TDK’daki sözlük anlamıyla hayvan: Duygu ve hareket yeteneği olan, içgüdüleriyle hareket eden canlı yaratık; akılsız, duygusuz, kaba, hoyrat (kimse); kızılan bir kimseye söylenen bir söz; at, eşek, katır gibi türlü hizmetlerde kullanılan yaratık. Dil düşüncenin aynası, karşındakine düşündüğünü aksettirmenin sayılı yollarından en temel olanıdır. Hayvanı nasıl tanımladığın birey ve toplum olarak hayvana nasıl baktığını, nerede konumlandırdığını gösterir.
Kendini diğer hayvanlardan üstün kılan insanlarla hayvan sömürüsü ve istismarı konusunda tartışmak ve ortaklaşmak çoğu zaman imkansız. Bunda hayvanı toplumda, evde, derste, sokakta nasıl tanıdığımız ve konumlandırdığımız oldukça önemli. Kendisini hayvansever, ezen-ezilen ilişkilerini sorgulayan, otorite karşıtı, sömürü karşıtı, eşitlikçi ve özgürlükçü sayan birinin; çiftlikteki, mezbahanedeki, kasaptaki, streçlenmiş haliyle market dolabındaki, deney odalarındaki, tabakhanedeki, pet shop vitrinlerinde -süslenmiş alıcısına sunulmuş- kafeslerdeki, tabağındaki hayvanla kurduğu ilişki ya da ilişkisizlik sorgulanabilir. Cevap genelde hazırdır: onlar bize hizmet için var.
İlkokulda da öyle öğrendik. Etinden, sütünden, yumurtasından, derisinden, yününden, kuvvetinden “faydalanılan” yaratık: hayvan. Bu fayda anlayışının hayvan sömürüsü üzerine kurulu olduğunu anlamak özellikle de kendini ezilenden yana konumlandıranlar için aslında o kadar da zor değildir. Zor olan toplumda avantajlı konumundan vazgeçip sömürünün karşısında durmak ve sömürü koşullarını değiştirecek bir devrimi örgütlemektir.
Hayvan sömürüsünü hayvanların cinsel istismarından, tecavüzden tartıştığımızda “mangalda kül bırakmayanlar”; başını okşadığı kuzunun parçalar halinde markete oradan ızgaraya, mangaldaki yolculuğunu tamamladıktan sonra tabağına gelen kuzuyla aynı görmeyip kemiklerini sıyararak götürenler olabiliyor. Bu başkalaşım, dokunduğun, hissettiğin, hislerini algılayabildiğin, bir hayvanın şeyleşip tabağa gelmesi sürecidir, bu başkalaşımın ardından o artık hayvan değil yemektir, şeyleşmiştir (reification-lukacs). Genel ahlak yargıları ve normlar bir köpeğe, eşeğe, koyuna tecavüz eden birini toplumdan dışlamasına ve devlet mahkemeleri tarafından cezalandırılmasına uygundur. Geçenlerde görülen bir köpeğe tecavüz olayında tecavüzcü hayvanı yaralamaktan, istismardan, zor kullanmaktan değil mala zarar vermekten yargılanmıştır. Yani hayvanı özne yapıp yargılamak hala mümkün değildir bir “sahip” olmalı. Peki sokak hayvanlarına, mandıradaki ineklere, çiftliklerdeki tavuklara kim “sahip çıkacak”?
Zoofili, basit ve kabaca tanımlamak gerekirse (latince kökenli zoo=hayvan, fili sevgi veya dostluk) hayvan seviciliği, hayvanlara karşı duyulan cinsel istek, hayvanlarla cinsel ilişkiye girme. Zoofili tıp literatüründe ve toplumda bir sapkınlık olarak görülmektedir. Birçok ülkede hayvanlarla cinsel ilişkiye girmek cezai yaptırım gerektiriyor. Öbür yandan Almanya, Danimarka gibi sayılı ülkelerde yasal hayvan genelevleri var. Bu durum kapitalist piyasaya belirli bir ücret karşılığı istediği hayvanla cinsel ilişkiye girmek (ya da tecavüz etmek) için gelen turistler olarak geri dönüyor, Tailand’daki çocuk fuhuşu turizminin bir başka türlüsü.
Bir de petshoplar, vitrinler, kafesler var. Hayvanların “sahiplendirilmek” adına satıldığı, bazı cinsin bir diğerinden daha “değerli” olduğu dükkanlar. Hayvanlar birer ürün ve paran yeterse istediğine sahip olabiliyorsun. O halde, petshopların hayvan genelevlerinden farkı ne?
Tavuk çifliklerine gelelim. Civciv yumurtadan çıktığı andan itibaren başlıyor aslında cinayet. Erkek civcivler dişilerden ayrılıyor, dişiler “yumurtlama makineleri” olarak kafeslere tıkılırken, erkekler yumurtlamadığı için press makineleriyle ezilip yem yapılıyor ya da direk kimyasallarla zehirlenerek yakılıyor. Mevsimlerden baharsa bir kısmı da allara morlara boyanıp pazara oyuncak niyetine satılmaya götürülüyor, çocukluğumuzdan hatırlayacaksınızdır. Dişi civcivlerin kanatlarına daha küçücükken enjekte edilen kimyasallar kımıldamaması için kullanılırken gagaları da teker teker sivri kısımlarından kesiliyor. Hepsi kapitalist sistemin temelini oluşturan karı arttırmak uğrunadır, çünkü tavuk kanatlanırsa çok yer kaplar, gagasını kullanırsa diğerlerine zarar verebilir. Daha az yerde daha çok tavuk ve yumurta üretmek aşkına bu şarttır. Bu çiftliklerde üretilen milyarlarca tavuktan hiçbiri “gün-eş görmüyor” buna karşılık yumurtlama sayısını arttırmak amacıyla ışık teknolojisi kullanılarak metebolizmalarıyla oynanıyor ve özgür tavuğun yumurtladığının katlarca fazlası yumurtlaması sağlanıyor. Kendi çocukları olması ya da aç kaldığında yemek için saklaması gereken yani tamamen kendi için ürettiği bu yumurtalara insanlar tarafından -hak görüldüğü için- el konuluyor.
Anlayacağınız üzere insanın öteki hayvanlara yönelik şiddetinin temelini “birisi”ni bir “şeye” indirgenmesi oluşturuyor. Ötekini şeyleştirmek onun bedenine öznenin (insan) ihtiyacını karşılayan bir nesne (hayvan) gibi davranmak, onların varoluşuna ve yok oluşuna müdehale etmek ya da üreterek ve tüketerek buna sebep olmak anlamına geliyor. Bu, erkeklerin boyun eğdirme yöntemlerine -bedenlerimizi kontrol etmelerine- benziyor. İktidar ilişkilerini sorgularken erkek iktidarın kadın bedeni ve özgürlüğü üzerindeki şiddet ve baskısını, eşitsizliğin oluşturulma koşullarını ve eşit olmamak/iktidarını terk etmemek uğruna verdiği savaşı anlamak, öteki hayvanlara karşı -aynı erkeklerin kadınlara karşı olduğu gibi- kendini üstün tür sayan insanların oluşturduğu iktidarı anlamayı kolaylaştırıyor. Hayvanların ve kadınların bedenleri üzerinde kontrol sağlanması, üremenin kontrol edilmesi, imajlarla -ve genelev örneğinde olduğu gibi- cinsel anlamda nesneleştirme, evde istismar, emek sömürüsü, dilde basmakalıplar/söylemler belirli tahakküm sistemleri aracılığıyla sürdürülüyor.
Öte yandan, hemen herkes hayvan genelevlerinin ve sundukları “hizmetin” sömürü ve şiddetin ta kendisi olduğu, yücelttiğimiz “insanlık, vicdan ve etik” gibi kimi değerlere aykırı olduğu konusunda ve o genelevlere müşteri olarak gitmenin bu sistemi beslediği, genişlettiği (yayılım) ve devam etmesi için koşulları (kapitalist sistem içinde arz-talep ilişkisi) hazırladığı konusunda hemfikirdir. Peki petshoplar, tavuk çiftlikleri, inek, keçi, tavuk, et/süt ve et/süt ürünleri üretim tesisleri? Kımıldamaksızın, günün 24 saati ayakta kalmak ve önündeki suni yemle karşı karşıya olmak kaydıyla, her gün defalarca süt sağma makinesi tarafından memelerinden sütü çekilen, buna hiçbir şekilde karşı koyamayacağı şekilde tasarlanmış kafeslerin içinde süt üretip ömür tüketen, kilosu “yeterli”-sütü az geldiğinde kesimhaneye gönderilen bir ineğin; ücretini bir insana ödeyen başka bir insan tarafından tecavüz edilen bir diğer hayvandan farkı ne? Kapilatist ekonominin “insanlığa” bahşettiği hızlı/toplu üretim ve tüketim tarzının yansıması olan bu tesislerin milyonlarca hayvanın zor kullanılarak çalıştırıldığı bir kerhaneden farkı ne?
Bütün bunları hiç düşünmemek, insanlıktan miras kalan -diğer hayvanlar üzerinde kurulan- otoriteyi sorgulamaksızın benimseyip reddetmemek, kendi avantajlı -verili- konumunu kullanıp sömürüye gücün yettiğince devam etmek kerhaneler legalken gidip bunun “zevkini çıkarmaktan” ne kadar faklı?