SEÇTİKLERİMİZ – Yeni Yaşam Gazetesi’nin HDP’li vekil Tayip TEMEL’le röportajı: Özetlersek üçüncü yol, egemen sömürücü güçlerin dışında kalan halkları, ezilenleri, demokrasiyi temsil eden, gençlik ve kadın devrimlerini içine alan, ekolojik olan devrimci demokratik duruş çizgisi oluyor.
Bu ayak, kimse için bir tehdit değildir. Katı merkezci yapılara, otoriteryan tarza, inkârcı ve asimilasyonist politikalara, kadın düşmanlığına, ekolojiden yana alınmayan duruşa karşıdır. Popülist, cinsiyetçi, dinbaz, milliyetçi, aşırı pozitivist ideolojilere karşı mücadele eder. Bu ayak sadece Kürtlerden ibaret değildir. Demokratik kamuoyunun kendisidir. Ezilenlerin tümüdür. Gençlerdir, işçilerdir…
Yeni Yaşam Gazetesi’nden Hüseyin Kalkan’ın HDP milletvekili Tayyip TEMEL ile röportajı…
Üçüncü yol üçüncü siyasi aktördür
PKK Lideri Abdullah Öcalan, son görüşmede Kürtlerin ve diğer demokratik güçlerin üçüncü ayak olduğunu ve üçüncü ayak olmasa masanın devrileceğini söylüyor. Bu söylemi nasıl anlamak gerekiyor?
Bu sorudan yola çıkarak, öncelikle ifade edilmesi gereken şey, bu söylemin bugüne içkin bir politik önerme olmadığıdır. ‘Üçüncü ayak/yol/çizgi’ konusu bir düşünceyi ifade eder. Bu düşünce zamanın ruhu ile yoğrularak bugüne geldi. Bu bağlamda belki biraz açmak yerinde olacaktır. Üçüncü ayağın iki başat kolu var. Bu kollar da kendi içinde ikişer alt dala sahip.
Nedir bu iki başat kol? Birincisi genel Ortadoğu siyaseti, ikincisi de özel olarak Türkiye siyasetidir. Ortadoğu derken daha çok demokratik konfederalizm vurgulanır. Türkiye kısmında ise radikal demokrasiye vurgu yapıyoruz. Burada esasta bir ayrım yok, birbirini içeren iki şeyden bahsediyoruz.
Bugün dünya siyaseti, özü itibariyle tek ama biçimsel olarak iki kutup gibi görünen bir yapıya sahip. Bu iki kutbun kıyasıya kapıştığı alanlardan biri Ortadoğu’dur. Kapitalizmin deli gömleğini ısrarla giydirmeye çalıştığı Ortadoğu, her türlü toplum kırımı gerçekleştiren güçlerin savaş alanıdır. Tekel ve sermaye güçlerinin, pazar hakimiyeti ve kâr gereği en ufak insani bir reflekse sahip olmadıklarını gayet net biliyoruz. Hâlâ süren savaş, olan bitenin kısa açıklamasıdır. Tersten düşünelim, bu şartlarda demokrasi işe yarar mı ya da istenir mi? Serbest dolaşım ve kazancın güvenliği dışında pek derdi olmayanların halklara vereceği bir demokrasi ve barış olmaz. Maliyeti minimuma düşürmek için bugün kontra yapıları geçin, devletler kiralanıyor. İşin bir yönü budur, diğer yön ise bu korkunç gidişata itiraz eden halk gerçekliğidir. Hatta adını net koyarsak “Halk özgürlük eğilimidir.” Demokrasi ve özgür yaşam mücadelesini veren Ortadoğu’da haliyle bu iki kutbun dışında üçüncü çizgi de var. Rojava deneyimi, bunun somut çıktısıdır. Yani üçüncü ayak/yol, en geniş manada kendini Ortadoğu özelinde, dünya siyasetinde bir alternatif olarak gösteriyor, gösterecektir.
Sorunuz çerçevesinde, Türkiye kısmına gelirsek, söylemin ne dediğini anlamak için yüz yıllık ‘cumhuriyet’ gerçekliğini mercek altına almamız gerek. Modern Türkiye kurulurken siyaset nasıl işledi, nasıl bir dönüşüm geçirdi ve bugün hangi aşamada sorularının cevabını aldığımızda, Sn. Öcalan’ın üçüncü ayak ile kastettiği şeyin cevabı çıkar. Öcalan, daha önceki görüşmelerinde de Cumhuriyet’in kuruluşundan beri var olan iki kutuplu siyasete sürekli dikkat çekti. Çünkü Cumhuriyet tarihi, kriz ve bunalımın da tarihidir. Bir tarafta İttihat Terakki yönetimi ve onun kadrolarının yeni rejimi şekillendirme çabaları, bir taraftan karşıtlarının kıyasıya çekişmesi! Devlet kuruldu ama çekişmeler, bloklaşmalar hiç bitmedi. Öcalan bu saflaşma ve restleşmelerin tarihini ‘eksen kayması’ kavramı üzerinden değerlendiriyor. Görünürde bloklar uzlaşıyor fakat hiçbir dönemde bu yürütülmez. Çıkarlar örtüşmüyor çünkü! Egemenler arası savaş, dünyanın tüm ülkelerinde görülen bir şey, buraya has değil. Zaten yakın dönem Türkiye tarihine bakarsanız, onlarca anlayışın, ideolojinin savaşını net görürsünüz. 12 Eylül süreci bunun ayyuka çıktığı bir dönem olarak da okunabilir. Ya da şöyle diyelim, yüz yılda bu kadar darbenin olduğu bir ülke nadirdir! Neden? Hep iki kutuplu/bloklaşmanın oturamaması, iktidar mücadelesindendir. İşte Öcalan ‘darbe mekaniği’ konusunu da buradan kuruyor! Çünkü çok işlevsel bir alan, buna açık ve affı yok. Bloklar ilk fırsatta birbirini boğuyor. Diğer bir sorun da bu ikili yapılar bir türlü ‘uzlaştırılamadı’… Dikkat edilirse bugün de biraz olan budur!
Güncel duruma bakalım. Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı var. Bir blok parlamento diyor diğeri başkanlık diyor, partileri de kısmen ortadan kaldırma mantığı güdüyor. İki taraf açısından da çıkmaz nedir? İki taraf da demokrasiyi temsil etmiyor. Bundan ötürü “demokratik ittifak” diye bir seçenek ifade ettik.
Bu kısa hatırlatmadan sonra üçüncü ayağın özelliklerine değinebiliriz. Daha önce ifade edilen şekli ile üçüncü çizgi/yol/ayak, Türkiye’deki mevcut ve yürümeyen ikili yapının yanına üçüncü bir siyasi aktörün sahneye çıkmasıdır. Amacı Türkiye siyasetini değiştirmekten çok dönüştürmektir. Savaş, kriz, kaos ve şiddet olmadan ayakta duramayan yönetim halinin estirdiği faşizme karşı toplumu savunmayı esas alır üçüncü ayak. Toplumu savunmak bir felsefedir ve demokratikleşme, onun olmazsa olmazıdır. Türkiye’de demokratikleşme, insanca bir yaşamın da amentüsüdür. Öcalan, sallantılı ve tarihsel olarak kriz-kaostan beslenen, toplumun dokusu ile uyuşmayan bu sisteme, bir ayak daha öneriyor. Burada amaç mevcut sistemi ayakta tutmak değildir! Bu ayak diğer iki ayağa benzemiyor. Burada yöntem şudur: “Devlet + Demokrasi” formülüdür. Bunun çok iyi anlaşılması gerekiyor. Bu formülün kendine has tarihsel bir arka planı, felsefesi ve siyasal motivasyonu var. İki kutbun-blokun çözemediği sorunları özgün perspektifi ile çözen, gerçek sorunlara gerçek cevaplar üreten, demagojiden uzak bir anlayışı ifade eder.
Bu ayak, kimse için bir tehdit değildir. Katı merkezci yapılara, otoriteryan tarza, inkârcı ve asimilasyonist politikalara, kadın düşmanlığına, ekolojiden yana alınmayan duruşa karşıdır. Popülist, cinsiyetçi, dinbaz, milliyetçi, aşırı pozitivist ideolojilere karşı mücadele eder. Bu ayak sadece Kürtlerden ibaret değildir. Demokratik kamuoyunun kendisidir. Ezilenlerin tümüdür. Gençlerdir, işçilerdir… Klasik bir muhalefet tarzını benimsemez. Kısa vadeli düşünmez, faşizme vurulacak her darbede ilkelerini korur, politikasını esnetir ve son seçimlerde olduğu gibi etkisi tarihidir. Kadın özgürlükçü, ekolojik bir toplum tahayyülü olduğundan; demokratik toplum ve bu toplum şahsında ortak yaşam olmazsa olmazıdır. Bir toplumun örgütlenmesidir. Fakat bu örgütlenme, eylemsel kılınmışsa üçüncü ayağı temsil eder. Somut bir karşılığı olduğundan, devleti demokrasiye duyarlı kılma mücadelesi verir, demokratik Türkiye birliğini öngörür. Temel mücadele anlayışı devletten bir şey beklemeden kendi öz gücüyle hareket etmesidir.
Özetlersek üçüncü ayak, egemen sömürücü güçlerin dışında kalan halkları, ezilenleri, demokrasiyi temsil eden, gençlik ve kadın devrimlerini içine alan, ekolojik olan devrimci demokratik duruş çizgisi oluyor.
Yine aynı görüşmede Öcalan Kürt hareketini üçüncü ayak olmak için güçlenmesi gerektiğini söylüyor. Bu bağlamda güç olmak ne demektir?
Yukarıda özelliklerini genişçe ifade etmeye çalıştım, haliyle tekrara düşmeden şunu belirtebilirim. Bu politik felsefe, halkın kendi öz örgütlülüğüyle, kendi sorunlarını kendisinin çözmesini hedefler dedik. Ve bu hedefleri gerçekleştirdiği oranda güçlenir ve diğer iki çizgi güçsüzleşir. Devleti demokrasiye duyarlı konuma getirir. Böylelikle etkinliğe ulaşır. Bunu başardığı oradan güçlüdür, başaramadığı oranda da güçsüzdür.
Diğer bir boyut da emek verme konusudur. Başta toplumsal öncü olan HDK/HDP ve bileşenler olmak üzere, herkesin çok çalışması gerek. Bu, bizim güç olmaktan anlamamız gereken ilk şeydir.
İkincisi ise belki biraz daha kuramsal çerçevedir. Makyavel’in devletin doğal amacı olarak belirttiği güç, mülke odaklanan Locke’vari, savaşa odaklanan Clausewitz’vari bir güç arayışı değil elbet bizimkisi. İmkân ve kapasitesini bilen, siyaseten ‘yumuşak gücü’ tartışan bir yerden bakıyoruz diyelim.
Kürt hareketi ve demokratik güçler pratik anlamda üçüncü ayak olmanın hangi aşamasında?
Bu soruya tam olarak şuradayız demek çok doğru gelmiyor, fakat pratik anlamda inşa aşamasındayız diyebiliriz. Çünkü koşullar sürekli değişmekte ve bulunduğumuz konum, zamanın göreceliği ile adeta birleşerek, bir ileri bir geri sıçramaktadır. Misal içinden geçtiğimiz korona günleri, sadece gündelik yaşamı değil, siyaset felsefesini de yerinden sarstı. İnşa, kendine eşlik eden kurucu düşünceye referansla ilerler. Tüm kurucu düşüncelerin yeniden geriye dönüp kendini gözden geçirdiği ilginç bir aralığa geldik. Üçüncü çizgi/yol/ayak, eğer adına ve özüne yaşam denilebilecekse belirgin niteliği, genelde devlet odaklı, özelde kapitalist modern yaşamdan kopuşla başlamasıdır. Bunu gerçekleştirdiğimizde de esas aşamada olduğumuzu kabul edeceğiz. Bu perspektiften bakınca mücadelenin çetin geçeceği ortadadır.
Kürtlerin Türkiye’deki hakkı nedir? Kürtlerin, Kurtuluş savaşına katkılarını da göz önünde bulundurarak, bu konuda ne dersiniz?
Kürtlere dair ortaya konması gereken ilk ve en temel şey, gerçekçi bir yaklaşımdır. Gerisi spekülatif, tarihsel magazin ve değeri olmayan bir yaklaşımdır.
Soruyu tersten soralım: Türklerin Türkiye’de hakkı nedir? Onların neyse Kürtlerin de odur.
Bu elbette kestirme bir cevaptır. Bir yandan eksik bir yandan da tamdır! Çünkü böylesi bir sorunun cevabı bakış açısına göre değişecektir. Tarihsel, sömürge, yakın tarih, eko-siyaset, öteki açılardan yapılacak her bir okuma, farklı ama özce tersten sorduğum sorunun cevabına götürecek bizi. Belirtmeden geçmek de istemem, bu durum Kürt ve Türkler arasındaki tarihsel köprüleri yıkmaya çalışan, onları birbirinden ayıranların utancıdır.
Ortada bir sorun var. Sorunun kavramsallaştırma şeklinden tutalım da algılarına kadar hepsi ayrıca sorunsal! Fakat hakkın ne olduğunu, belki de gasp edilen hakların ne olduğunu hatırlayarak anlayabiliriz. Kürt sorunu, Kürtlerin anavatanlarının parçalanması ve inkârı, toplumsal gerçekliklerinin derinden bölünerek kendilik olmaktan çıkarılmaları, siyasi iradelerine ket vurulması, devletlerin inkârcı ve imhacı yöntemleri karşısında boyun eğmeye zorlanmaları, ekonomik ihtiyaçlarını gidermenin öz kimliklerinden vazgeçme aracına dönüştürülmesi, kendi öz kimliklerine dayalı bir kültürel ve ideolojik varlık haline gelmelerine fırsat ve yasal statü tanınmaması, çağdaş eğitim araçları ve uygulamalarından mahrum bırakılmaları, tüm bu alanların bütünleşik uygulamalarıyla öz varlıkları ve kimliklerinin yok sayılması ve özgür yaşamama sorununa dönüşüyordu. Diğer bir deyişle Kürt sorunu bir ulusal sorun değil, ulus olmaktan çıkma sorunudur. Görüldüğü üzere ontolojiden başlayan ve ulusal düzeye varan bir hak dizgesi var ortada.
Kürt’e yer açmak siyasi ve hukuksal olarak neye tekabül ediyor?
Kürt hareketi, bir bütünen, siyasal ve hukuk alanına dair çözüm önerisini daha önce formüle etmiş ve kamuoyu ile paylaşmıştı. Buna göre genel olarak sorunların çözümü noktasında ‘Demokratik uzlaşı, özgür siyaset ve evrensel hukuk’ üçlü sacayağı üzerinde demokratik siyasetin geliştirilmesi, evrensel hukuk içinde Demokratik Anayasal İttifak kavramının da yaşamsallaştırılması gerektiği ifade edilmişti.
Resmi tarih dışında kimsenin karşı gelemeyeceği bir gerçek, Türkiye’nin yaşadığı çıkmazların yüzyıldır aynı olduğudur. Neden? Çünkü amaca giden yolda araçlar temiz değilse hiçbir sonuç elde edemezsiniz. Kötü niyetle iyi sonuç alamazsınız! Kısa fragman budur…
Fragmandan çıkarsak, Kürt sorunu çözülmeden bu ülkede hiçbir şeyin çözülemeyeceği bölüm bölüm çıkar karşımıza. Kısır bir ayrılıkçı-milliyetçi çatışma yerine tek bir çözüm önerisi olmayan iktidar aygıtları, dün olduğu gibi bugün de çözümden kaçmak için her taklayı atıyor. Rusya’dan yol alıp Amerika kıtalarına varıyor ve Kürtleri nasıl bitirebilirim mesaisi yapıyor…
O anlamda bizim üçüncü ayak olma iddiamızın temel gayelerinden biri olarak imlediğimiz ‘ortak yaşam’, siyasi ve hukuksal olarak tekabül edeceği en önemli şeydir. Kürde yer açmak; yalan, hile, haksızlık ve çaresizlikten ibaret yasaların yok olmasıdır. Yüzyıllardır Kürtlerin terk edildiği dere yatakları, asit kuyuları ile yüzleşmedir. Dayatılan kimliksizlik, tanımsızlık ve elbette anlamsızlıkla yüzleşmedir.
Kayyımla, kaba güçle, ev baskınlarıyla, zindanlarla, ölümlerle, mezarsızlıkla tehditten vazgeçip başka yolların olabileceğini düşünmedir.
Bugün bu ülkede hukuk ve siyasetin geldiği nokta acı vericidir, yutkunmayı zorlaştıran utanç silsilesidir. Haliyle Kürde yer vermek, hukuk ve siyasete de yer vermektir. Yani kardeşlik deyince ağabey olmama anlaşılacak, birliktelik derken asimilasyon anlaşılmayacak, adalet derken tek hak anlaşılmayacak… Ve en büyük umut, savaş değil barış konuşulacak…
“Rojava’daki güçlerin, Suriye’nin bütünlüğü içinde daha geniş bir şekilde güç olmaları gerekir. Rojava’daki oluşum Suriye’nin bütünlüğü içindir.” Bu yaklaşım Suriye sorununa nasıl bir katkıda bulunur?
Öncelikle Rojava’nın önemi, Suriye içinde ne anlam ifade ettiği netleşirse, Suriye sorununa da nasıl katkı yapacağı ortaya çıkar.
Sekiz yılı geride bırakan Rojava devrimi, her şeyden önce başka bir yaşam mücadelesine, direnişe ve kıyametin ortasında bir alternatif olduğuna inanan herkesi heyecanlandıran, demokrasi için inancı tazeleyen bir insanlık mirasıdır. Bugün dünyada devam eden pek çok mücadelenin ilham kaynağı, umudu ve sebebidir. Rojava Devrimi, halkların birlikteliğidir, kadın özgürlüğü ve demokratik ekolojik özgürlükçü çizgidir. Kendi öz gücüne, halkın örgütlü gücüne dayanarak, güvenerek, onu açığa çıkartarak hareket etmek ve bu sayede demokratik toplum örgütlülüğünü geliştirmek demektir.
Geride kalan sekiz yıl her açıdan öğreticidir. Başkaları için değil kendisi için savaşan, onurlu ve ilkeli duran, tüm halklarla beraber yaşama istencini dillendiren ve bunu pratikleştiren bir halk gerçekliğinden bahsediyoruz. Ve bunu tam da Ortadoğu’nun tarihsel, toplumsal, sosyolojik, etnik, ulusal, inançsal çelişkilerinin tam ortasında yaptı!
Kısmen vurguladım, bugün üçüncü ayağın somut halini konuşmak için Rojava devrimine bakmamız gerekiyor. Bu teorinin sahada uygulandığı ve en geniş alana ulaştığı yer burasıdır. Kürtler, Suriye rejimi ve Suriye’ye müdahale eden güçler dışında kalarak bir tutum belirledi. Bunu da “üçüncü çizgi/yol” dedi. Suriye üzerindeki çatışma durumu küresel ve bölgesel düzeyde yeni bir bloklaşmanın ortaya çıkmasını sağladı. Küresel düzeyde çatışan taraflar; ABD ve Rusya olurken, bölgesel çatışma güçleri de Türkiye ve İran oldu. Böylesi bir atmosferde genelde beklenen şey bir tarafa angaje olmaktır! Fakat Kürtler başka, bambaşka bir şey yaptı. Dünyanın bugün alkışladığı şeyi, üçüncü bir ayak olabilmeyi!
Herhangi bir blokun kuyruğuna takılmadı, herhangi bir blokla da çatışmaya girmedi ama halkların demokratik devrimi için yararlanılacak taktik, ilişki ve diyalog içerisinde olmaktan da kaçınmayan bir siyaset izledi; doğru, tarafsız, bağımsız, özgürlük ve demokrasi çizgisinde bir siyaset yürüttü… Halkların demokratik devrimi böylece hızlandı, diplomasisi büyüdü ve genişledi. Yaşam için bir modele dönüştü…
Bugün Suriye’de en önemli demokratik güç Kürtlerdir. Çünkü ortaya bir alternatif koyuyorlar. Dinmek bilmeyen savaş ve dehşet içinde büyük emek ve bedellerle bir alan açıyor. Bu saatten sonra katı merkezci bir anlayışla hareket eden Esad rejimine mi teslim olunur? Siyaseten olmaz, mantıken olmaz! Fakat ortak yaşama isteğinde olur. Ki bu konuda iş birliğine hazırız mesajını defalarca verdi Özerk yönetim. Özgür ve demokratik bir çizgide olabilecek her diyalog, arayış destekleniyor.
Rojava özelinde Suriye’de ne oluyor mesela? Kürt-Arap ittifakı, Arap-Hristiyan ittifakı, Ermeni-Süryani ittifakı gibi şeyler hayat buluyor. Kadını ve erkeği egemen-köle kıskacından kurtarıp özgürce ve eşitçe birlikte yaşamasını sağlıyor. Mezhepçiliğin, cinsiyetçiliğin ve katı bir milliyetçiliğin hüküm sürdüğü, savaştan savaşa sürüklediği bir mekânda, çoraklaşmaya inat yeşerme çabaları üstün geliyor. Kolektif üretim, yaşam yeşeriyor. Savaş karşıtı bir yaşamın, birlikteliğin kurulabildiği gözleniyor. Asurilerin, Türkmenlerin, Çerkezlerin demokratik birliği gerçekleşiyor. Ortadoğu’daki bu birlik, halkların birliğinin önünü açıyor. Bu durum şüphesiz Suriye’ye de her açıdan pozitif etkileri oluyor, olacak. Yeter ki kanallar kapanmasın! Ortadoğu’da yaşama dair çelişkilerin çözüldüğü alandır Rojava! Eğer başarılı bir çözüme giderse Kürt’ün özgürlüğüne varacak ve oradan da demokratik Suriye birliği doğacak.
Suriye yönetiminin yapması gereken şey Kürtlere sırt çevirmek değil, onların birlikte yaşam isteğine destek vermektir. Bu gerçekleştiğinde Suriye’nin pek çok sorunu çözülecek, yerel-ulusal dengesi otomatik oturacaktır. İstek ve temennimiz de budur.