Zeki TOMBAK yazdı: “Ortak bir gelecek tahayyülü” geçtiğimiz pazar günü HDP Kongresi’nde kendisini görünür kıldı. Rejimin iktidarda ve muhalefetteki bütün unsurlarının o kongrede gördükleri hayatiyete tehditler savurmaları boşuna değildir.
1908’in 24 Temmuz’unda, Türkiye burjuvazisinin iktidara tırmanışının büyük adımlarından biri gerçekleşti ve 2. Meşrutiyet ilân edildi.
Halkımız o günü “HÜRRİYET’İN İLÂNI” olarak adlandırdı. Çünkü II. Abdülhamit’in sansürü bu ilanla birlikte kaldırıldı.
1) Payitahtta, ağır sansür koşullarında yayınlanan, “yandaş” diyebileceğimiz gazeteler vardı. İkdam, Sabah, Tercüman, Hakikat ve bir iktisat dergisi olarak başlayıp edebiyat dergisine dönüşen Servet-i Fünûn bu yayınlardandı.
Muhalif yayınlar ise Mısır, Kosova ve Üsküp gibi Abdülhamit’in elinin uzanamadığı Osmanlı taşrasında veya Paris, Londra, Cenevre, Bürüksel gibi Avrupa şehirlerinde yayınlanabiliyordu. Hürriyet (Selim Faris), Cür’et (Hilmi Hakkı), Sosyalist (Refiğ Nevzat), İçtihat (Abdullah Cevdet), Meşveret (Ahmet Rıza), Hakikat, Mizan, Osmanlı, İntikam, İstirdat, Vatan, Kürdistan, Girit, İstiklâl, Ezan, Darbe, İstikbal, Kanun-i Esasi ve La Turquie Comtamporaine bunlardandı.
Hürriyet’ten sonra neredeyse her aydın bir yayın çıkarmaya girişti. İki ay içinde 200’den fazla yeni gazete ve dergi yayın hayatına başladı. Bu sayı bir yıl içinde 353’e ulaştı.
Burjuva demokratik devrim düşünce ve ifade özgürlüğü ile açılış yaptı.
2) Hürriyet’in ilânı sonrasında İttihat Terakki Fırkası legale çıkarken, Hürriyet ve İtilâf Fırkası, Osmanlı Demokrat Fırkası, Osmanlı Ahrar Fırkası, Osmanlı Sosyalist Fırkası, Ahali Fırkası, Mutedil Hürriyetperveran Fırkası, İttihad-ı Muhammediye Fırkası gibi partiler birbiri ardına kuruldu.
Hürriyet’ten önce Selanik ve Manastır gibi Balkan şehirlerinde sendikaya benzeyen ve Bulgarlar başta olmak üzere Balkan komünistlerinin etkisi ile örgütlenen işçi sendikaları kurulmaya başlamıştı. Hürriyet’ten sonra sendikalar, işçi dernekleri, yardım sandıkları yaygınlaştı.
3) Hürriyet’in ilanı çeşitli milliyetlerden Osmanlı aydınlarında ve ahalide “birlikte, ortak bir gelecek kurabiliriz” ümidi yarattı. Türkler, Rumlar, Ermeniler, Museviler, Arnavutlar vd. vd. Büyük Fransız Devrimi’nin “Liberte, Egalite, Fraternite” bayraklarını, “Hürriyet, Müsavat, Uhuvvet” diyerek başta İstanbul olmak üzere Osmanlı şehirlerinde yükselttiler, sokaklara, meydanlara taşıdılar.
4) Fakat bu ortak ve umutlu rüya uzun sürmedi.
Önce asker içinde başlayan ve sonra cemaat ve tarikatların öne çıkmasıyla Meşrutiyet’e karşı İslami bir isyana dönüşen ve 12 gün süren “31 Mart Vakası” ile Hürriyet dönemi bitti.
İsyan bir yönüyle Halk Ordusu niteliği de olan Hareket Ordusu tarafından bastırıldı. Ayaklanmayı azmettirdiği düşünülen II. Abdülhamit tahttan indirildi. Erdoğan’ın zannetmemizi istediği gibi idam edilmedi. Bir süre Selanik’te Alatini Köşkü’nde, daha sonra, zatürreden öldüğü 1918 yılına kadar Beylerbeyi Sarayı’nda yaşadı.
13 Nisan 1909’da İttihat Terakki karşıtı partiler Sultanahmet Meydanı’nda yaptıkları miting sonrasında İttihatçi Tanin ve Şurâ-yı Ümmet gazetelerini basmış ve yağmalamıştı.
18 Temmuz 1909’da, ayaklanma gerekçe gösterilerek Basın ve Matbaalar kanunu değiştirildi. Sansür geri döndü.
5) Bundan sonrası baş döndürücü bir süreçtir.
Galata köprüsünde muhalif iki gazeteci suikaste kurban gider.
Ara seçimlerde İttihatçılar yaygın hile yaparlar.
İttihatçı önderlerden Enver bey yanında partinin Yakup Cemil gibi silahşörleriyle 23 Ocak 1913’te Bâb-ı Âli’yi basar. Harbiye Nazırı Nazım Paşa vurulup öldürülür. Sadrazam Kâmil Paşa zorla istifa ettirilir.
Aynı yılın 11 Haziran’ında, bu defa muhalefet Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’ya suikast düzenler. Böylece Talât, Enver ve Cemal Paşa üçlüsü İttihat ve Terakki’nin dolaysız iktidarını kurma imkanı bulurlar.
İttihatçi iktidar Almanlardan güya satın alınan iki savaş gemisinin Sivastopol’u bombardıman etmesiyle 29 Ekim 1914’te ülkeyi 1. Dünya Savaşı’na sokar.
“Van’da Ermeni ayaklanması” bahanesiyle 24 Nisan 1915’te İstanbul’da 700 Ermeni aydını toplanır, Ankara’ya diye yola çıkarılır ve bir daha hiçbirinden haber alınmaz. 27 Mayıs günü hükümet Tehcir Kararnamesi’ni çıkarır ve burjuvazi iktidara tırmanışının ilk büyük adımının 7 yılına bir de soykırım sığdırır.
6) Yenilgi sonucu ülke işgale uğrar. İşgale karşı mücadele, burjuva devriminin ikinci büyük adımının inşasıdır. Bu mücadeleye önderlik eden Ankara Hükümeti, düzenli ordusunu işgalciyle ciddi bir tek çatışmaya sokmamış olduğu bir esnada, davet edildiği Londra Konferansı’nda İngiliz Hükümeti’ni ikna etmek uğruna Mustafa Suphi ve yoldaşlarını bir komployla katlettirir, Çerkez Ethem’in içinde komünistlerin de yer aldığı milis gücünü iki ateş arasında bırakarak tasfiye eder; Anadolu’da komünist tevkifatı yapar ve Misak-ı Milli sınırlarının dışında olduğu halde Batum’u Kazım Karabekir güçlerine işgal ettirerek Bolşeviklerle savaşma kararlılığını ortaya koyar. İngiltere böyle bir anlaşmaya yanaşmadığı için uzlaşma olmaz ve çaresiz Sovyetlerle dostluk anlaşması yapılır.
7) Türkiye hakim sınıfları daima iki büyük korkuyla yaşadı.
Birincisi 1829 Yunan bağımsızlık mücadelesinin zaferiyle başlayan ve hiç bitmeyen; hatta giderek ağır bir patolojiye dönüşen “bölünme” korkusudur.
İkincisi ise kendi varoluşunu inşa ederken, yani başında gerçekleşen Büyük Ekim Devrimi ile somut hale gelen “başların ayak; ayakların baş olması” ihtimalidir.
Bu iki korku, modern Türkiye tarihini bir korku tüneline dönüştürmüştür. Çapsız ve hırsız sivil siyaset, uluslararası tekellerin içerideki uzantısı olan sermaye sınıfı ve kendi halkına yabancı, devşirme asker-sivil bürokrasi, ülkeyi krizden krize sürükleyen bir sistem yaratmıştır.
Bu yüzden işgalden sonraki kuruluş ve inşa süreçleri her türlü muhalefetin çeşitli komplolarla tasfiye edildiği, “sınıf esaslı örgütlenmelerin” yasak olduğu, “takrir-i sükûn-susturma” kararnamesiyle toplumun susturulduğu bir inşa süreci olmuştur. Ve asıl olarak Takrir-i Sükûn Kürtlere karşı “çöktürme’yi baş hedef haline getirmiş” bir tarihin başlangıcını oluşturmuştur.
Mübadele ile işgale karşı savaşın cephe gerisinde ağır katliamlardan geçirilen Hristiyan nüfusun geriye kalanlarından kurtulma adımları atılır.
Dersim tedibiyle bir halk katliamdan geçirilir.
8) Cumhuriyet tarihi Süryani’nin, Ezidi’nin ülkeden göçe zorlanma tarihidir. Yahudilerin el üstünde tutulduğu palavrası ise, İsrail’in kuruluşuyla Yahudilerin para parça Filistin topraklarına göç etmesi gerçeği ile çökmüştür. Türkiye’de kalanlar ise Türklerden daha fazla Türklük yaparak yaşamaya çalışmakta, yine de sinagoglarının saldırıya uğraması tarihimizin bir parçasını oluşturmaya devam etmektedir.
Balkan muhacirleri asimilasyonu tercih ederek; Anadolu’da sünnileşerek, dilini, kimliğini, örf ve adetini unutarak ve yeni nesillerine unutturarak dikkatlerden uzak durma yolunu seçmiştir. Kafkas muhacirleri milliyetçiliğin ve devletçiliğin bayraktarlığını üstlenerek aslî unsur olmaya çalışırken, Laz ve Hemşinlilerin çoğunluğu, özellikle 1980 sonrası sağ, muhafazakâr partilerde öbeklenerek bir yandan temelsiz bir milliyetçi-muhafazakar kimlik geliştirmeye, asıl olarak da siyasetin rant dağıtma imkanlarıyla zenginleşmeye yönelmişlerdir.
9) Cumhuriyet, yasalarda bugün bile devam eden komünist parti kurma yasağı ile dünyada sadece Suudilerle yarış halindedir.
25 milyon Kürt halkı, eşit ve özgür bir yaşam için dünya tarihinde benzeri olmayan bedeller ödedi ve ödemeye devam ediyor.
Hukuk, adalet, demokratik hak ve özgürlükler, halkların kendi kimliklerini özgürce yaşaması; dilini, kültürünü özgürce geliştirmesi vb. vb., çok kısa umutlanma dönemlerinin ardından gelen ağır ve karanlık uygulamalarla imkansızlaştırılmaktadır.
Ama her türlü iktidar ve rejim değişikliklerine rağmen iki unsur devamlılık arz etmektedir. Bunlardan birincisi büyük sermaye gruplarında devamlılıktır. Yeni gruplar zaman zaman mevcuda eklense de büyük tekelci gruplar her gelen iktidarla uyum içinde ülkeyi ve toplumu yağmalamaya devam etmekte ve her kötülükle bütünleşmektedirler.
İkinci unsur ise kötülüklerde devamlılıktır. Misal, M. Ağar 12 Eylül Darbesi’nin işkenceci polis şefidir. “Sivil” Özal döneminde kariyerinde yükselmeye devam etmiş; darbe mağduru Demirel İktidarı’nda Emniyet Genel Müdürü ve Çiller Hükümeti’nde İçişleri Bakanı olmuştur. Siyasal İslamcı AKP’de kendisi Soylu ile birlikte koalisyon ortağı, oğlu AKP vekilidir.
10) Türkiye burjuvazisinin tek parti, solu olmayan çok partili rejim, askeri darbeler, sağ, milliyetçi sol, faşist, siyasal İslamcı denemediği yol kalmamış; kendi halkına yabancı, sürekli kriz yaratan bu sistem, her krizi daha büyük bir kriz yaratarak zaman kazanma anlayışı; bugün uluslararası ilişkilerde krizler yaratarak iç krizlerini baskılama aşamasına gelmiştir.
Sadece AKP-MHP rejimi bakımından değil; bütün muhalefet partileri bakımından da, bu sistemin kendisini sürdürebilmesi mümkün değildir.
Yeni bir toplum kuruculuğu, yeni bir yaşam inşası ve sadece ülke içinde değil; bölgesindeki halklarla beraber ve dünyanın her bir tarafındaki toplumsal muhalefetlerle organik ilişkiler kurarak birlikte, ortak bir gelecek tahayyülü kendisini ortaya koymadan gidilecek bir yer yoktur.
Bu tahayyül geçtiğimiz pazar günü HDP Kongresi’nde kendisini görünür kıldı. Rejimin iktidarda ve muhalefetteki bütün unsurlarının çürümenin ve çaresizliğin ağır kokusuyla genizleri yakarak, o kongrede gördükleri hayatiyete tehditler savurmaları boşuna değildir.