Fatoş OSMANAĞAOĞLU yazdı: “Kent tarımı halen mümkündür, bir kampanya başladığında bu halkı da teşvik eder, bahçesinde hatta balkonunda gül yerine maydanozdan domatese her şeyi yetiştirmeye başlar.”
Ekoloji mücadelesi verenler, tarım/gıda çalışanları ve tabii çeşitli yollarla tarım alanları, suları yok edilen çiftçi yıllardır söylüyor; bu işin sonu kötü, bu hızla gidersek duvara çarpacağız, gıdada kendine yetemeyen ülke ayakta kalamaz.
Kim dinliyor? Sağır sultan duymuyor… Ülkenin tüm ormanları, tarım alanları, meraları, suları, yerin üstü-altı enerji şirketlerine, maden şirketlerine, inşaat şirketlerine devrediliyor. Kalan kısmı da endüstriyel tarıma yani yine şirketlere teslim.
Buzdağının henüz ucunu görebiliyoruz.
Ormanların yok edilmesi binlerce canlı türün, biyoçeşitliliğin yok olmasına, aynı zamanda birçok türün kendi yaşam ortamından insanların da bulunduğu alana gelmesine neden oluyor. Eee doğal olarak virüsler de yeni konaklara geliyor, yani insanlara. Şu anda yaşadığımız pandemi süreci henüz bir başlangıç maalesef. Ardındaki devasa tehlikenin boyutunu henüz kavrayabilmiş değiliz.
Bilim insanları diyor ki; biyoçeşitlilikte yaşanan kayıp salgın hastalıklarla mücadele etmemizi çok zorlaştırıyor. Biyolojik çeşitliliğin ve ekosistemlerin sağladığı faydalar insan hayatının devamı için gereklidir. Biyolojik çeşitliliği oluşturan bitki ve hayvan türleri tarım, besin-madde döngüsü, iklim, eczacılık, tıp, ormancılık ve sanayi alanlarında, temiz su ve hava sağlanmasında, erezyonun önlenmesinde etkilidir.
Bu söylenenlerin bir karşılığı oluyor mu? Tabii ki hayır… Biyoçeşitliliği ile en zengin bölgeler birer birer sermayeye devrediliyor. Bakınız Kazdağları, Cerattepe… “Mega Projeler”in sonu gelmiyor, “Kanal İstanbul” son örnek. İstanbul’un, kalan son ormanlık alanı Kuzey Ormanları -3. Köprü ve 3. Havalimanı ile yok edilen alandan arta kalan- ve İstanbul’un son tarım alanları, dünyada yedi lagünden biri Küçükçekmece Lagünü beton projesine teslim edilmeye çalışılıyor. İstanbul’a ilerleyen satırlarda yeniden döneceğiz.
İnsanların gıda güvenliğini ve geçimlik kaynaklarını ilerleten sağlam tarımsal politikalar uygulama yolu ile hastalık risklerini azaltmak veya salgın hastalıklarda kötü sonuçların engellenmesi mümkündür. Ebola salgınının Afrika’ya etkisi ile ABD’ye etkisinin aynı olmadığını biliyoruz. Hem sağlıklı beslenmede hem de sağlık sistemine ulaşımdaki farklar ölümlerde ve yayılmada büyük oranlı farkların nedenidir.
Günümüzde yaşadığımız pandemide de, en çok etkilenecek kesimlerin yoksullar olduğu gerçektir. “Evde kal” denilen halk çalışmak zorundadır, aynı evde çok kişi yaşamaktadır, bulaş riski yüksektir ve ayrıca sağlıklı beslenilememektedir. Gıda krizi, üretimin azalması, pahalılık da en çok kent yoksullarını yani bir yandan işsizlikle bir yandan hastalıkla boğuşan işçi sınıfını etkileyecektir.
Tarımda kendi yağımızla kavrulmak zorundayız
Böylesi dönemlerde ülkeler içe kapandıklarında tarım ürünlerinde de ihracat yapmazlar, yapmıyorlar da. Kendi yağınızla kavrulmak zorundasınız. Peki bizde durum nedir?
Tarım alanlarının yok edilmesi bir yana kalan alanlar da büyük oranda endüstriyel tarıma terkedilmiştir. Endüstriyel tarım tekellerinin bütün istedikleri bir bir gerçekleştirilmiştir. En son tohum yasasıyla çiftçinin ürününden kendi tohumluğunu ayırması da engellenmiş, son çivi çakılmıştır. Ülke tarımı hem mono kültüre doğru gitmekte hem de yapılan üretimin her bir aşaması dışa bağımlı hale gelmiştir. Tohumdan, kimyasal gübreye, pestisitlere (biz ona zehir diyoruz) kadar birçok girdi yurt dışından ithal edilmektedir, çiftçinin büyüğü de küçüğü de borçludur. Tarımda teşvikler neredeyse tümüyle kaldırılmıştır. Devletin eli yaşamsal önemde bir alandan daha tümden çekilmiştir. Kapitalizmin de en vahşi hallerinden biri bize düşmüştür, AB ülkelerinin pek çoğunda halen çiftçiye destek yoğun biçimde devam etmektedir. Çiftçi zor durumda ve bu belirsizlik ortamında ekim yapmıyor, şu anda ekim zamanındayız.
Ülke nüfusunun yüzde 80’i kentlerde, kalanı kırda yaşıyor. Kırda yaşayan insanlar yaşlı, bu nedenle tarımda mevsimlik işçi çok ciddi bir yer tutuyor. Ege’den gelen bilgiler; yaşlı insanları jandarma engelliyor, tarım işçileri için “kimdir?”, “niye geldi?” diye yapılan kontroller tavan yapmış durumda. Diyarbakır’dan haber olarak yayınlandı, tarım işçilerinin çıkışına izin verilmiyor. Karadeniz’de çayda Gürcistan’dan gelen işçiler çalışıyordu, kapılar kapalı epey de böyle kalacak. Fındıkta da durum benzer. Baklagiller zaten uzun zamandır üretimi yetersiz olduğu için ithal ediliyordu, şimdi? Meyve-sebze şimdi ateş pahası iken, ekilen ürün düştüğünde ya da hasat yapılamadığında ne olacak? Biz yaşamsal önemde üretimde tüm sağlık önlemleri alınarak üretim yapılsın diyoruz, kapitalizmin kar hırsı dinsin diye tüm gereksiz üretim devam ediyor, işçiye ücretli izin filan hak getire.
Tarımsal üretim zehirlisiyle bile ciddi anlamda düşecek, düşmeye başladı. Bu durum en çok kentte yaşayan yoksulları etkileyecek. Beslenme ve immün sistemin durumu tüm hastalıkların atlatılmasında önemli, koronavirüs için de öyle.
Corona günlerinde tarımsal durumu bu olan ülkede iktidar ne yapıyor? Kanal İstanbul için tarihi iki köprüyü taşıma ihalesi
İstanbul son birkaç on yıla kadar tarım alanları, bostanları, çiftlikleri ile tarımsal üretimi tam yetemese de olan bir kentti. Hatta son birkaç yıla kadar toplayıcılık bile devam ediyordu. İstanbul’un betonlaşma sürecini bir kez daha anlatmayacağım. Kalan son tarım alanları ve ormanlık bölgeye iktidar bir kanal yapacak, bir de yeni kent konduracak. İstanbul’un suyu yok, var olan göl ve lagün de yine Kanal’la ortadan kalkacak, zehirlenecek…
İktidarın bir şey yapacağı yok. Fakat İBB’nin ve ilçe belediyelerinin (tabii ki AKP’li olanlardan bir beklentimiz yok) yapabileceği şeyler var. Bu mesele sadece yardım paketleri ile çözülebilecek gibi değildir, bir süre sonra o paketlere yarısı kadar gıda koyabilirsiniz. Kentin tüm kalan toprak alanlarını, eski bostanlarını tohumlayabilirsiniz. Nasıl çözüm bulunur? Kent tarımı halen mümkündür, bir kampanya başladığında bu halkı da teşvik eder, bahçesinde hatta balkonunda gül yerine maydanozdan domatese her şeyi yetiştirmeye başlar.
Bugünlerde Küba’dan çok şey öğreniyoruz. Bu da öğreneceğimiz konulardan biridir. SSCB’nin dağılmasından sonra ambargo altında, açlıkla baş edebilmek için temiz, doğal kent tarımı yaparak ayakta kaldı, doğal gübrede bugün en büyük ihracatçılardandır aynı zamanda.
Her koşulda halkın dayanışmasının önemini bir kez daha gördük, devlet IBAN isteme dışında bir şey yapmıyor ama biz onlar olmadan da kendimizi ayakta tutabiliriz, belediyeler de bunun bir parçasıdır.