HDP KONGRESİ’NE GİDERKEN – Günay KUBİLAY Yazdı: “Önümüzdeki dönemde yeni bir siyasal sürecin yolunu açmak için ‘mızrağın sivri ucu’nu AKP-MHP iktidarına yönlendirmek ve bu siyasi iktidardan kurtulmak öncelikli stratejik görevi olmalıdır.”
Günay Kubilay – Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü
HDP, 4. Büyük Kongresi’ni 23 Şubat’ta Ankara’da gerçekleştirecek. Bilindiği gibi 12 Ocak’ta HDP Gençlik Konferansı, 19 Ocak’ta Kadın Konferansı, 24-25 Ocak’ta da 3. Büyük Olağan Konferans gerçekleştirildi. 23 Şubat’ta da bütün bu çalışmaların ortak bir örgütsel havuzda derlenip toparlanacağı, önümüzdeki iki yıllık dönemde partimizin politik ve örgütsel çizgisine yön verecek politikaların bağlayıcı karara dönüştürüleceği 4. Büyük Kongre yapılacak.
HDP Ekim 2012’de Halkların Demokratik Kongresi tarafından kuruldu. Aradan 7,5 yıllık bir zaman dilimi geçti. 7,5 yıl Spartaküslerden beri süregelen insanlığın nihai kurtuluş ve özgürleşme mücadelesi söz konusu olduğu zaman çok da uzun bir zaman sayılmaz. Ama bu 8 yıllık zaman dilimindeki güncel gelişmelere ve HDP’ye yöneltilmiş saldırılara baktığımız zaman 8 yılın çok büyük acıların yaşandığı, büyük bedellerin ödendiği, çok önemli siyasi sonuçların ortaya çıktığı, köprülerin altından çok suların aktığı çalkantılı ve hareketli, canlı ve dinamik bir 8 yıl olduğunu görürüz.
Oligarşik devlet yapısından faşist devlet yapısına geçiş süreci
Türkiye birbirini besleyen ve tetikleyen ekonomik, siyasal ve bölgesel krizlerle karakterize olan kritik bir yol ayrımının eşiğinde bulunuyor.
AKP-MHP bloğu, 31 Mart ve 23 Haziran’da aldığı büyük bir seçim yenilgisiyle toplumun çoğunluk desteğini kaybetmiş ve toplumsal rıza üretme kapasitesini yitirmiştir. Bünyesinden kopan yeni siyasi oluşumlarla daralan ve her geçen gün siyasal dozu artan baskı ve zorla, savaş ve şiddetle varlığını sürdürmeye çalışan gayri meşru bir iktidardır.
Emeğin yağması ve doğanın talanına dayalı, ‘ilkel birikim yöntemleri’ ve siyasal zor yoluyla sürdürülmek istenen sermaye birikim rejimi artık sürdürülemez bir boyut kazanmış, emeği, doğayı ve kamu kaynaklarını yutan ölümcül bir makineye dönüşmüştür. Öncelikle finansal bir kriz olarak başlayan, kaynağında verili sermaye birikim rejimi ve kapitalist büyüme modeli olan ekonomik kriz, toplumsal bir krize dönüşmüş, işsizliğin, yoksulluğun, pahalılığın, sefaletin kol geldiği, günde 4-5 işçinin iş cinayetlerinde yaşamını yitirdiği, intiharlarla yaşamdan umutların kesildiği kaotik bir noktaya sürüklenmiştir.
Uzak geçmiş bir yana özellikle müzakere masasının devrilmesiyle Kürtlerin siyasal statü elde etmesini ve Kürt özgürlük mücadelesini bastırmak amacıyla ısrarla devam ettirilen savaş ve şiddet politikası Kürt sorununda çözümsüzlüğü derinleştirmekten ve kronikleştirmekten başka sonuç doğurmamıştır. Artık AKP-MHP iktidarının milliyetçi ve ırkçı hezeyanlar eşliğinde sürdürdüğü Kürt düşmanı politikalar iflas etmiştir. Kürt sorunu bizatihi Erdoğan eliyle bölgesel bir sorun olmanın ötesine taşınarak (BM Genel Kurulu’nda, NATO Toplantısı’nda…) uluslararası boyut kazanmıştır.
Bölgede, savaş ve işgal biçiminde sürdürülen sömürgeci, yayılmacı ve mezhepçi politikaların da sonuna gelinmiştir.
Özellikle Kuzey Doğu Suriye’de başta Kürtler olmak üzere, Rojava halklarının ve özellikle kadınlarının ortak eseri olan Rojava devrimini boğmak, kazanımlarını ortadan kaldırmak ve Kürtlerin siyasal statü sahibi olmasını engelleme politikalarının da sonuç vermeyeceğinin altını çizmek gerekir. Kuzey Doğu Suriye’deki siyasi başarısızlıktan sonra, kapitalist hiyerarşide bir üst basamağa çıkmak ve bölgede güç merkezi olmak amacıyla izlenen yayılmacı politikaların bir sonucu olarak, Libya’da gelecek arayışları da bölgesel çelişkileri derinleştirmekten, çatışmaları boyutlandırmaktan başka bir sonuç doğurmayacaktır. Doğu Akdeniz gerilimi ve Kıbrıs’ı ilhak eğilimi dikkate alındığında, Moskova ve Washinton arasında adeta bir tenis topu gibi gidip gelen, ‘serseri mayın’ gibi oradan oraya koşan ilkesiz ve saldırgan bir dış politika ve kapitalist aç gözlülüğün sonucunda ‘komşularla sıfır sorun’dan ‘komşularını sıfırlamış’ bir Türkiye profiliyle yüz yüzeyiz.
Egemen güçler yukarıda üç başlık altında ifade edilen siyasal stratejinin AKP-MHP iktidar bloğu vasıtasıyla ödünsüz ve kesintisiz biçimde uygulanmasının önündeki bütün engelleri aşmak, toplumsal muhalefeti bastırmak için parlamento dahil ‘temsili demokrasi’nin bütün organlarının işlevsizleştirildiği, her şeyin sarayın tekelinde toplandığı, yönlendirildiği ve yönetildiği bir faşist rejime geçiş sürecini hızlandırılmıştır.
Bugün Erdoğan’la sembolize olan yeni rejimi oligarşik devlet yapısından faşist devlet yapısına (devlet biçimi…) geçiş süreci olarak okumak yanlış olmayacaktır. Henüz kurumsallaşma aşamasındaki yeni rejime geçiş ihtiyacını, birbirini besleyen, tetikleyen ve sürece damgasını vuran kriz unsurlarını egemen güçlerin temel stratejik hedeflerine uygun biçimde çözüm arayışlarının mantıki sonucu olarak okumak hiç de yanlış olmayacaktır.
Seçim yenilgisinden ‘kayyım rejimi”yle çıkma yeltenişi
Ne var ki, 31 Mart’ta HDP’nin izlediği ‘AKP-MHP iktidar bloğuna kaybettirme stratejisi’ ve bu stratejiye uygun olarak Kürt illerinde ve Batı’da izlenen farklı seçim taktiklerinin ortaya çıkardığı ‘dikey sonuçlar’ bu sürecin engelsiz biçimde işlemesini kesintiye uğratmış, 31 Mart seçimleri vasıtasıyla inşa edilmek istenen faşist rejimin yerel ayaklarını oluşturma stratejisi çökmüştür.
Kayyım rejimi, 31 Mart’ta saray rejiminin yerel ayaklarını oluşturma stratejisinin çökmesi ve ‘seçim oyunu’nun sona ermesiyle, sandıkta kaybedileni darbeyle kazanmaya çalışan yönetim biçiminin adıdır. Kayyım atanan belediyeler, kayyım olarak atanan valiler ve kaymakamlar vasıtasıyla devlet örgütlenmesine eklemlenmiş, saray rejiminin birer organik parçası haline getirilmiştir.
Özellikle Batı’nın İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Antalya, Aydın gibi büyük şehirlerde kaybettiği ‘yerel iktidarlar’ın yerine kayyım atanmamış olması yanıltıcı olmamalıdır. Bu şehirlerde de yerel yönetimleri saray rejiminin organik uzantısı haline getirecek, kısmi de olsa idari özerkliği ortadan kaldıracak yapısal düzenlemelerin yolda olduğunun altını çizmek gerekir.
Stratejik görev AKP-MHP İktidarı’ndan kurtulmaktır
HDP’nin varlığına yöneltilmiş saldırı dalgasının politik arka planı üzerinde durmak yerinde olur:
HDP’nin bütün egemenlik ilişkilerine, eşitsizlik ve sömürü biçimlerine son verme amacı taşıyan demokrasi programıyla egemen güçlerin öngördüğü ‘Türkiye programı’ ve ‘bölge stratejileri’ arasındaki antagonizma HDP’ye yönelik sistematik saldırıların politik arka planını oluşturuyor.
7 Haziran 2015’te, 31 Mart 2019’da görüldüğü gibi AKP-MHP iktidarı henüz kurumsallaşma aşamasındaki saray rejiminin önünde en büyük engel gördüğü ve ‘inşa sürecini’ kesintiye uğratma potansiyeli nedeniyle HDP’nin varlığına yönelik çok yönlü bir saldırı dalgasını aralıksız sürdürüyor. İktidarın saldırılarını HDP’den ‘siyasi intikam almak’ olduğu kadar, kendi varlığını, HDP’nin yokluğuna bağlamış bir iktidarın ‘iktidardan düşüş korkusu’ olarak değerlendirmek de yanlış olmaz.
AKP-MHP iktidarı siyasal zor aygıtlarına başvurmaksızın iktidarını sürdürme imkanlarını tüketmiş, sorunları ‘demokratik siyaset zeminlerinde’ çözebilecek siyasi perspektiften ve programdan yoksundur ve bir çözüm dinamiği olmaktan çıkmıştır. Önümüzdeki dönemde yeni bir siyasal sürecin yolunu açmak için ‘mızrağın sivri ucu’nu AKP-MHP iktidarına yönlendirmek ve bu siyasi iktidardan kurtulmak öncelikli stratejik görevi olmalıdır.
HDP’ye yön verecek olan üçüncü yol çizgisidir
Türkiye’nin görünür geleceğine projeksiyon tutacak, yeni bir demokratik siyasal sürecin inşasına ve toplumun beklentilerine yanıt verebilecek bir demokratik değişim, dönüşüm sürecine öncülük edebilecek programa sahip yegane parti HDP’dir, HDP’ye yön verecek üçüncü yol çizgisidir.
Üçüncü yol çizgisi emekçilerin ve ezilenlerin tarihsel ittifakına dayanan, egemen güçlerin şu ya da bu ad altındaki tarihsel blokunun dışında, devletten, sermayeden ve patriyarkadan bağımsız bir mücadele çizgisi ve yaşam modelidir.
HDP Büyük Kongresi, üçüncü yol çizgisinin de kaçınılmaz bir gereği olarak sembiyotik ilişki içerisinde birbirini besleyen ve büyüten iki önemli sorun alanına dair etkili çözümler üretmeli, kuruluş öncüllerine bağlı bir duruş göstermelidir.
Birincisi, kendini belirgin biçimlerde ortaya koyan şu paradoksu aşmak zorundadır: HDP, politik etki alanı genişlediği halde, örgütsel daralma süreci yaşıyor. HDP bu paradoksu aşmak zorundadır. HDP halkla zayıflamış bağlarını güçlendirerek örgütlü ve kitlesel bir halk hareketini inşa etme imkanına kavuşabilir, böylelikle daha etkili bir siyasal özne konumuna yükselebilir.
İkincisi, HDP Kongresi, Kürt halkını Türkiye’nin diğer halklarından koparmak ve sosyalist sol güçlerden uzaklaştırmak isteyen ‘ilkel milliyetçi’ eğilimler ile Kürt sorununa ve Kürt halkına rağmen siyasi bir gelecek inşa etmek ve Kürt siyasi hareketiyle arasına mesafe koymak isteyen sosyal şoven eğilimlerle mücadele etmenin gereğine işaret etmeli, ‘kimlik siyaseti’yle ‘sınıf siyasetini’ birleştiren, ‘iki ülke realitesi’ne uygun bir enternasyonalist ‘Türkiye Partisi’ olduğuna dair bütünlüklü devrimci demokratik bir çizgiyi formüle etmelidir.
Bu çizginin kaçınılmaz bir gereği olarak 31 Mart yerel seçim sürecinin akabinde bütün emekçilerin ve ezilenlerin, bütün demokrasi güçlerinin demokrasi ortak paydasında buluşması ve birleşik bir mücadele sürecine girmesi yönünde yaptığı ‘demokrasi ittifakı’ çağrılarını önümüzdeki dönemde ete kemiğe büründürecek bir siyasi iradeyi göstermelidir.
Bunun için ev ev, sokak sokak, mahalle mahalle, işyeri işyeri bütün yaşam ve üretim birimlerini kapsayan bir demokratik siyaset tarzını geliştirmek, demokrasi ittifakını ilmek ilmek örmek stratejik öncelikli temel hedefler arasında yer almalıdır.
Yerel siyasetin geliştirilmesi zorunludur
İçinde bulunduğumuz siyasal koşulların sınırlayıcı ve daraltıcı etkisiyle parti içi siyasetin merkezileştiği, yerel siyasetin merkeze bağımlı hale gelmiş olduğu bir sır değildir. Önümüzdeki dönemde siyaseti yerelleştirmek ve demokratikleştirmek, toplumla zayıflamış bağların yeniden kurulması ve örgütlü bir halk hareketinin yeniden inşası bakımından yaşamsaldır. Siyasetin yerelleşmesi, siyasetin demokratikleşmesi kadar, yarını bugünden kurmanın, doğrudan demokrasiyle kendi kendini yöneten eşitlikçi, özgürlükçü, ekolojik ve demokratik bir toplumsal yaşamın olmazsa olmazıdır.
HDP, özyönetimlere dayalı, yerel demokrasiyle şekillenmiş Demokratik Cumhuriyet hedefini önüne koymuş bir partidir. Demokrasi her şeyden önce yaşanarak içselleştirilecek bir kültürel birikimi, bir yaşam tarzını ifade eder. Yerel siyasetin geliştirilmesi, derinleştirilmesi, içselleştirilmesi, bizatihi demokrasi pratiği içinde kendi kendini eğitmenin ve parti içi demokrasiyi geliştirmenin en rasyonel yolu olduğu kadar siyasetin daralarak merkezileşmesinin de panzehiridir.
HDP’nin temel belgelerinde yerel örgütler özerktir. Özerklik, partinin temel belgelerine, kongre ve PM kararlarına uygun olmak kaydıyla yerelle ilgili her konuda söz söylemek, karar almak, uygulamak demektir. Ne yazık ki, HDP’de yerel örgütler siyaset üretmedikçe parti içi siyaset merkezileşmiş, siyaset merkezileştikçe yerel siyaset yapılamaz hale gelmiştir. Önümüzdeki dönemde bu ikilemi siyasetin yerelleştirilmesi ve parti içi demokrasinin geliştirilmesi yönünde aşmak öncelikli görevlerden biri olarak ele alınmalıdır. Bu bağlamda partinin çoğulcu yapısı ve radikal demokrasi anlayışı gereğince kolektif çalışma, kişisel sorumluluk, demokratik siyaset temel bir düstur olarak benimsenmeli, yerellerden merkeze kadar bütün alanlar ve organlarda uygulanmalıdır.