SEÇTİKLERİMİZ – Bülent ŞIK B��ANET’e yazdı: “Pestisit (Tarım zehri) kullanım miktarlarındaki ciddi artışlar gıda üretim-tüketim zincirinin metalaştırılmasının, piyasa ilişkilerine tabi kılınmasının bir yansımasıdır. Ülkemizde son 20 yıl içinde şiddeti giderek artan neoliberal politikaların yıkıcı sonuçlarından biri de budur.”
BÜLENT ŞIK
Pestisit Kullanımındaki Artış Ne Anlama Geliyor?
Geçen hafta Türkiye’de kullanılan pestisit miktarının son on yıl içinde %57 oranında artmasına değinen bir yazı yazmıştım.
Yazının yayınlanmasından sonra okurlardan çeşitli mesajlar aldım. Mesajlarda pestisit (tarımda kullanılan zehirli kimyasal maddeler) kullanımına dair istatistiksel verilerdeki bazı tutarsızlıklar, kullanım miktarlarındaki artışların ne anlama geldiği ve artışa nelerin yol açtığına dair sorular yer alıyordu. Bu haftaki yazımda kısaca bu konulara değineceğim.
Pestisit kullanımına dair internet ortamından elde edilebilecek istatistiksel veriler 1979 yılına kadar gidiyor.
1979 yılında Türkiye’de kullanılan pestisit miktarı sekiz bin dört yüz ton (8.395 ton) civarında. 2002 yılında bu rakam yaklaşık on iki bin iki yüz tona (12.198 ton) çıkmış.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yayınlanan verilere göre ise 2002 yılındaki pestisit kullanım miktarı 54 bin ton civarında görünüyor. Ancak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yayınlanan bu verinin sorunlu olduğunu düşünüyorum. O yıllara ait çeşitli yayınlardaki pestisit kullanımına dair bilgilerle örtüşmüyor. Örneğin Tarım ve Orman Bakanlığı’nın bir yayınında 2003 yılındaki toplam pestisit kullanım miktarı 33 bin ton olarak verilmiş.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yayınlanan çevresel göstergelere göre Türkiye’de 2017 yılında kullanılan toplam tarım zehri miktarı ise 54 bin tona yükselmiş. Ziraat Mühendisleri Odası’nın tahminlerine göre 2018 yılı pestisit kullanım miktarı ise 59 bin ton civarında olacak.
Bazı tahminler
2002 yılında kullanılan toplam pestisit miktarının 12 bin ton civarında olduğunu kabul ederek 2002 yılında 2018 yılına uzanan süreçte pestisit kullanım miktarının beş katı artmış olduğunu hesaplayabiliriz. Bu gerçekten çok kaygı verici bir artıştır. Öte yandan, Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından yayınlanan ve 2002 yılındaki pestisit kullanım miktarının 33 bin ton olduğunu belirten veriyi dikkate alırsak 2018 yılındaki pestisit kullanım miktarı 2002 yılına kıyasla yaklaşık %80 artmış görünüyor ki bu da epeyce kaygı verici bir artış oranıdır.
İstatistiksel veriler arasındaki bu tutarsızlıklar konuyla ilgili kamu kurumlarının (Tarım ve Orman Bakanlığı, Türkiye İstatistik Kurumu, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı) ciddiyetsizliğini yansıtıyor. Türkiye genelinde pestisit kullanım miktarının ne düzeyde olduğunu belirlemek çok zor olmamalı.
Verilerdeki tutarsızlıklar kayıt dışı pestisit kullanımı olup olmadığı ve kullanımı yasaklanmış pestisitlerin ülkeye kaçak olarak sokulup sokulmadığı gibi bir dizi başka soruyu da akla getiriyor.
Tam da bu noktada istatistiksel kayıt tutma ve tutulan kayıtları kamuoyuyla paylaşma konusundaki başka bir meseleye de dikkat çekmek istiyorum.
Bakanlık neden bilgi paylaşımı yapmıyor?
Tarım ve Orman Bakanlığı 2014 yılına kadar Türkiye’de kullanılan pestisitleri ve ne miktarda kullanıldıkları belirten ayrıntılı verileri internet ortamında paylaşıyordu. Yani hangi pestisit ne kadar ithal edilmiş, ülke içinde ne kadar üretilmiş ya da zirai ilaç bayileri ne kadar satmış gibi çeşitli bilgileri görmek mümkün oluyordu.
Yayınlanan verilerin ne kadar doğru olduğu bir sorun elbette ama yayınlanan bu veriler üzerinden çeşitli değerlendirmeler yapmak mümkün oluyordu. Ancak bakanlık son beş yıldır veri paylaşımından vazgeçti. Sadece genel rakamları yani ülke genelinde toplam ne kadar pestisit kullanıldığını açıklıyor. Ne yazık ki bu veriler genel durumu yansıtmanın ötesinde bir işe yaramıyor. Örneğin son yılların çok tartışmalı tarım zehirlerinden glifosatın kullanım miktarının yıldan yıla ne düzeyde arttığı bilgisi bu veriler içinde yer almıyor.
Ortada bir gerçek var: Türkiye genelinde pestisit kullanımı 2000’li yılların başından günümüze uzanan süreçte yaklaşık iki kat ile beş kat arasında artış göstermiştir.
Oysa 2002 yılından günümüze uzanan süreçte tarımsal üretim yapılan ekili dikili alanlarda %13 oranında bir azalma gerçekleşti. Çeşitli yayınlarda Türkiye’deki çiftçi sayısının da son 10 yılda yüzde 38 azaldığı belirtiliyor. Yani tarımsal üretimde daralma yaşanırken pestisit kullanımı artış göstermiş…
Gıda sorunlarına kamusal bakış şart
Ekili alanlar küçülür ve çiftçilik yaparak geçimini sağlayan kişi sayısı azalırken pestisit kullanımındaki büyük artışlar olması küçük çiftçilik ya da aile çiftçiliğinin aşındırılması, tarımda şirketleşmenin önünü açan teşvik ve uygulamalar, tarımsal üretimi regüle eden kamu kurumlarının özelleştirilmesi gibi birbirine bağlı çeşitli hükümet politikalarının bir sonucudur.
Özetle söylemek gerekirse pestisit kullanım miktarlarındaki ciddi artışlar gıda üretim-tüketim zincirinin metalaştırılmasının, piyasa ilişkilerine tabi kılınmasının bir yansımasıdır. Ülkemizde son 20 yıl içinde şiddeti giderek artan neoliberal politikaların yıkıcı sonuçlarından biri de budur.
Yıldan yıla artan gıda ithalatını, yiyeceklerimizin besleyici özelliklerini yitirmesini, içeriğinde pestisitler vb. gibi çeşitli zararlı maddelerin bulunmasını uygulanan toplumsal politikaların yol açtığı meseleler olarak görmek önemlidir. Çözüm de doğal olarak bireysel tercih ve yeme alışkanlıklarının düzenlenmesinden ziyade toplumsal politikaları daha doğru bir hüviyete kavuşturmak için çaba göstermekten, sorunlara müdahil olma kapasitemizi artıran kolektif oluşumlar kurabilmekten geçer. Elbette bireysel bilgi ve becerilerimizi artırmak, bireysel tercihlerimizi ve yeme alışkanlıklarımızı düzenlemek de önemlidir ama bu tip çabaların sorunlar üzerinde sınırlı ve geçici bir etkisi olduğuna inanıyorum.
İçinde olduğumuz iklim krizi yol açacağı aşırı hava olayları, kuraklık vb. gibi çok sayıda sorunla gıda üretiminde çok ciddi zorluklara yol açacaktır. Ülkemizin bu konuda ciddi bir hazırlığı yoktur. Dolayısıyla gıda üretim tüketim zincirinin kamusal bir bakışla ele alınması, halk ve çevre sağlığını koruyucu politikalar odağında hızla bir yeniden yapılanmaya gidilmesi kaçınılmazdır.