SEÇTİKLERİMİZ-Ertuğrul Kürkçü Yeni Yaşam’a yazdı: ‘Uluslararası haberciler yasaların ve anayasanın koruması altında çalışıyor. Erdoğan’ın muhalefetteyken destek verdiği LGBTİ’lerin hak arayışları da, ODTÜ öğrencilerinin yaşam ve eğitim alanlarında söz talepleri de şiddetsiz. Şiddete başvuran rejimin kendisi!’
ERTUĞRUL KÜRKÇÜ
Yerel seçimlerin üzerinden bir aya yakın zaman geçti. 31 Mart-23 Haziran yenilgilerinin ardından rejimin “mecburen yumuşayacağı”, ibrenin “barış” ve “demokrasi”ye döneceğine dair bir işaret görünmedi. İçeride de dışarıda çatışma ve savaş dinamikleri işlemeye devam ediyor.
Başur’da (Xakurke-Lolan-Bradost), Rojava’da, (Afrin, Cerablus ve İdlib’de) işgal kara ve hava saldırıları, Libya’da iç çatışmalara müdahale; Akdeniz’de münhasır ekonomik bölgede hak iddiaları dolayısıyla Kıbrıs, Yunanistan ve AB ile gerilim sürüyor.
“Uzlaşma”nın işareti sayılan “yargıadalet reformu” çıkmaz ayın son çarşambasına kaldı. “Cumartesi İnsanları” hala sürüldükleri ara sokaklarda gazlanıyor. Kayyımlardan alınan belediyeler TEM tasallutu altında. HDP milletvekilleri gözaltı araçlarında alıkonuyor. LGBTİ “Onur Yürüyüşü” her yerde şiddetle ezilirken uluslararası habercilere cadı avı başlatılıyor. ODTÜ Rektörlüğü üniversitenin kavaklığının inşaata açılmasına direnen öğrencileri polise ezdiriyor, kavaklığı biçtiriyor…
Seçimlerin ardından geçen on beş günün kaba bilançosu bu.
Rejimin şiddetinin hedefindekiler iktidarı şu yada bu şekilde şiddetle test eden silahlı güçler değiller. Kürt kentlerinde belediyeler zorla zapt edilmedi. HDP milletvekilleri anayasal alanlarındalar.
Uluslararası haberciler yasaların ve anayasanın koruması altında çalışıyor. Erdoğan’ın muhalefetteyken destek verdiği LGBTİ’lerin hak arayışları da, ODTÜ öğrencilerinin yaşam ve eğitim alanlarında söz talepleri de şiddetsiz. Şiddete başvuran rejimin kendisi!
Bu şiddet nöbetleri bulutsuz gökteki şimşek gibi nedensiz mi? Rejimin toplumla ilişkisindeki bu asimetrinin bir açıklaması, bu olan bitenler arasında bir illiyet yok mu?
İktidarının bir sarsıntı geçirdiğini ilk kez iliklerine kadar hissettiği 31 Mart yenilgisi sonrasında Erdoğan’ın İstanbul’da seçim kampanyası sırasındaki peş peşe yaptığı iki konuşma bu, nedensiz gibi görünen şiddetin gerisindeki motivasyonu anlamaya yardımcı olabilir. Erdoğan, Mayıs ortalarında AKP İstanbul teşkilatıyla yaptığı toplantıda toplumun onayını yitirmelerini şuna bağlıyordu: “Artık mideye değil buraya (kafasını işaret ederek) bakacağız […] Karnını doyuruyorsunuz, her türlü ihtiyacını karşılıyorsunuz yine de oy vermiyor.” İki hafta sonra Ensar Vakfı genel kurulunda yaptığı konuşmada da “Siyasi olarak iktidar olmak başka bir şeydir. Sosyal ve kültürel iktidar ise başka bir şeydir” demişti. “Biz 14 yıldır kesintisiz iktidarız. Ama hâlâ sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var.”
Demek ki, toplumsal gerçeklik, rejimin gözüne bir “karanlık kutu”daki [camera obscura] gibi baş aşağı görünüyor. Onlar, meseleyi, kendi iktidarlarının toplumsal ve kültürel fark ve çelişkileri yok saymasında değil, toplumsal ve kültürel özerkliklerin iktidarlarını yok saymasında görüyorlar. Rıza yitimi rejimin temelini kırılganlaştırdıkça hegemonya altına alamadıkları özerk toplumsal ve kültürel alanları “güvenlik tehdidi” olarak algılamaya başlıyorlar. Belediyenin, milletvekilinin, öğrencinin, LGBTİ’lerin, “Cumartesi İnsanları”nın, heykellerin, meydanların, kavakların üzerine polis ve asker salınması bundan: Hedef “kafa”!
Belirtiler, Erdoğan ve Bahçeli’nin “aklı selim sahipleri”nin beklentilerinin aksine yerel seçim yenilgisini “uzlaşarak” değil “çatışarak” telafi edebileceklerine inandıklarına ve kavgayı kültür alanına çekmeyi uygun bulduklarına işaret ediyor. ODTÜ’ye KYK yurdu projesi, bu çatışmanın cephelerinden biri: “Kafa”sına girilemeyen ODTÜ’nün bedenine bünyeyi istila edecek bir doku aşılayarak gime teşebbüsü.
İktidarın baltası kavakları keserken esasen ODTÜ’de 50 yıldır dindirilemeyen toplumsal ve kültürel mücadelelerden edinilmiş ortak akıl ve duyarlıkla savaşacak bir üs inşası peşinde.
Halep oradaysa, arşın burada! Bizim kuşağımız ODTÜ’ye kaydını yaptırırken, rektör Verşan Kök, ilk okula başlamamıştı; bugün kayyım olarak biçtirdiği kavaklık henüz bir fidanlıktı sadece. Demirel ODTÜ’ye jandarma sokmak için gün sayıyordu. O fidanlar, ODTÜ 1968’in devrimci sarsıntılarıyla dönüşürken, nice rektörün öğrenci direnişleriyle cüceleştiğin, öğrencinin üzerine asker-polis gönderen nice hükümetlerin -Erbakan’ın, Özal’ın, Demirel’in, Çiller’in, Evren’in çöküp gittiğine tanık olarak büyüdü. Erdoğan ve Bahçeli de sıralarını savsınlar bakalım.