Birinci Dünya Savaşı’nın yaralarının sarılmaya çalışıldığı bir dönemde yaşandı İspanyol gribi salgını. Bu salgın 20. yüzyılda dünyayı değiştiren izler bıraktı. 1918-1920 yılları arasında 50 milyon civarında insan bu salgında hayatını kaybetti.
1918'deki grip salgınıyla ilgili ayrıntılar bugün çok daha net ortaya çıktığı halde tamamlanmış bir süreç değil.
2005'te Ann Reid ile birlikte İspanyol gribine yol açan virüsün gen dizilimini bulan Amerikalı bulaşıcı hastalıklar uzmanı Jeffery Taubenberger konuyla ilgili hala yanıt bekleyen birçok soru olduğunu söylüyor.
Araştırmacılar bu sorulara yanıt ararken bugüne kadar ortaya çıkardıkları bulgular oldukça şaşırtıcı.
En sağlam yaş grubu hasta oldu
Hastalığa yakalanma ve ölme riski en yüksek olan 20-40 yaş grubundakiler olduğu için pek çok aile eve kazanç getiren kişiden mahrum olmuş, geride çok sayıda kimsesiz çocuk ve yaşlı kalmıştı. Ölenlerin çoğu erkekler ve hamile kadınlardı.
Araştırmacılar hayatının baharında ve sağlıklı olan bu insanları bu hastalık karşısında bu kadar zayıf kılan şeyin ne olduğunu tam olarak bilmiyor.
İnsanın bağışıklık sistemi en etkili savunmasını ilk karşılaştığı grip virüsüne karşı oluşturuyor. Ancak gribe yol açan virüsler sürekli yapısal değişim geçirir. Virüsün yüzeyinde kısaca H ve N olarak bilinen iki ana antijen vardır. Antijen, vücuda girdiğinde bağışıklık sistemi tarafından antikor üretimine yol açan yabancı moleküllerdir.
1918'de genç yetişkinlerin ilk karşılaştığı virüs türü (H3N8) daha sonra büyük salgına yol açan türden (H1N1) farklıydı ve onların bağışıklık sistemi esas olarak ilkine karşı hazırlık yapmıştı. Yaşlılar ise 1830'larda ortalıkta dolaşan H1 veya N1 antijeni ile tanışık olduğundan büyük salgından fazla etkilenmedi.
Ölüm oranları ülkeden ülkeye değişiyordu
Dünya çapında yayılan hastalıktan en fazla ölenler Asya ve Afrika'daydı. Asya'daki bir hastanın ölüm ihtimali Avrupa'dakinin 30 katıydı.
Ancak kıtaların kendi içinde de önemli farklılıklar görülüyordu. Örneğin Danimarka toplam nüfusunun yüzde 0,4'ünü kaybederken Macaristan'da bu oran üç kat daha fazlaydı.
Salgın sırasında bu farkları görmek mümkün değildi. Ama istatistikler üzerinde on yıllardır süren çalışmalar bunun esas olarak sosyo-ekonomik farklardan kaynaklandığını gösteriyor.
Ancak Paris'te daha farklı bir durum gözleniyordu. En yüksek ölüm oranları en zengin mahallelerde olmuştu. Ama ölenler ev sahipleri değil, soğuk çatı katlarında kalan hizmetçilerdi.
Bütün dünyada hastalıktan en çok etkilenenler kötü beslenen, kötü konutlarda oturan ve doktora gidemeyen yoksullar, göçmenler ve etnik azınlıklardı.
O günden bu yana bu bakımdan değişen çok şey olmadı. 2009'da İngiltere'deki grip salgınında yoksullar arasındaki ölüm oranı zenginlerinkinin üç katıydı.
Sadece solunum yolları hastalıkları değil
Büyük salgında hastalığa yakalananların büyük kısmı iyileşmiş olsa da ölenlerin sayısı diğer grip salgınlarından 25 kat daha fazlaydı.
İlk belirtiler arasında solunum güçlüğü oluyor, hastaların yüzü kızıl kahve bir renk alıyordu. Bu renk daha sonra maviye dönüyor, öldüklerinde ise simsiyah oluyordu. Ölüm nedeni çoğu vaka açısından gribin kendisi değil, virüsün akciğerde açtığı yaralara yerleşen bakteriler sonucu oluşan zatürreydi.
Hastalarda diş ve saç dökülmesi de oluyor, baş dönmesi, uykusuzluk, görme ve işitme kaybından şikayet ediyorlardı. Hayatta kalanlar virüs enfeksiyonu sonrası oluşan depresyon geçiriyordu.
Grip salgını sonrasında farklı nedenlerden kaynaklı ölümlerde artış bugün de gözlenen bir olgu. Kalp krizi veya inme vakaları vücudun gribe karşı iltihabi tepkisinden kaynaklanır. Yani grip hiçbir zaman sadece solunum yollarını etkileyen bir hastalık değildir.
Salgın sonrası kamu sağlığı alanındaki değişiklikler
Öjenik (soy arıtımı) 1918 grip salgını öncesinde de sonrasında da ana düşünce akımlarından birini oluşturuyordu. Ama salgın en azından bulaşıcı hastalıklar konusunda bu teoriyi zayıflatıcı etkide bulundu.
Bunlar bulaşıcı hastalıkların alt sınıfları ve 'geri ırkları' etkilediğini ve kendi suçları olduğunu söylüyordu.
Salgın ise gerçeği ortaya çıkardı: Yoksullar ve göçmenler arasında ölümler daha fazla olmakla beraber kimse hastalıktan muaf değildi. Tek tek bireylere yönelik koruyucu önlemler bulaşıcı hastalıklar söz konusu olduğunda işe yaramıyor, sorunu tüm toplum seviyesinde ele almak gerekiyordu.
1920'lerden itibaren bu algı değişimi kamu sağlığı stratejilerine de yansıdı. Birçok ülkede sağlık bakanlıkları yeniden düzenlendi, daha iyi hastalık takibi yapılmaya, sağlık hizmetlerinin ihtiyacı olan herkese ücretsiz sunulması anlayışına kucak açılmaya başlandı.
İngiltere'de bunun meyveleri 1948'de Ulusal Sağlık Hizmetlerinin (NHS) kurulması ile alındı. Rusya'da ise böyle bir sistem 1920'lerden itibaren işlemeye başlamıştı. Başlangıçta kent halkına yönelik olan bu hizmetler zamanla kırsal bölgelere de yayıldı. Bu büyük başarının ardında Lenin vardı.
Toplumda yaşanan diğer dönüşümler
1918'deki grip salgınında en çok etkilenen kesimlerin sayısal oranı hakkında fazla bilgi yok. Ama her birinin sayısının çok yüksek olduğu tahmin edilebilir. Örneğin Güney Afrika'da grip sonucu ebeveynlerini kaybedip kimsesiz kalan çocukların sayısı 500 bini bulmuştu.
Anne karnında bu enfeksiyonun etkilerine maruz kalanlar açısından ise hastalıktan etkilenmemiş kesimlere kıyasla eğitimlerini tamamlama ve iyi bir işe girme ihtimali çok daha düşük, cezaevine girme ihtimali daha yüksekti.
Hattı 1920'lerdeki yüksek doğum oranlarını 1918'deki grip salgınına bağlayanlar bile var. Geride kalan sağlıklı nüfus daha yüksek oranda üremeye başlamıştı.
1918 grip salgınının 20. yüzyıl üzerinde büyük bir iz bıraktığına şüphe yok. Bir sonraki salgına hazırlanırken bunları akıldan çıkarmamak lazım.
2018'de BBC Future sayfasında yayınladı