SEÇTİKLERİMİZ – YAVUZ ÖZCAN ArtıGerçek’e yazdı: “‘Cezayir Başkanı Houari Boumedienne huzurunda şarkı söylemeyi neden kabul etmediniz’ diye sorduğumda, Lübnan’ın kadife sesi ‘Kişiler için değil halk için şarkı söylerim’ diye cevapladı.”
YAVUZ ÖZCAN
Lübnan’da iç savaş tam 16 yıl sürdü ve bu süre boyunca Feyruz, Beyrut’ta yaşamaya ve bir şehir için söylenebilecek en güzel şarkıları söylemeye devam etti.
Lübnan’ın kadife sesli kadını Feyruz, 16 yıl devam eden iç savaş sırasında Beyrut’ta konsere çıkmadı. Uzun savaş yıllarının ardından Eylül 1994’te Şehitler Meydanı’nda sahneye çıkması savaşın sona erdiğinin işareti oldu.
Hangi ülkeye, hangi yöne gitseniz müzik çizer rotanızı ve o melodilerin içindeki kadın sesi rengini verir toprağa… Hele bu ses Feyruz ise…
“Müziğin cinsiyeti olmaz” diyenler yanılır aslında, kadın ve toprak arasındaki bağın derinliği belirler, ülkelerin melodisini. Mesela Arapça dinlediğinizde bir hüzünlü kadın sesi karşılar sizi ki hele bir de Lübnan’a gitmişseniz, Beyrut’un kadim sokaklarında Feyruz’un hüzünlü sesini duyar gibi olursunuz, her adımda. Feyruz, Filistin için söylediği ağıtlarla bir parça isyanını, hüsranını taşır bu halkın. Feyruz’un sahne adının anlamı ‘turkuazdır.’ Bu turkuaz sesin yankılandığı sokaklarda acı, yas, hüzün, aşk ve özgürlük tutkusu eksik olmaz, bu coğrafyanın kaderidir bunlar. Bir de Beyrut’un her dükkanının önüne konulan jeneratörlerin o amansız sesleri… Her binasında roketlerle açılmış delikler… Top mermileriyle savrulmuş caddelerdeki parke taşları… Daha nasıl anlatılır bilmem ki…
Lübnan'ın, her köşesi özel bir güzellik taşıyor, Fransız mimarisiyle şekillenmiş Fransızca isimlendirilmiş sokaklarıyla adeta Paris’in bir kopyası… Lübnan, Beyrut demektir. Beyrut’u çıkarsanız Lübnan’dan bir şey kalmaz. Paris olmadan Fransa, Roma olmadan İtalya, Barcelona olmadan İspanya nasıl olmuyorsa…
Feyruz’suz da Beyrut olamaz gibi gelir, yıllardır kulaklarını Feyruz’un kadife sesi okşamış olanlar için.
O günlerde, Beyrut’un yüreği olan Müslüman ağırlıklı Batı kesimi Hizbullah ve Hereket Emel arasında parçalanmış olsa da, Suriye güçleri tarafından denetleniyordu. Kimin elinin kimin cebinde olduğunun bilinmediği günlerdi…
Al- Nahar gazetesi redaktörü Michel’le Birleşmiş Milletler binası önünde buluşup Hamra’da bir kahveye doğru yola koyuluyoruz. Cebel tarafında ara sıra roketler büyük gürültülerle bina duvarlarına çarpıp patlamalarına kimsenin aldırış etmediğini gördüğümde Michel’e “nasıl oluyor bu” diye soruyorum. Michel, hararetle Beyrutluların sosyolojik ve psikolojik tahlilini yaparak bana bunun nasıl olduğunun izahına girdiğini kahveye oturduğumda anlayabilmiştim. Oturduğumuz kahvede Feyruz’un şarkıları çalıyordu.
Feyruz insana o savaş ortamından çok uzaklardaymış hissi veriyor, adeta Beyrut’un o eski güzel günlerine götürüyor. hem de bambaşka dünyalara, hayal alemlerine sürükleyip duruyor.
Feyruz, Halepli bir ailenin kızı olarak 1935’te Lübnan’da doğmuş. Çocuk yaşta Beyrut’a yerleşmiş.
Lübnanlı deyince, “hangi din, hangi mezhep” sorusu doğal olarak insanın aklına gelir ve sorulur.
Feyruz, bir Süryani. 20 yaşında ünlü besteciler Rahbani kardeşlerden Issa ile evlenince kocasının mezhebine geçiyor. Rum Ortodoks Kilisesi’ne kaydoluyor. 1979’da Rahbani kardeşlerden tümden kopmuş kendi anlatımıyla.
Artık, sadece yine bir besteci olan oğlu Ziyad Rahbani’nin bestelerini seslendiriyor.
Arap dünyasında Um Kaltoum (Ümmü Gülsüm) ile zirveye çıkan Mısır müzik okulunun tam zıddı yönde yer alan Lübnan müzik okulu, Rahbani damgası taşır, onun ölümsüz sesi ise Feyruz’dur.
Ömrü boyunca, iç savaş yılları dahil, Beyrut’u terk etmeyen, ancak kitleler önünde konser veren, devlet büyüklerinin karşısına özel konser vermeyi reddeden özel bir kişilik Feyruz.
Beyrut’un Akdeniz’e saplanan bir üçgen şeklindeki burnunun üzerinde, Raouche’deki General De Gaulle caddesi üzerinde bulunan evinin önünden Akdeniz bir ayrı haz verir insana. Bunca şiddete, yıkıma rağmen.
Michel daha önce Feyruz’u iyi tanıdığını söylemişti bana… “Beni de görüştürür müsün?” soruma, Michel, “evet, ama hiç bir gazeteciye demeç vermez” diye cevap verdi. “Sadece görüşüp tanışmak yeter” dedim. “Bir telefon açayım ondan sonra gideriz.” O dönemler telefon kolay kolay bulunmazdı Beyrut’da (1989). Gazeteye gidip oradan aradı ve “tamam” dediğini, kabul ettiğini söyledi. Yola çıktık…
Michel’in kafasını kaldırıp yukarı katlara baktığı apartmanın tam önünde iki sokak kesişiyor. Andalous ve Cleopatra sokakları. “Allahım beni sınıyor musun” diye başımı kaldırıp gökyüzüne bakarken, Michel beni fark etti. “Bak şu ana cadde de General de Gaulle caddesi” dedi… Ben başımı yavaşça aşağı doğru indirdim, “bu Fransızların işi” dedim. Bütün caddeler ve sokakların ismi Fransızca nerdeyse…
Merdivenlerden yukarı doğru tırmanışa geçtiğimizde, tam hatırlamıyorum şimdi, 3. veya 4. katta mı durduk hatırlamıyorum. Michel kapıya yavaşça vurdu ve kapı çok geçmeden açıldı. İyi düzenlenmiş Akdeniz’e bakan bir salona geçirip oturttu bizi. Yavaş bir ses tonuyla halimizi hatırımızı sordu. Ben çok atak, çok konuşkan birini bekliyordum. Hayal ettiğimin tam tersi, içine kapanık biriyle karşı karşıya gelmiştim… Memleketimi sordu, “Kürdüm” cevabını verince… Uzun bir ah çekti ve ardından; “burada Newroz sineması var bilir misin Kürdlerin?” diye sordu. “Evet şu anda Kürdlerin derneği olarak açık” dedim. “Gidip gördüm meşhur yermiş” diye ekledim… “Orda bir kaç kez konser verdim” deyip sustu. Ben sordukça çok kısa cevaplarla sorularımı cevaplıyordu. Zaten hiçbir şey yazılmayacaktı ve Michel’i kırmadığı için benimle görüşmeyi kabul etmişti. İçine kapanık olan bir dünya starı karşısında neler konuşacağımı da zaman zaman unutuyordum. Ama bunları da sormadan duramazdım, “şimdilik yazma bunları, merakına cevaben cevaplıyorum” demişti bana…
“Cezayir Başkanı Houari Boumedienne huzurunda şarkı söylemeyi neden kabul etmediniz” diye sorduğumda, “Kişiler için değil halk için şarkı söylerim” diye cevapladı. Öğrendim ki bu bir duruştu. Bu Feyruz’un hayata karşı duruşunu belirleyen olay tam da 1960’ların sonunda gerçekleşmişti. Aslında ben de bilmiyordum Michel bana yolda söylemişti bunu. 1969’da, Cezayir Başkanı Houari Boumedienne huzurunda özel konsere çıkmaması nedeniyle altı ay boyunca Lübnan radyo istasyonlarında şarkıları yasaklanmış. Buna Feyruz’un verdiği cevap ise şöyleydi: “Her ülke ve bölgede halklara şarkı söyleyeceğim ama asla bir birey için şarkı söylemeyeceğim. Benim şarkılarım halklar içindir, unvanı ne olursa olsun, kendine seçilmiş diyenler için değil… Hala aynı yerdeyim” diye de ekledi…
Tam da bu sözü söylediğinde 1960’larda Arapça söylediği şarkılara kattığı evrensel tınılarla yerelden evrensele farklı bir tarz yaratan Feyruz’un 1969’da yıldızlaştığı yıllardı… Yaptığı müzikler yalnızca Arap kültürüne hitap etmedi, tarz olarak Arap müzikleri bir yana, şarkılarında, slow, tango, klasik müziklere de yer verdi ve kimi şarkılarında doğulu enstrümanlar (ud, darbuka, bendir, kanun) hakim, kimi şarkılarındaysa batılı enstrümanlar (çello, keman, piyano, davul) hakim oldu.
Feyruz, kendisi için dönüm noktası olarak, şarkı yazarı ve kompozitörlerden Mohamed Flayfel'in yardımıyla Lübnan Radyosu Korosu'na seçilmiş radyo yönetmeni Halim Elrumi aracılığıyla Assy Rahbani ve Mansour Rahbani kardeşlerle tanışması olduğunu söyledi.
Kendi deyimiyle, Rahbani kardeşlerle çalışmaları Arap dünyasında da dünyada da büyük bir popülerliğe erişmiş ve 1971 yılında Batı'da oldukça başarılı geçen bir turneye çıkmış, New York'ta Carnegie Hall, Londra'da Albert Hall ve Paris'te Olimpia'da konserler vermiş.
Çok keyifli bir görüşme oldu, biz evinden ayrılırken bana dönüp “buralara gelirsen uğrayabilirsin” diyerek uğurlamıştı beni…
Feyruz, milyonlarca insanda olduğu gibi, o mütevazılığıyla hep aklımda kaldı ve kalmaya devam ediyor.
‘Lübnan seni seviyorum’
Hizbullah ile Hareket Emel silahlarını kuşanıp Raouche mahallesinde tozu dumana katıklarında Feyruz’u düşündüm. Lübnan’ın, Beyrut’un ruhu olan, Levant’ın o muhteşem sesinin uyuşamayacağını, kalıcı olanın Feyruz olduğunu, savaş olamayacağını düşündüm hep.
Ülkenin birliğini savunan Feyruz, savaş karşıtı bir tutum aldı ve savaş yıllarında Lübnan’da sahneye çıkmayı reddetti. Savaşın adım adım geldiği günlerde ‘ülkeyi terk et’ söylemlerine kulaklarını kapamış. İç savaş günlerinin acısında Lübnan’ı terk etmemiş. Feyruz’un iç savaş yılları boyunca Arap Yarımadası ve Avrupa’da verdiği konserlerin kapanış şarkısı hep ‘Lübnan Seni Seviyorum’ oldu. Görüşmemizde aklımda kalan bazı anlatımlarını aktarmaya devam edeyim..
NOUHAD'DAN FEZYRUZ'A…
Kendi anlatımıyla, 1915’te Mardin’den sürgün edilmiş bir baba ile Lübnanlı bir annenin kızı olarak 1935’te Jabal Alarz’da dünyaya gelmiş, Nouhad Haddad olarak. Süryani Ortodoks Kilisesi’ne mensup aile de ‘tutucu’ geleneklerle yetiştirilmiş. Bu yüzden 10 yaşına geldiğinde hüzünlü sesindeki ışığı fark eden öğretmeninin konservatuara gönderilmesi talebi babası tarafından şiddetle reddedilmiş. Ancak bazı büyüklerin araya girmesiyle ve kendi deyimiyle öğretmeninin aşırı ısrarı üzerine, babası insafa gelip, “bir de Kuranı öğreneceksin” şartı ile konservatuara yazdırmış. "Müzik eğitiminin yanında Kuran’dan ayetleri okumayı da öğrendim" diye gülümseyerek anlattı… “Lübnan Radyosu’nda ilk şarkı söylediğimde kalbim yerinden çıktı diye düşündüm, ama dinleyen herkes çok beğenmiş beni ve radyoya yüzlerce mektup gelmişti. Bu beğenenler arasında dönemin ünlü müzisyeni Halim el Roumi de varmış.”
Radyo korosunda şarkılar söylemeye başlayan Nouhad sahne ismi olan Feyruz’u bu dönemde almış. Feyruz, ilk büyük konserini 1957’de, dönemin Lübnan Cumhurbaşkanı Camille Chamoun tarafından düzenlenen Uluslararası Baalbeck Festivali’nde, İngiliz balerin Beryl Goldwyn ve balet Rambert ile beraber verdiğini söylerken adeta o günleri yaşıyor gibiydi. Yıldızının parlamaya başladığı bu dönemde Ortadoğu’nun her dilinde başka bir isimle bilindi ‘Feyruz, Fairuz, Fairouz, Fayrouz’ hangi dilde söylendiğinin bir önemi yoktu onun için “yeter ki kelimelerin ve sözün ruhu olsun” diyordu.
Lübnan'da adım adım gelen iç savaş
1970’ler ise, Feyruz için bir yandan uluslararası alanda tanınmaya başlandığı, öte yandan ise ülkesi ‘sevgilisi’ Lübnan’ın iç savaşa doğru evirildiği günlerdi. Amerika ve Avrupa’da büyük sahnelerde konserler verdi ancak onun aklı ülkesi Lübnan’daymış hep.
1967 Arap-İsrail savaşı, tüm Arap coğrafyası gibi Lübnan tarihinin de önemli kırılma noktası olmuş ve İsrail’in Batı Şeria ve Gazze’yi işgali, yüz binlerce Filistinli mültecinin Lübnan’a göç etmesine neden oldu diyor o günleri anlatırken. 1968’de Lübnan ve İsrail arasında ilk sınır çatışmaları yaşanmaya başladığında, İsrail’in Lübnan’daki Filistin kamplarına yönelik saldırıları Hristiyan ve Müslümanlar arasındaki gerginliği tırmandırarak, 1975’te, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında 1990’a dek devam eden iç savaş başladı. Sonra Suriye’nin işgali ve nitekim varılan anlaşma sonrası Lübnan yeniden o eski muhteşem günlerine yavaş yavaş dönmeye başladı.