SEÇTİKLERİMİZ – Onur Hamzaoğlu Yeni Yaşam’a yazdı: “Söz konusu durum, yaşanmakta olan sorunların gerçek alternatifini yaratabilmek için bugünden yarına ÖRGÜTLENMEYİ öncelikli olarak ele almak gerektiğini, diğer bir ifadeyle SOKAĞI işaret ediyor. “
Günümüz Türkiye’sinde başlıktaki özelliği taşıyan bir tek parti var. O da Halkların Demokratik Partisi (HDP). HDP’den önce ne yazık ki bu sıfatı taşıyan herhangi bir parti yok. Doğal olarak hem ilk hem de tek. Gerekçelerden birisi olarak bu durumu göz önüne alarak, 4. Olağan Genel Kurul süreci henüz başlamışken, söz konusu içeriğin ve HDP’nin kısaca tarihsel sürecini, bugününü ve olası yarınını ele almak istiyorum.
Kuruluşundaki amaç ve hedeflerin tamamını karşılayamıyor olsa da HDP’yi ülke genelinde ayırdedici yapan önemli bir özelliği, her biri kendi kimliklerini/yapılarını koruyan/sürdürmekte olan siyasi partiler ve yapıların biraradalığıyla hayat bulan bir kurumsallığa sahip olmasıdır. HDP, ülkedeki siyasi partilerin tümünden ayrılan bu özelliğiyle çok bileşenli bir partidir. Bileşenler, parti meclisi ve merkez yönetim kurulunda temsil edilmektedir. Dolayısıyla, her bir bileşenin parti yönetiminde sözü ve yeri bulunmaktadır. Bununla birlikte, ilçe ve il örgütlenmelerinde benzer durumdan söz etmek hiç de kolay değil. Hangi ilde hangi bileşen daha örgütlü ise onun ağırlıklı olduğu görev dağılımının varlığı dikkat çekmektedir. Hem merkez hem de yerel örgüt yapılanmasında bireylerin varlığı ve görev alışı da olabildiğince az sayıdadır.
Bu kısa yazıda HDP’yi tek bir özelliği ile ele alacak olmama karşın, bugünün bir kurumu olarak HDP’yi ortaya çıkaran koşullardan da kısaca bahsetmek gerekiyor. O nedenle ana başlıklar altında olacak şekilde 10-15 yıl öncesine çok kısa bir yolculuk yapacağız.Tekçilik dayatıldı Eylül 2010 Anayasa Referandumu’nda AKP hükümeti, ‘12 Eylül Anayasası’nı değiştiriyorum, evet oyu kullanmayanlar darbecidir’ safsatasıyla arkasına aldığı rüzgarın ardından emeğe, emekçiye saldırının yanı sıra, halklara, inançlara, yaşam biçimlerine vb. karşı tahammülsüzlüğünün görünür hale gelmesinde pervasızlaştı. Referandumla birlikte yargıda gerçekleştirilen düzenlemelerin hemen sonrasında tekçi bir yaşamı hayata geçirmenin adımlarını hızla atmaya başladı. Temmuz 2019 tarihinde KCK, Devrimci Karargah, Balyoz ve Ergenekon davaları Cumhurbaşkanlığı tarafından KUMPAS DAVALARI olarak tanımlanmış olsa bile, 12 Eylül 2010’dan itibaren, tek din, tek mezhep, tek halk, tek dil, tek sendika, tek parti, tek üniversite, tek lise, tek giysi, tek konut vb. başta olmak üzere üst yapı kurumlarının tümünde tekçiliği, saklamaya gerek duymadan, doğrudan siyasallaştırdığı yargıyı, siyasallaştırdığı sermaye birikim sürecini ve 15 Temmuz 2016 askeri kalkışmasını bahane ederek gerçekleştirdiği Anayasa darbesini de kullanarak dayattı. Emekçi, yoksul, işsiz kimliğiyle ezilenler, bu dönemde yanlarına birileri daha eklenerek, alt kimlikleri (etnik kimlikleri, inançları, cinsiyetleri, cinsel yönelimleri vb.) üzerinden ezilmeye, yok sayılmaya, mümkün olsa yok edilme hedefiyle acımasız bir dışlanma operasyonuyla karşı karşıya bırakıldı.
İşte böyle bir atmosferin, olgunlaşma sürecinin başlangıç dönemi de sayılabilecek Temmuz 2011’de genel seçimlere gidilirken nefessiz kalmamak için, öncelikle söz konusu bu atmosferde nefes alınabilecek bir alan açabilmek amacıyla, Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloku (EDÖB) kuruldu. Her türlü engelleme ve baskıya rağmen EDÖB, seçimlerden zaferle çıktı. Benzer bir blok, 2007 genel seçimleri gündeme geldiğinde, hem emeğin hem de Kürt sorununun siyasi çözümünden yana olan siyasi parti ve yapıların bir araya gelişiyle “Emek ve Barış Bloku’’ adıyla kurulmuş ve yine seçime bağımsız adaylarla katılmıştı. O dönemde de her türlü engellemeye karşın, seçimlerden başarıyla çıkılmış ve TBMM’de grup kurulabilmişti. Her iki sorunun çözümü için bir yandan iktidar zorlanırken, öte yandan kamuoyunun çok farklı kesimlerinin, Meclis kürsüsünden konuyla ilgili olarak “gerçek” bilgiyle aydınlatabilmesi olanağı yaratılmıştı. Söz konusu, başarılı sayılabilecek süreç, 2011 genel seçimlerinde çok daha fazla sayıda siyasi parti ve yapının yanı sıra, aydın, yazar, bilim insanı, sanatçı, edebiyatçı vb. bireylerin de katılımı ve desteğiyle EDÖB’nin kurulmasını getirmişti. Seçimlere yine bağımsız adaylarla girilmiş ve önceki genel seçimlere göre, çok daha büyük bir başarıyla çıkılabilmişti.
EDÖB’ün zaferi moral oldu
2011 seçimlerinde elde edilen başarı; aynı zamanda “Kürt sorununun siyasi çözümü”, emek, demokrasi ile kişisel ve toplumsal hak ve özgürlükler mücadelesinde aktifleşen, çözüm talep eden bir seçmen kitlesinin, toplumsal muhalefetin de beraberinde var olduğunu ve son dört yıl içinde de geliştiğini gösteriyordu. Akıl almaz baskı ve engellemelere rağmen, EDÖB’nin seçimlerden zaferle çıkmış olması dışlananların, ötekileştirilenlerin önemli bir bölümüne moral oldu, heyecan verdi. O tarihlerde düzenli yapılabilen avukat görüşmeleri tutanaklarına yansıtıldığı kadarıyla öğrenebildiğimiz; Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’ın EDÖB’nin evriltilmesi gereken yapıyla ilgili olarak daha önceden önerilerde bulunduğu, yerellerde meclislere dayalı bir kongrenin hayata geçirilebilmesinin bu topraklarda birlikte ve eşit yaşamın anahtarı olduğu yönündeydi. EDÖB’nin en büyük bileşeninden gelen öneri, hem dünya ve Türkiye deneyimleriyle durum tespitinde ulaşılan sonuçlar hem de ülkenin nesnel koşulları EDÖB’nin kongre tarzı bir örgütlenmeyle devamından yana tutum alınmasının gerekliliğini ortaya çıkarmıştır.
HDK umut yarattı
Söz konusu bu saptamalardan hareketle, bir kısmı daha önceki bloklarda da yer almış 40’dan fazla siyasi parti, siyasi oluşum, dernek, sivil toplum örgütü, inanç grupları vb. ile birey olarak katılım gösteren akademisyen, yazar, sanatçı, edebiyatçı ve demokratik kitle örgütü yöneticileri Dernekler Kanunu’nun 25. maddesinde de yer alan bir platform olarak Halkların Demokratik Kongresi’ni (HDK), 15 Ekim 2011’de kurdular. Kuruluş Kongresi’nin yarattığı atmosferi anımsayalım. Yalnızca içinde yer alan yapılarla onların üyelerine değil, birçoğu öznel nedenlerle dışında kalmayı tercih etmiş yapıların üyelerine de sol, sosyalist hareketlerin daha uzağında durup, siyaseti takip edenlere de bir biçimde duyup fark eden emekçiye, işçiye, köylüye, kadına, gence, LGBTİ+’ya, mağdura, dışlanmışa, akademisyene, sanatçıya ve aydına heyecan taşıdı. Barış, eşitlik, özgürlük isteyen hemen herkeste evet, “Erdoğan’a da AKP’ye de bu hükümete de mahkûm değiliz, alternatifi var” umudunu filizlendirdi. Çünkü HDK, bir yola çıkıştır. Çıkılan bu yol, herkesin kendi cinsiyeti, kültürü, inancı, kimliği, anadili, cinsel yönelimi ve düşüncesiyle özgür ve eşit yaşadığı; farklılıkları nedeniyle baskı ve ayrımcılığa uğramadığı, sömürünün olmadığı, tüm canlıların yaşamın öznesi olabildiği bir yaşamı ve onun ülkesini var edebilme ve geliştirebilme hedefine ulaşabilmenin yoludur. HDK, bir kongre olarak, yerellerde meclisler aracılığıyla toplumu-yaşamı ve kendini dönüştürerek, bu yolu yürüyebileceğini kuruluş metinlerinde de ilan etmiştir.
İçsel kazanımlar ve birikimler
HDK’nin ilk yılında kazanılan bu ivmeyle beraber, bileşen temsilcilerinin birbirlerini daha yakından tanıma ve paylaşımıyla, hep birlikte, devamlılığı olan, sistematik ve programlı iş yapabilmeyi öğrenme gibi önemli içsel kazanımlar, birikimler de sağlandı. Birinci yılın sonunda her ne kadar eski ve olumsuz alışkanlıkların tümünden arınılamamış olunsa da yeni ve olumlularının kazanıldığına, geliştirildiğine bizzat tanıklık ettik. Bu zaman diliminde, kamuoyunda HDK’ye ilginin yanı sıra, yapı olarak ya/ya da bağımsız unsurların katılımında da artış oldu. Çok geçmeden ilçe, il ve bölge meclisleri kuruldu. İllerin birçoğunda, yerel inisiyatiflerle yaratılan kolektif kaynaklarla HDK bileşenlerinden herhangi birine ait olmayan bağımsız mekanlar oluşturuldu. Başlangıçta, yönetsel amaçlı meclisler buralarda faaliyetlerine başladılar. HDK’nin tüzüğünde var olan kotalara uygun delegasyonları belirlediler, yerellerin özgün sorunlarını temel alan meclisler kurup çalıştırabildiler.
HDP’nin kuruluşu
HDK, 15 Ekim 2012 tarihinde bir seçim partisi (yalnızca seçimlerde aktifleştirilecek) olarak HDP’yi kurdu. Parti, bu tarihte memleketimizde ilk defa bir Kongre tarafından kurulmuş, ilk KONGRE PARTİSİ (yerel örgütlülüğü kurucu kongresinin örgütlülüğü ile ayrı olmayan, Kongre’nin örgütlenme modelinin ve işlevselliğinin üzerinde kurulu olan bir parti) olma özelliği taşıyordu. Mart 2014 yerel seçimlerinin de “dayatması” ile yaklaşık bir yıl sonra, HDP, 27 Ekim 2013’te 1. Olağanüstü Genel Kurulu’nu gerçekleştirdi. Bu süreçte, öncelikle bileşenler ve bireylerin önemli bir bölümü partide yer almayı tercih etti. Hem merkezi hem de yerel organlarda birlikte çalışarak yeni bir deneyimin sahibi olmuş, kendi yapılarında yetkili, siyaset alanı başta olmak üzere, bilgili, birikimli ve deneyimli HDK kadroları HDP’ye geçti, devredildi. Kurucu kongre olmasına karşın, HDK’nin içi boşaltıldı, tüm partili bileşenler tarafından ikincil hale getirildi. Ancak, HDP’nin siyasi partiler ve seçim kanunu kapsamında, parti adıyla seçimlere girebilmesinin asgari koşulları da sağlandı. Bununla birlikte, Haziran 2014’te Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) milletvekillerinin tümü HDP’ye katıldı. BDP, daha sonra Demokratik Bölgeler Partisi adını aldı ve HDP’nin bir bileşeni olarak, siyasal yaşamdaki yerini sürdürüyor.
HDP, 22 Haziran 2014 tarihinde, seçimli 2. Olağanüstü Genel Kurulu’nu gerçekleştirdi. Bu tarihte HDP, HDK bileşenlerinin ve bireylerin azınlıkta kalan bölümünün itirazlarına karşın, seçim partisi özelliğinden çıkartılıp, kitle partisi formuna dönüştürüldü. HDP, o günden bugüne değin bir kongre partisi olabilme hedef ve çabasının dışında kalarak/tutularak, yalnızca ÇOK BİLEŞENLİ PARTİ olma özelliğini taşıyor. Parti örgütlenmesi, kongre örgütlenmesi dışında, diğer siyasi partiler gibi, mevzuat kapsamında, dikey bir örgütlenmeye hızlıca sahip oldu ve öyle de kaldı. Böylece, doğrudan ifade edilebilmiş olmasa da meclisler eliyle toplumu-yaşamı dönüştürme ve dönüşme dinamiğiyle yol yürüme hedefinin yerini; bir parti çatısı altında, siyasal ve dikey olarak örgütlenme ve “iktidar olma” hedefi almış oldu.
Sistemin iç dengeleri bozuldu
HDP bileşenleri; daha önceki yıllarda miting vb. ortak etkinlikler yapma tecrübelerinden çok farklı olarak, HDK’nin kuruluş sürecinden başlayıp, partinin 1. Olağanüstü Genel Kurulu’na kadar yaşanan dönemde; “birlikte” düşünebilmeyi, planlayabilmeyi, karar alabilmeyi ve eyleyebilmeyi özetle, “birlikte çalışabilmeyi” deneyimlediler ve öğrendiler. Söz konusu başlıklardaki böylesine önemli gelişme, doğal olarak karşılıklı özveri, çaba ve kararlılıkla başarılabildi.
HDP ve/veya HDK’nin bileşenleri, Temmuz 2014’ten sonra “nasıl kongre partisi olabiliriz/olunur” başlığı yerine, mütemadiyen; “HDK’nin her bir bileşen için anlam ve önemi” konusunda söz söylenen, zaman zaman da “HDK kuruluş amaç ve hedefleri doğrultusunda bir kongre nasıl olur/yapabiliriz? yerellerde meclislerini nasıl kurarız ve faaliyetlerini devam ettirebiliriz?” sorularının yanıtlandığı birçok toplantı, görüşme, müzakere, tartışma gerçekleştirdi. İçinde bulunduğumuz yıl dışarıda tutulduğunda, bunların en kapsamlısı ve sonuncusu, HDK’nin tüm siyasi bileşenleri ve HDP’nin katılımıyla 29 Mayıs 2017’de, İstanbul’da hayata geçirildi. Ancak, bu oturumların neredeyse tümünde Kongre’nin önemi ve gerekliliği saptanmasına karşın, bileşenler ne merkezde ne de yerellerde gerekli kadro, mekan ve kaynak konusunda gerçekçi ve yeterli adımları atmadılar. Alınan kararlar, bir araya gelinen salonların kapısının dışına genellikle çıkamadı/çıkarılmadı. Bileşenler, HDP’ye giderken HDK’den götürdüklerini ne yerine koyabildiler ne de bunu gerçekleştirebilmek için gerekli ve yeterli çabayı gösterdiler. Bileşenler, saptadıkları ve ortaklaştıkları sorunların çözümü için kolektif olarak belirlenen adımları yine kolektif olarak atmaktan imtina ettiler. Bu yolda, olanaklı olan(lar)ın belirlenmesi ve belirlenen(ler)in gerçekleştirilmesine ilişkin bir yaklaşım dahi hemen hiçbir zaman izlenmedi/izlenemedi. O nedenledir ki Kongre, partisini kurduğu dönemdeki konumundan nicelik ve nitelik olarak oldukça geriye düştü. Böyle olduğu için de HDP, kongre partisi olmadı/olamadı. Temmuz 2014’deki haliyle, çok bileşenli parti olarak kaldı.
HDP’nin, diğer partilerin de sahip olduğu, mevzuatta yer alan, hali hazırda hemen tümü kurulu olan organlarıyla çok bileşenli parti olma özelliğinden daha ileriye geçebilme şansına sahip olmadığı da net bir biçimde görülüyor. Çünkü, kurulu parti yapısı, kongre yaklaşımının temeli olan, yerellerde meclisler aracılığıyla örgütlenme yaklaşımına, en azından dikey ve hiyerarşik örgütlenmenin varlığı nedeniyle uygun değil. Hem tarih bilgimiz hem sosyolojik veriler hem de partinin kısa tarihi böyle bir öngörünün haklılığına somut veriler sunuyor.
Parti ve kongre örgütlenmesi
Bu nedenle, HDP’nin kendisi tarafından yerel meclislerin kurulması ve işletilmesi üzerinden yerellerde örgütlenme girişimi, günümüze değin yaygın bir biçimde kurulmamış/kurulabilmesi için temel koşullar sağlanmamış Kongre meclislerinin, bundan sonra niyet edilse bile, kurabilmesinin önünde engel olacaktır. Çünkü parti eliyle kongre örgütlenemez. Parti örgütlenmesi hedef kitlede aidiyet ilişkisini zorunlu kılarken, Kongre örgütlenmesi ortak sorunlar ve bunların çözümü etrafında, “aidiyetsiz” örgütlenmeyi gerektirmektedir. O nedenle, HDP’nin böyle bir girişimi yalnızca kendisi için değil, kendisi tarafından yeterince algılanmıyor olsa bile, ait olduğu Kongre’nin de geri dönüşümsüz sönümlenmesini koşullayacaktır.
Son yerel seçimlerde partinin tutumu, ülke genelinde siyasi atmosferin değiştirilebilir olduğunu ortaya çıkarttı. Geniş kitlelerde gittikçe derinleşmekte olan umutsuzluğun önünü aldı. Kamuoyu nezdinde HDP’ye, katıldığı ilk genel seçimlerdekini çağrıştıran sempati yarattı. Ancak, HDP’nin merkezi tutumu tabanda kendini genişletecek olanağı beraberinde yaratmadığı gibi, ortaya çıkan sonucun başarısının büyük kısmı ana muhalefet partisine yazdırıldı
Kapitalizmin, yetmişli yıllarda içine girdiği kriz, ABD’nin hegemonik öncülüğünde Dünya Bankası (DB) ve Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) organizasyonuyla çevre kapitalist ülke halklarına bedel ödetilerek atlatılabilmişti. Günümüzde ise yaklaşık on yıl önce başlayan birikim krizini ne sermaye ne de aktörleri yönetemiyor. Seksenli yıllarda ABD hegemonyasında kurulmuş olan ekonomik sistem çözülüyor. ABD, 21 trilyon doları aşan devlet borcu, 6 trilyon dolardan daha fazla dış borcu ve 500 milyar doları aşan dış ticaret açığıyla, IMF ve DB’nin politikalarını eskisi gibi belirleyemiyor. Merkez kapitalist ülkelerin her biri kendi başının çaresine bakmak zorunda kalınca, kutuplaşmalar ve çelişkiler de görünür oldu. Sistemin önemli özelliklerinden serbest ticaretin yerini korumacılığın ve ticaret savaşlarının almak üzere olduğu kaygıları ön plana çıkınca, IMF Başkanı uyardı: “herkes kaybedecek”. Kriz silahlanmaya da görülmemiş bir boyut kazandırdı. Kullandıkları, kullandırdıkları her bir bomba ile ekonomilerine nefes aldırmaya çalışıyorlar. Bu durum, yeni yeni çatışma ve savaşların temel gerekçesini oluşturuyor.
Patronlar, her zaman olduğu gibi krizin faturasını, yaşamak için emeğini satmak zorunda olanlara yansıtınca, toplumsal öfke de günden güne yükseliyor. Ancak bu öfke sistem tarafından pek çok ülkede dincilik, milliyetçilik, ırkçılık, yabancı/göçmen düşmanlığı ile neoliberalizm ve aydınlanma karşıtlığı üzerinden toplum kutuplaştırılarak ve çatışmalar yaratılarak sistemle ilişkilendirilmesine engel olmaya çalışılıyor. Toplumlar kendi içinde genç, eğitimli ve şehirde yaşayanlarla yaşlı, düşük eğitimli ve küçük yerlerde yaşayanlar arasında ayrıştırılıyor. Seçmen, kutuplaşmalar üzerinden popülist sağ partilere yönlendiriliyor. Öyle ki, Kıt’a Avrupa ülkelerinde bile bu partilerin oyları son 15 yılda ortalama 3 kat arttı.
Dengeler bozuldu
Türkiye’de iktidar blokunun “istikrar” alanı olarak övündüğü ekonomi de siyaset de iç dengelerini kaybetti. Kapitalizmin yapısal krizi ve bunun geniş toplum kesimlerine, yalnızca ekonomik değil, günlük yaşantının neredeyse bütün alanlarındaki olumsuz yansımalarının etkisiyle, toplumsal muhalefetin yükselişi dünyada da Türkiye’de de görünür hale geliyor. Yakın zamanda daha da yükseleceğini öngörmek mümkün. 16 yıl önce geçerli oyların yüzde 26’sı ile Meclis’teki sandalyelerin yüzde 64’ünü alarak hükümet olan AKP’den neredeyse eser kalmadı. Kurucu ekibi dağıldı, tek adam tarafından yönetiliyor. Taban desteğini kaybediyor, örgütlenmesi ve ilişkileri çözülüyor. Dış ilişkilerde karaya oturdu. İktidar, eskisi gibi gündem belirleme becerisini dahi yitirdi.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve partili Cumhurbaşkanlığı sistemi kendi kadro ve seçmenleri dahil geniş toplum kesimlerinde tartışmalı hale geldi. İktidar bloku içinde oluşmuş olan çatlaklar her geçen gün daha da büyüyor ve derinleşiyor. Rejim, yeni ittifaklar kurabilmek ve ayakta kalabilmek için çabalarını yoğunlaştırdı. Ancak, “büyük çoğunluk” için mutfakta düzenli olarak tencere kaynatabilmek olanaksız haline geldi. “Büyük çoğunluk”, kendisi için “yeni” bir umut, çözüm arayışı içinde. Mart 2019 yerel seçim sonuçları ve Haziran 2019 İstanbul belediye başkanlığı seçimleri bu durumun bir göstergesi olarak değerlendirilebilinir. Bu seçimlerde AKP’nin ve onun başkanının kaybedebileceği, bunun hiçbir çabayla değiştirilemeyeceği görünür oldu. Söz konusu durum, yaşanmakta olan sorunların gerçek alternatifini yaratabilmek için bugünden yarına ÖRGÜTLENMEYİ öncelikli olarak ele almak gerektiğini, diğer bir ifadeyle SOKAĞI işaret ediyor. Yoksa, tarihsel olarak da bildiğimiz gibi, birileri tarafından hemen her zaman bu gereksinim karşılanır, boşluk doldurulur. Esas olan bunları “bizim” yapıp yapamayacağımız.
Yatay örgütlenme zamanı
Gezi-Haziran İsyanı’ndan 16 Nisan 2017 Referandumu’ndaki Hayır Meclisleri’ne, Hayır Meclisleri’nden 2019 yerel seçimlerine değin, “ortalama vatandaşın” günlük hayatta yaşadıkları ve yaşadıklarına karşı aldığı tutumlar dikkate alındığında, yerellerde örgütlenmenin günümüzdeki temel aracının; temsili demokrasinin siyasi parti yasasında belirlenmiş olan kalıbına ve/veya siyasi partilerimizdeki uygulamalarına daralmayan, doğrudan demokrasiyi yaşama geçirebilmeyi hedefleyen örgütlenmeler, meclisler olduğu ortaya çıkıyor. Mahallelerde, üretim birimlerinde, üniversitelerde, liselerde, kadınların, gençlerin, işçilerin, işsizlerin, memurların, küçük esnafın, emeklilerin, öğretim elemanlarının, öğretmenlerin, hemşirelerin, hekimlerin, köyde, gecekonduda, kente yaşayanların, LGBTİ+ bireylerin, inancı olmayanların ya da inancı olanların vb. katılabileceği ve VAROLABİLECEĞİ bir örgütlenmeye, meclislere gereksinimimiz var.
Ancak bunun ölü doğum olmaması için yanlışlığı öngörülebilen, bilinen hiyerarşik ve dikey partili adımlarla değil, bugüne kadar ertelenmiş olanın ertelenmesine son vererek, yatay örgütlenmenin hayata geçirilmesi gerekiyor. Kadrolarıyla, mekanlarıyla ve kaynaklarıyla eksiklikleri tamamlanacak Kongre eliyle. HDK’den yıllar önce alınıp bugüne kadar yerine konmamış olanların yerine konmasıyla işe başlanmalıdır. Bunun gerçekleştirilebilmesi için 2019 Temmuz’unun 2011 Temmuz’una benzer birçok olanak sunuyor olmasının avantajlarını da kullanarak. Anımsamakta yarar var, Rosa Lüksemburg’un da belirttiği gibi, siyasi partiler hemen her zaman, kendi yapılarını korumaya öncelik veren “muhazafakâr” eğilim içindedirler. Bu sınırlılığın yaratacağı riski göze almanın zamanı da yeri de değil.