AYDIN ÇUBUKÇU’nun 9 Kasım’da yaşamını yitiren Emek Partisi MYK Üyesi ve İstanbul İl Yöneticisi Metin İlgün için yazdığı, Evrensel’de yayımlanan yazıyı sunuyoruz. Farklı siyasal çizgilerde mücadelesini sürdüren, bu toprakların sıra neferi komünist militanlarının anısına…
AYDIN ÇUBUKÇU
Kaybettiğimiz her yoldaşın ardından, çoğu zaman herhangi bir şiir eşlik eder, içimize akıttığımız gözyaşlarımıza. Deniz’e en çok yakıştırdığımız, “Delikanlım”, Nâzım Hikmet’in “Benerci Kendini Neden Öldürdü?” adlı uzun destansı şiirinin bir paçasıydı. Her dizesi onu tanımlar sanki.
“Harbe giden sarı saçlı çocuk”, Orhan Veli’nin şiiri, Deniz’in kendisinden önce ölen çok sevdiği bir arkadaşına yakıştırdığı dizelerdi.
Metin’in ölüm haberi gelince, “Sıra Neferi” düştü dilime. Deniz’e nasıl uygunsa “Delikanlım”, adeta onun için ve onun gibi devrimciler için yazılmışsa, bu da Metin İlgün için yazılmış gibiydi.
Bu şiirin her bir kelimesini, her bir dizesini ve bir bütün olarak ruhunu hak etmiş çok az komünist vardır. Hiç sakınmadan söyleyebiliriz ki, bu şiir tam da Metin İlgün içindir.
Başladı işe
Bitirdi işi…
Başlarken avaz avaz bağırmadı.
Bitirdi ve:
— Gelin seyredin, diye
dört yanı çağırmadı.
Metin’in parti hayatını bilen herkes üstüne düşen işi nasıl severek, kendini vererek yaptığını bilir. Hataları ve eksiklikleri karşısında özeleştirisi acımasız, başarıları için sessizdi. Biraz mahcup gülümsemesinden başka süsü yoktu. Bazen, nadiren, yakın gördüklerine fısıldardı “nasıldı yoldaş?” “Çok sıkıydı Metin!” Başını hafifçe eğer, kolunuza, omzunuza sarılır, “kimse duymasın” der gibi gülerdi!
Onun için; başlayan, biten, başlayan iş var,
sorgu soruş yok…
Gidiş var.
Duruş yok…
Bir işten ötekine, afişten bildiriye, mahalleden fabrikaya, hasta bir yoldaşı hastaneye yetiştirmekten, ölenlere mezarlıkta yer ayarlamaya, gazeteye yazı yazmaktan grev çadırlarında ajitasyon yapmaya, kafası karışmış-bunalıma düşmüş bir yoldaşı sağaltmaktan karanlıktaki bir işçiyi aydınlatmaya… Ah Metin, hangi birini saymalı, iş sürekli çoğalır, koşturacak insan sayısı o hızla çoğalmaz, hatta azalır kimi zaman! Hepsine yetişmek sana, senin gibilere düşer!
O milyonların milyonda biridir.
O bir sıra neferidir…
O, ne önde
ne arkada
sırada
sıramızdaydı…
“Parti işçiliği” böyle bir şey, bütün yeteneklerini, aklını, bilgini, bütün gücünü, zamanının her saniyesini “proletaryanın nihai hedefine”, o “en güzel dünya” amacına adamak, karşılığında sadece “bunu da yaptık, iyi oldu” diyebilmekten, hafifçe gülümsemekten başka bir şey ummamak!
Yeri geldi önderlik yaptın, icap etti arkada kalanları toplamak için geriden geldin; ama hep sıradaydın. Sıra çoğu zaman karışıktı, sen her zaman Lenin’in o müthiş benzetmesindeki disiplini aradın: “Proletaryanın uygun adım yürüyen demirden taburları!”
Parti, senin için bir kutsallık değil, gündelik yaşamın ta kendisiydi. Yediğin ekmek, içtiğin su, aldığın nefes gibi, tırnaklarınla kazıyarak elde ettiğin bir kazanımdı! O yüzden, hakkını asla kaptırmaya niyeti olmayan, “hakkımı yedirmem” diye haykıran inatçı bir işçi gibi sahip çıktın partine: “Partimi yedirmem leş kargalarına!” Oportünizme, eyyamcılığa, üç kuruşluk “şeflik” özentilerine, bugünün işini yarına bırakanlara, korkaklara, uyuşuklara, eli cebinde ayağını sürüye sürüye gezenlere, iş beğenmeyip hava atanlara, kendisinin bile inanmadığı büyük laflar edenlere… Hepsine, en kızdığın zamanlarda bile sadece “yahu arkadaş!” diye başlayan öfke dozu düşük, inanç yükü ağır uyarılar dışında her kelimeyi fazla gördün. Sen işine baktın, onlar ya senin yoluna geldi, ya kendi yollarına gitti.
Şimdi ardında, senin kazandığın, örgütlediğin, öğrettiğin ve saflara kattığın yüzlerce yoldaşın “Metin gibi yaşamak, Metin gibi çalışmak, Metin gibi dövüşmek” parolasıyla partilerine daha sıkı sarılacaklar. Bir gün, elbette o gün, zafer marşlarıyla bütün meydanları zapt ettiklerinde, sen yine orada, muzaffer işçilerin safında olacaksın.
Söz istemez.
Yaşlı göz istemez.
çelenk melenk lazım değil…
SUSUN.
SIRA NEFERİ UYUSUN…
Aydın Çubukçu ve Metin İlgün