SEÇTİKLERİMİZ – ERTUĞRUL KÜRKÇÜ Yeni Yaşam’a yazdı: “İktidar mücadelesinin mantığı, muhalefeti, rejime karşı halk dalgası yükselmekteyken kazandığı momentumu “bütün partiler”in -yani diktatörlük güçlerinin de- katılacağı soyut “anayasa” tartışmalarıyla sonlandırmaktansa inisiyatifi ele almaya çağırıyor.”
ERTUĞRUL KÜRKÇÜ
Tayyip Erdoğan, 23 Haziran’daki İstanbul yerel seçim yenilgisini gazete ilanlarıya kutlamış (!): “Milli irade bir kez daha tecelli etmiş, sağlam temellere oturan demokrasimiz yine kazanmıştır.”
İlanların yayınlandığı gün Türkiye’ye ayak basan bir yabancı, bu gazetelere göz atsa, “Türkiye lunapark gibi bir yermiş” diye düşünürdü ister istemez: “Galiba Cumhurbaşkanı İBB Başkanı olmuş!”
Bu ilanlar, devletin topluma yansıttığı dünya imgesinin nasıl nesnellikten uzaklaştığına, hakikatten koptuğuna, siyasal hayatın bir tımarhanedekini nasıl daha çok andırır olduğuna en güncel örnek. Neyse ki, Türkiye halkları devlete taparlık geleneğinin bütün yüküne rağmen -özellikle son dört-beş yıldır, büyük manevi gayretle- Erdoğan’ın “Başkanlık” dayatmasıyla aralarına daha çok “mesafe” koydular; yüzlerini hakikatin iyileştirici rüzgarlarına çevirdiler. 23 Haziran seçimleri tarihsel bir dönüm noktası oldu: İBB, öngördüğümüz gibi “tarihsel bir halk ittifakının ellerinde İmamoğlu’na geri döndü.”
Erdoğan ve rejimi 23 Haziran’dan sonra sadece muhalefetin değil, kendi hitap alanlarındakilerin -Gül, Babacan, Davutoğlu- de meydan okumasıyla yüz yüze. Erdoğan’ın “İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder”, Bahçeli’nin “Üç büyük şehirde HDP, CHP ve diğer partilerin kazanması (…) şu geçiş döneminin altüst olması demektir” kehanetlerinin gölgesinde sorgulanıyor. Muhafazakar alemde “Başkanlık Rejimi”nin artık çökmekte olduğu heyulâsı kol geziyor.
Rejim gerçeküstü distopyasıyla hezeyana sevk ettiği kitleleri denetleyebilmek ve arkasında tutabilmek için, uğradığı yenilgiyi önemsizleştirmeye, “kazandık çünkü kaybettik” saçmalıklarıyla akıl dışılığı toplumsallaştırmaya muhtaç. Bu da, yeni bir hezeyan dalgasını besleyecek maddi imkanlar toplamını ve “kuvvet gösterisi” yapabileceği fırsatları gerektiriyor. Ne var ki, 23 Haziran’daki -tektonik diyebileceğimiz- güç kaymalarıyla oluşan koşullar rejimi tahkime imkan tanımıyor. Ekonomik kriz, işsizlik, enflasyon, daralan kamu yatırımları, artan vergiler, zamlar, israf, yolsuzluk, çürüme, Kürtlere dayatılan savaş, zulüm, kadın cinayetleri, çocuk tecavüzleri, yalan ve şiddet tevil götürmüyor. Rejimin üç ayda İstanbul’da kaybettiği yüzde 10 destek başka söze gerek bırakmıyor.
Aynı koşullar, tam tersine, toplumsal ve demokratik talepleri çözüme kavuşturacağı siyasal ve ekonomik seçenekleri sistematize ederek rejimi sorgulaması için muhalefete çok elverişli fırsatlar sunuyor. İktidar mücadelesinin mantığı, muhalefeti, rejime karşı halk dalgası yükselmekteyken kazandığı momentumu “bütün partiler”in -yani diktatörlük güçlerinin de- katılacağı soyut “anayasa” tartışmalarıyla sonlandırmaktansa inisiyatifi ele almaya çağırıyor.
Demir tavında dövülür. Şimdi somutluk zamanı. Muhalefetin sadece neyi istemediğini haykırmakla kalmaması, neyi istediğini de apaçık ortaya koyması gerekir. Muhalefetin genel ufku eski “parlamentoculuk”un ihyasıyla sınırlı olsa da Üçüncü Kutbun topluma, 23 Haziran sonrası güç dizilişinin bütün imkanlarını sınamayı; “Başkanlık Rejimi” ile Demokratik Cumhuriyet’in birbirleriyle bağdaşmaz iki ayrı rejim biçimi olduğunu açıkça ortaya koymayı; aşağıdan yukarı yerel meclisler toplayarak TBMM’yi “Demokratik Cumhuriyet” bayrağı altında bir halk hareketiyle kuşatmayı teklif etmesi gerekir. Bu bir “yeni anayasa”nın tarihsel güvencelere kavuşmasının da maddi zeminidir. Kürt halkına karşı sürdürülen savaşa ve sömürgeciliğe son verilerek, barış ve demokratik çözüm için toplumsal inisiyatifin başlatılacağı düzlem de burasıdır.
İktidarın 2023’ten önce el değiştireceği kuvvette bir genel seçim momentumu ancak bu ölçekte bir toplumsal hareketlilikten doğabilir. “Ana muhalefet”i ileriye iten taban dinamikleri henüz işler haldeyken, Üçüncü Kutup, kendi radikal seçeneğini tartışmaya açma fırsatını değerlendirmelidir. Değilse, 31 Mart gecesi İstanbul’un dip dalgalarıyla bir kıyıya savrulmuş olan “Büyük Koalisyon”un, “medarı maişet” motorlarını peşinde sürükleyerek geri dönüşünü çaresizce izlemek zorunda kalmak da var.
(Yeni Yaşam)