissediyorum.” Herkes sustu, yutkundu, demez olaydım!
Bu viral günlerimde dostluklarım ilaç gibi geldi. Evde tek başıma virüsle baş başaydım ve fakat yalnızlık içinde değildim. Telefonum hiç susmadı, “İhtiyacın var mı” diyenlerim eksik olmadı. Ahmet İnsel, Mehmet Uğur, Yavuz Baydar, Nora Şeni, Duvar işçileri ve daha niceleri. Tele doktorlarım da oldu. Hepsine müteşekkirim! “Asıl ilaç buymuş” dedim. “Dostlar, ah dostlar.” Hiç eksik olmasınlar.
Fehim TAŞTEKİN’in Duvar’daki yazısının tamamını okumak için TIKLAYIN