SEÇTİKLERİMİZ – Ertuğrul Kürkçü’nün Yeni Yaşam’daki yazısı: “Hepimiz 82 milyonluk Türkiye gemisinin yolcularıyız” buyurmuş “Türkiye Belediye Başkanı”(!)adayı. Hepimiz aynı sarayda yatıp kalkmıyor, aynı ejder meyvesini tatmıyor, aynı uçakta uçmuyor, aynı limanda inip binmiyorsak, neden aynı gemide olalım ki?”
“Hepimiz 82 milyonluk Türkiye gemisinin yolcularıyız” buyurmuş “Türkiye Belediye Başkanı”(!)adayı. Hepimiz aynı sarayda yatıp kalkmıyor, aynı ejder meyvesini tatmıyor, aynı uçakta uçmuyor, aynı limanda inip binmiyorsak, neden aynı gemide olalım ki? Gerçi, teşbihte hata olur ama atıp tutarken endazeyi iyice kaçırıp “yolcuları” makine dairesine tıkıp kendisini kaptan köşküne çıkarmaktan geri kalmamış: “İçeride ne yaşanırsa yaşansın, geminin gövdesinin sağlam kalmasına, motorlarının işlemeye devam etmesine, rotasından sapmamasına katkıda bulunmak hepimizin görevi”ymiş.
Sanki, on yıl önce Taksim’de 1 Mayıs kutlaması için bastıran sendikaları “Ayakların başları yönettiği bir yerde kıyamet kopar” diye tehdit eden; bir kaç yıl önce “OHAL’i iş dünyamız daha rahat çalışsın diye yapıyoruz. Grev tehdidi olan yere biz OHAL’den istifade ederek anında müdahale ediyoruz” diyerek sermayeye kol kanat geren; daha geçenlerde HDP’ye oy verenlere “Bunlar o kadar Kürdistan meraklısıysa Kürdistan Irak’ta, oraya gitsinler!” diye kapıyı gösteren başkasıydı.
Her şey karada başlayıp bitse de servet ve kudret sahipleri kriz anlarında kendilerini fırtınalı bir denizdeki geminin dümeninde görmeye bayılır, hepimizi de “aynı gemiye” bindirmeye heves eder. Kim bilir, belki de 82 milyonluk bir toplumun pek azının bir gemide olmayı deneyimleyebilmiş olduğuna, büyük çoğunluğun içgüdüsel olarak sudan korkacağına güveniyorlardır. Binlerce yıldan miras bir yönetme-gütme tekniği bu: Bireyleri korkuda eşitlemek; toplumun, gücü elinde tutanın korkusunu kendi öz korkusuymuşçasına iliklerinde hissetmesini sağlamak.
Oysa, yüzyılın en büyük deniz felaketlerinden birine, “Titanik Faciası”na yakından bakınca, bu mecazın bir palavradan ibaret olduğunu görürüz. Bu trajediyi görselleştiren yüzyılın en çok gişe hasılatı getiren ikinci sinema filmini izlemiş olanlar anımsayacaktır: Hakikatte, “aynı gemidekiler” ne yaşarken ne ölürken eşitlenmişlerdi. Titanik’te felaket de servet ve güç gibi eşitsizce ve adaletsizce paylaşılmış, ceremeyi en alttakiler çekmişti.
Son model Britanya transatlantiği 1912’de Atlantik’in kuzeyinde bir buz dağına çarparak batarken 2 bin 224 yolcu ve mürettebatın en az bin beşyüzü hayatını kaybetmişti. Sadece üçte biri hayatta kalabilen yolcuların kurtarılmasında kadınlar ve çocuklara öncelik verilmişti ama I. sınıf yolcusu kadınlardan sadece yüzde 3’ü kaybedilmiş ama III. sınıftakilerin yüzde 54’ü ölüp gitmişti; I. ve II. sınıf yolcusu 6 çocuktan 5’i kurtulurken III. sınıftaki 79 çocuktan 52’si yok olmuştu. Erkekler kadınlardan daha çok ölmüşlerdi ama kurtulabilen erkekler arasında talih gene de yüzde 33 ile I. sınıf yolcularına gülmüş, III. sınıftakilerin yüzde 22’si, II. sınıftakilerinse ancak yüzde 16’sı kurtulabilmişti.
Eşitsizlik cesetleri de vurmuştu. Karaya çıkartılmak üzere kurtarma gemilerine alınan 333 ceset istisnasız I. sınıf yolcularına aitti. Mumyalanarak taşınmaya onlar layık görülmüş, III. sınıf yolcularla mürettebatın cesetleri ise okyanusa terk edilmişti.
Toplum nasılsa gemisi de öyle işte. 1912’de bir Britanya transatlantiğinin yolcuları ve mürettebatı arasındaki ilişkilerin karadaki toplumsal eşitsizlik ve adaletsizlikleri -nispeten durgun bir biçimde de olsa- yansıtması kaçınılmazdı -tıpkı 1905’de Rusya’da karada cereyan eden savaş, sınıf mücadelesi ve devrimin Çarlığın Karadeniz filosundaki “Potemkin Zırhlısı”nın bahriyelileri arasındaki eşitsiz ilişkilere sirayet etmesinin kaçınılmaz oluşu gibi. Ama bir farkla: Titanik’te en alttakiler sırf en üsttekiler filikalara en önce binsin diye kendilerini geminin dibine kilitleyen kapıları kıramamış ve bir trajedinin kurbanı olmuşlardı. Potemkin’in en dibindeki üniformalı yoksullar ise zulüm ve eziyet canlarına tak edince emir komuta zincirini kırarak bir dramın kahramanı olmayı başarabilmiş, Lenin’in deyişiyle 1917 Ekim devriminin “kostümlü provası”na katılmışlardı.
“Kaptan”ın sizi korkutmasına izin vermeyin, “aynı gemide”ysek karaya vurmak üzere olan tekneden ancak kaptan köşküne çıkan yolu bulup dümeni kendi elimize aldığımızda kurtulabiliriz; gemilerin tarihi bize bunu söylüyor!