Başbakan Davutoğlu tarafından açıklanan 9 maddelik “ekonomi reformu” içinde yer alan maddelerden biri de doğrudan tarım ile ilgili olan “Tarımda Su Kullanımının Etkinleştirmesi Programı”. Söz konusu program kapsamında su kullanımının etkinleştirileceği, su kaynaklarının daha verimli kullanılmasına destek sağlanacağı ve tohumculuk yetiştirme kapasitesinin artırılacağı belirtilmektedir.
Türkiye su fakiri bir ülke olup sulamanın etkin yapılması ve su kaynaklarının verimli kullanılması son derece önemlidir. Burada iki önemli husustan bahsedilebilir. Birincisi mevcut sulanabilen alanlarda etkinlik sağlanması ve henüz sulanamayan ama sulanabilir alanları sulamak. Bu iki husustaki manzara DSİ tarafından şu şekilde özetlenmektedir. “Ülkemizdeki 28 milyon hektar tarım arazisinden 8,5 milyon hektarı ekonomik olarak sulanabilir alan belirlenmiştir”. “5,26 milyon hektar alan sulamaya açılmış ise de bunların büyük kısmı ıslaha muhtaçtır. … Sulamaya açılacak 3,24 milyon hektarlık alan ve ıslaha muhtaç takriben 2,5 milyon hektarlık alanda sulama şebekesinin ıslahı yani yenilenmesi lüzumu dikkate alınırsa takriben 5,74 milyon hektarlık alanda sulama tesisi yatırımı yapılması gerekmektedir” (DSİ, Stratejik plan 2010-2014 s.54-55). Türkiye’de bireysel girişimlerin sulama yatırımları bir yana bırakılırsa bu işleri DSİ yapmaktadır ve DSİ’nin 2013 yılı faaliyet raporunda “Sulamaya açılan 5,9 hektarlık sulama alanını 8,5 milyon hektara çıkarmak” DSİ’nin hedefleri arasında (DSİ, 2013 Yılı Faaliyet Raporu, s.9.) belirtilmiştir. Bu hedef doğrultusunda yapılacak işlerin bir kısmı da büyük sulama projeleri, bunlarla ilgili olarak da aynı faaliyet raporunda şu bilgiler yer almaktadır: “2013 yılında; DSİ Genel Müdürlüğü Yatırım Programı’nda bulunan toplam 170 adet büyük sulama projesinin ortalama bitiş süresi verilen ödenekler düşünüldüğünde 14 seneyi bulmaktadır. DSİ Genel Müdürlüğü aldığı tedbirlerle bu süreyi 6 yıl mertebesine çekmeyi hedeflemektedir” (DSİ, 2013 Yılı Faaliyet Raporu, s.81). Sulamada etkinliğin artırılması kabaca mevcut sulama altyapısı ve sulama yöntemlerinin iyileştirilmesini kapsamaktadır. Buradaki durum da yine DSİ Raporunda tespit edilmiş: “Mevcut durumda, sulama şebekelerimizin % 39’u klasik, % 47’si kanalet ve % 14’ü ise borulu şebekedir”. Sulama altyapısının ıslahı su kaybını en aza indiren borulu sistemlere geçmek ve sulama esnasında da salma gibi yöntemlerden damlama sulama gibi yöntemlere geçmekle oluyor. DSİ’nin kendi payına düşen kısmında bu iyileştirmeler şu şekilde belirtilmiş: “İnşa halindeki sulama şebekelerimizin % 21’i klasik, % 8’i kanalet ve % 71’i borulu şebekedir”. (DSİ, 2013 Yılı Faaliyet Raporu, s.228).
DSİ Stratejik Planında bir husus daha belirtilmiş “Sulama Projelerinde yap-işlet modeline işlerlik kazandırılacaktır”. s.55. Bu ifadeden hareketle Meralardan ve HES’lerden sonra tarım kaynaklarının piyasa ilişkilerine devrinin sulama suyu kaynaklarını da hedeflediği görülmektedir.
DSİ’nin planlarında zaten yer alan bir konunun “ekonomi reformu” olarak sunulmasındaki “zarafet” bir yana bırakılırsa bu plan başka ne anlama gelmektedir.
Öncelikle zaten sınırlı su kaynaklarının hepsinin kullanılması ve etkin kullanımı anlamlıdır, önemlidir, hem çiftçinin hem toplumun yararınadır. Ancak özel ellere teslim edilecek bir sulama sisteminin çiftçinin, dolayısıyla toplumun ne kadar yararına olacağı tartışmalıdır. Su kaynakları toplumun ortak malıdır bilinci ile yaklaşılmadığı sürece sağlanacak yararın mı özel kârların mı daha fazla olacağı öngörülemez. Her ne kadar birçok yatırım yapılmış ve yapılmaya devam edilse de bunların plan, proje, uygulama süreçlerinin çok yavaş işlediği ve çoğunlukla ödenek sorunları ve oy hesaplarına göre önceliklerin belirlendiği de bilinen bir gerçektir.
Diğer yandan mevcut durumda bile çiftçilerin sulamadan doğan elektrik borçlarını ödeyememeleri nedeni ile elektriklerinin kesilmesi gibi haberler gazetelerde yer alırken, tek başına su kaynaklarının etkin kullanımı ifadesi ayrıntıları ile ele alınmaya muhtaçtır. Bu sorunun odağında daha genel ifadesi ile girdi maliyetleri yer almaktadır. Tarımın temel girdileri olan petrol, gübre, ilaç ve tohum maliyetleri sürekli artarken, ürün fiyatlarındaki artışlar çoğunlukla maliyetlerin gerisinde kalmaktadır. Bu durumda gelirleri azalan çiftçiler hem tarımı hem de hayatlarını sürdürmek için çeşitli çözümler geliştirmektedirler. Bunlardan biri de tarımda ve tarım dışı işlerde ücretli çalışmadır. 2004 yılından 2013 yılı sonuna kadar kırdaki istihdam içinde ücretli çalışanların oranı % 23’den % 35’e ve tarım dışı işlerde çalışanların oranı da % 30’dan % 43’e çıkmış durumdadır (TÜİK, Hane Halkı İşgücü anketleri sonuçları, tüik.gov.tr). Hem tarım yapıp hem de tarımda ve tarım dışı işte ücretli çalışmak ilk bakışta bu insanların gelirlerini artırmaları anlamına gelse de bunun altında daha derin bir toplumsal gerçeklik yatmaktadır. Ermenek’teki madende çocuğu ölen bir anne durumu şöyle izah ediyor “Köyde karnımızı doyuracak kadar ihtiyacımızı karşılıyoruz ama hastalandığımızda ne yapacağımızı bilemiyoruz, sırf SSK için madene girdi” http://www.sendika.org/2014/11/soma-ermenek-ermenek-isparta-ve-digerleri-tufan-sertlek/.
Sosyal güvenlik kapsamında olmak, daha geniş bir ifade ile yarını biraz daha belirli yaşamak söz konusu olunca çiftçi en büyük risklerle karşı karşıya olan kesimdir. Bir yandan doğa şartlarındaki belirsizlikler, bir yandan girdi maliyetlerindeki artışlar ve bir yandan da pek bir derde çare olamayan kısıtlı ürün destekleri, çiftçinin çiftçi olarak varlığını sürdürmesini sürekli tehdit etmektedir. Tarımın, çiftçinin ve kır toplumsal hayatının sorunlarının çözümüne sulama çalışmalarının etkinleştirilmesi ve verimli hale getirilmesi, doğru dürüst yapılırsa kuşkusuz bir katkı sunacaktır. Ancak zaten tüm kaynaklar kullanılsa bile sulanabilir alanların sınırlı olduğu gerçeği ve yukarıda sulamaya ilişkin verilen rakamlar da dikkate alınırsa, tarımın ve çiftçinin durumu bir bütün olarak ele alınmadan ancak kısmı bir etki doğurabileceği kolayca görülebilir.
Doç. Dr. Murat Öztürk
Kırklareli Üniversitesi