Mahir SAYIN yazdı: Dünya çapında rekabetin insanlığın başına getirmekte olduğu, sömürü, yoksulluk, ekolojik yıkım, nükleer tehdit, cins ayrımcılığı, sömürgecilik felaketlerine globalizmle birlikte HIV, SARS, kuş gribi, domuz gribi, korona gibi dünya çapındaki felaketler eklenmeye başladı. Ama bunlar daha başlangıç.
2008 krizi üçüncü evresine girdi. Birinci evre krizi yaratan yöntemi kullanarak krizin önlenmesiydi. Faizler düşürüldü, piyasaya daha fazla para sürüldü ve sanki bir rahatlamanın olduğu düşünülüp, para sürümü durdurulurken, faiz oranları yükseltilmeye ve hatta geri çekme hesapları yapılmaya başlandı. Bu da aslında krizin ikinci evresi idi. 2019’da görüldü ki yapılan hesap beklenen sonucu vermiyor, durgunluk ve enflasyon (stagflasyon) birlikte yükselmeye devam ediyor. O zaman krizin yeni bir evresine gelindiği görülerek yeniden krizi yaratan yöntemle krizi engellemeye, yani faiz düşürülmesi ve piyasaya yeni likidite sürülmesine geçildi.
Tam bu esnada sanki Murphy Kanunları işliyormuş gibi felaket felaketi çağırarak COVID-19 pandemisi patlak verdi. Hastalığın dünya çapında yayılma özelliği dünya kapitalizmini hem ticaret hem üretim alanında biraz daha durgunluğa doğru sürüklüyor. Şimdi sanki yeniden 2008 krizine büyümüş sorunlarla tekrar gelmiş gibiyiz.
Bunun bir sonucu olarak Trump seçimi kaybedebilir. Bugüne kadar Cumhuriyetçilerin sağlık sistemine verdikleri zararın acısı COVID-19 ile çıkacak gibi görünüyor. Bir diğer etken de COVID-19’un da katkısıyla derinleşecek olan krize karşı alınacak tedbirlerden TC gibi ülkelerin sermaye açıklarını kapatma açısından yararlanabilmeleri olacak. Yani birileri tepetaklak aşağı gitmekle yüz yüze gelirken, kriz birilerinin de neredeyse kurtuluşu olacak.
RTE için ise bu durum iki türlü kurtuluş olarak tecelli etti:
Birincisi pandemi dalgasının gürültüleri altında RTE’nin Moskova’da İdlib’e ilişkin uğradığı hezimet kaynadı gitti. Moskova’ya giderken “eğer geri çekilmezlerse omuz üstünde baş kalmaz” naraları atan RTE, dönerken, bütün kaybedilen alanlara rağmen, “Allaha şükür ateşkesi sağlayabildik” diyecek kadar ne dediğini şaşırmış haldeydi.
İkincisi de sermaye bulma imkanları son derece kısıtlanmış, piyasa durgunluğu hızla gelişir, büyüme vaadleri hayal olmuş iken, dünya kapitalizminin kendisini koruma yolu olarak geliştirdiği finansal tedbirler sayesinde yeniden sermaye bulma olanaklarının doğmuş olmasıdır.
Uyalım mı, kafa mı atalım?
Pandemi insanlığa yeniden dayanışmanın zorunluluğunu, sosyalizmi hatırlatıyor. Burjuvazi ise çıkan doğal afetlerden (ne kadar doğal, ne kadar kapitalist üretim belirsiz tabi) panoptik bir toplum yaratabilmek için yararlanmaya çalışıyor. Kendini pandemi karşısında ölüm tehdidiyle yüz yüze bulan insanların devletin verdiği talimatlara uyarak uyumlu davranmaya alıştırıldığını görmekteyiz. HIV (AIDS) virüsünün ortaya çıkışından beri devlet insanlar üzerinde bir başka hakîmiyet yolu daha keşfetti. Hem de pek bir zora gerek kalmadan; doludan kaçan insanların fırtınaya kendi ayaklarıyla koşmaları gibi, virüsten paniğe kapılanları devlet sisteme uyumlu davranmaya alıştırıyor. Nasıl savaş durumunda genel yasaklar ister istemez kabulleniliyor ise, bu da öyle. İnsanlar ne kadar itaatkâr olurlarsa 4. Sanayi Devrimi’nin imkan verdiği Denetleme (surveillence) Devleti’nin gerçekleştirilmesi de o kadar daha kolay hale gelmektedir.
Virüse karşı herhangi bir aşı, ilaç yok. Tek çare vücudun kendi direnci. Bu durumda insanlara verilebilecek tek tavsiye de diğer insanlarla ilişkilerini kesmeleri olabiliyor. Peki bu mümkün mü? Değil elbette. Bunun gerçekleşebilmesi için bütün fabrikaların, işyerlerinin, okulların kapatılması, yani tüm hayatın durdurulması gerekir. Ama bir şey titizlikle yerine getiriliyor. Toplantı yapmamak. Sınırları geçmemek. Bu iki tedbire de hastalığın yayılma gücü ve hızı açısından itiraz edebilmek pek olanaklı değil. Hastalığın kontrol altına alınabilmesinin yolu şimdilik ilaçla olamadığından sadece lokalize edilmesi, yayılma yollarının tıkanmasıyla mümkün. Ama bu da, tam da egemen sınıfın geliştirmek istediği itaatkâr davranış biçiminin insanlarca içselleştirilmesinin yolu. O zaman buna itiraz etmeli ama hastalığa “kafa atarak” değil. İşte burada bir kez daha dayanışmanın ve dijital imkanları sonuna kadar kullanmanın gerekliliği ortaya çıkıyor. Yapılamayacak olan her toplantıyı, geçilemeyecek olan her sınırı dijital imkanlarla geçmenin yolunu açmak ve bunu yaygın bir pratik haline getirmek gerekir.
Pandemiye karşı sosyalizm
İnsanlık tarihi bir çok salgın hastalık gördü. Savaşlarda kaybedilen insan sayısından kat be kat fazla insan veba, İspanyol gribi salgınlarda kaybedildi:
Kapitalizmin dünya çapında emperyalist bir sistem haline gelişiyle birlikte de dünyanın herhangi bir köşesinde cereyan eden vakanın günler, saatler içinde dünyanın dört bir yanını etkileyeceği bir dünya ilişkisine vardık ve bu entegrasyon gün be gün büyümekte ve haliyle sorunlarını da peşinden sürüklemektedir. Neoliberalizm bir dönem ulus devletin öldüğünü, globalizmin ve dünya bütünleşmesinin esas olduğunu iddia edip durdu. Ama 2008 krizi nefesini kesince yeniden sermaye ulusal karargâhlarından saldırısını devam ettirme kararı aldı. Ne var ki kurulmuş olan ilişkilerin öyle bir çırpıda ortadan kaldırılması kolay değil; mümkün de değil. Nasıl Güneydoğu Asya Krizi tüm dünyanın finansal bir krize girmesine yol açabiliyor ise şimdi de epidemi kavramının yerini pandemi alıyor ve Çin’in uğradığı kayıplara el ovuşturulurken, tüm Avrupa ve Amerika kendisini aynı tehditle yüz yüze buluyor ve kapitalist sistem insanlara sadece hapishane vaad edebiliyor.
Kapitalist sistemin temeli karı azamileştirmeye ve dolayısıyla da bunun için gerekli canhıraş rekabete dayanır. Bu rekabet kapitalizmi yapısal olarak akıl dışı bir konuma sürükler ve bu akıl dışılık onun sürekli krizlerle yüz yüze gelmesi olarak tecelli eder. Ama bu akıl dışı durum aynı zamanda kapitalizmin kendisini yenilemesinin de temelini oluşturur. Yıkım yeniden genişletilmiş üretime dönüşür. Rekabetin böylesine temelli bir yapısal özellik kazanmış olması, kapitalizmin dünya çapında ortaya çıkan felaketleri engelleme imkânlarının yapısal olarak engellenmiş olması demektir. Zira felaket demek birilerinin yıkılması ve bir başkalarının onların yerini alarak daha canlı bir hayat sürdürmeleri anlamına gelmektedir. Şimdi apaçık görmekteyiz ki, dünya çapında gelişen bir hastalık da kapitalistlerin birbirleriyle yarışının bir malzemesi olmakta, insanların ölüp kalması sistemin kendisini devam ettirmesi kıstasına göre belirlenmektedir. Bunun içindir ki de, kapitalist sistem insanlara hastalıktan kurtuluş için çare olarak tecriti sunmakta ve insanları buna alıştırarak giderek bir denetim devletinin temellerini geliştirmektedir.
Dünyanın geçmişle mukayese edilemeyecek ölçüde entegre hale gelmiş olması, insanlığın yüz yüze bulunduğu sorunları da aynı ölçekte büyütmekte ve bunlardan kurtuluşun tek yolunun da sosyalistlerin neredeyse iki yüz yıldır haykırdıkları, “bütün ülkelerin işçileri birleşin” sloganı olduğunu insanlığın önüne yeniden getirmektedir. Dünya çapında rekabetin insanlığın başına getirmekte olduğu, sömürü, yoksulluk, ekolojik yıkım, nükleer tehdit, cins ayrımcılığı, sömürgecilik felaketlerine globalizmle birlikte HIV, SARS, kuş gribi, domuz gribi, korona gibi dünya çapındaki felaketler eklenmeye başladı. Ama bunlar daha başlangıç. Dördüncü Sanayi Devrimi’yle birlikte bunlara daha da büyük felaketler eklenecek. Ama bütün bu felaketler gelişirken aynı zamanda tüm bunlardan dünya çapında bir dayanışma ile, sosyalizm ile kurtulmanın imkanları da gelişmektedir.
Korona ve benzerlerinden kurtuluş, kapitalizmden kurtuluş olacaktır.