ÜLKER SARI
Bu savaş Kürt-Türk, Alevi-Sünni savaşı değildir.
Bu Savaş yoksulun zenginle savaşıdır.
İBRAHİM KAYPAKKAYA
Hemen her madende farklı tarihlerde ikişer, üçer, yüzer madenci öldürülür. Kamuoyu öldürülen madencilere dair bilgiyi, maden sahipleri ve onun uzantısı olan basından, hükümetten öğrenir. Doğalında sunulan bilginin maden sahibinin, hükümetin kaygılarını ve çıkarlarını baz alan bir öze sahip olacağı aşikardır. Patronun, bakanların ağlamaklı anlatımları, başbakanın ve eşinin öldürülen işçilerin ailelerini ziyarette ortaya koydukları “merhamet” ile kamuoyu ikna edilmeye çalışılır. Hali hazırda ikna edilememişlerse “sanatçılara”, “gazetecilere”, “akademisyenlere” iş düşer. Onlar da hep bir ağızdan madende yaşanılanın kaza olduğunu işlerler. Yetmediyse tüm madenciler ilginç bir şekilde “şehit” ilan edilir ve bu şekilde “cennete” gönderilirler. Madenci yakınları tüm bu senaryoyu seyreder ve kafalarında oturmayan noktaları da bastırmayı tercih ederler; çünkü kafalarındaki çelişkileri, kaygıları örgütleyebilecekleri güçlerinin olmadığını düşünürler. Yanı sıra devrimci muhalefetin cılızlığı da madenci ölümlerinin iç yüzünün işlenememesine, kamuoyunun doğru bilgiye ulaşmasına neden olur.
Madenci öldürülür ama sayıları az olduğundan kimsenin haberi olmaz. Ölen madencilerin yakınları ile temasa geçilerek pazarlıklarla ölümlerin üzeri örtülmeye çalışılır. Tabi devrimci muhalefetin zayıf olması beraberinde ölen bir ya da daha fazla madencinin öldürülmesinin arkasında yatan emek-sermaye çelişkisini kamuoyuna duyurulması ve bu eksende toplumsal duyarlılığın yaygınlaştırılmasını engellemekte.
Kesintisiz bir biçimde tüm burjuva basın(yandaş medya), ölen işçilerin ardında bıraktığı çocuğunu, yaşlı annesini, henüz hamile olan eşini öne çıkarıp maden sahiplerinin daha fazla kar hırslarının sonucunda işçilerin ‘öldürüldüğü’ gerçeğinin görünürlüğü engeller. Yanı sıra tüm bu merasim Burjuvazinin öldürdüğü işçilerin ardından yatan politik aklı duygusal propagandalarla sınıf bilincinin oluşmasını, yaygınlaşmasını engellemek için kullanılır. Özünde burjuvazinin derdi tasası ölen işçilerin ardından madende yapılamayan üretimden kaynaklı edinilemeyen kardır.
Genelleştirilen ve topluma kanıksatılan bir algıya işaret etmekte fayda var. Herhangi bir maden çöktüğünde çöken madenin tartılışır hale gelmesi ölen işçi sayısıyla mukayese edilir. Çöken veya yanan madende eğer bir işçi ölmemişse maden neden çöktüğüne dair tartışma söz konusu olmaz. Fakat o sırada madende yüzlerce işçilerin olması ve çöken madenin altında kalması da an meselesidir. Var sayalım ki Soma’da madende yangın çıkmış olsun ama o gün madencilerin işe gelmediği bir gün olduğundan kaynaklı madencilerin hiç biri ölmemiş olsun. Böylesi bir durumda oturup şükretmek mi gerekir? Yoksa yanan madenin salt yanmasına muhalefet mi olmak gerekir? Doğal olarak madende hiçbir ölüm gerçekleşmemesi dahi gündemleştirilerek iş güvenliği, işçi sağlığı ve patronun daha fazla kar politikaları kamuoyu içersinde teşhir edilmesi gerekmektedir. Salt çöken madene tepki geliştirilebiliyorsa maden sahiplerinin kar hırsları bir nebze olsun frenlenebilinir.
Kamuoyu madenler başlığını ölümlerle paralel ele almaktan kurtulup madenlere yönelik her türlü teknik sorunlarının özüne yönelen eleştirileler muhalefetler haline dönüşürse madenci ölümlerini küçültülmesi daha kolay olacaktır. Tabi madenci ölümlerinin rantın bu derece palazlandığı koşullarda küçültülme imkanı yoktur. Bu durumda salt madenci ölümleriyle de ilgili olmayıp bir bütün olarak işçi ölümlerinin tümünde aynı biçimde tezahür etmektedir. İşçi ölümleri kapitalist aklın terkinden geçmektedir. Tabi bu da mayasını emek-sermaye çelişkisinden Meta- Para- Meta(M-P-M) ve onun bir sonucu olarak Para-Meta-Para(P-M-P)diyalektiğinin sonucu olarak ortaya çıkan sermayenin açısından inanılmaz can sıkıcı bir durum olacağından böylesi bir tablo işçiler nezdinde arzulanır olmaktan bile çıkarılması her sermaye gurubunu aklından geçendir.
İşçiler öldü mü? Öldürüldü mü?
Hükümet, işçi ölümlerini kendi literatürü ekseninde yorumlayarak toplumda kendi aklını hakim hale getirmeye çalışmakta. Madende bulunan işçiler daha fazla üretim, doğalında daha fazla kar,bunun bir sonucu olarak da güvenlik tedbirlerinden, sağlık denetimlerinden yoksun esnek çalışma koşulları ile işçiye ölüm dayatılmaktadır. Madende yaşanılan göçük, yangın, karbondioksit salınımı gibi nedenlerden kaynaklı yaşanılan ölümler maden sahibi şirketler ve hükümet tarafından yığınla manipülatif söylemler eşliğinde işçilerin ölümleri kendi tercihleri ve kendi kusurlarının bir sonucuymuş gibi yansıtılmaktadır. Madenciler, şirket sahibi ve hükümetin daha fazla üretim, daha fazla kar hırsının bir sonucu olarak ölüme zorlanmıştır. Madende alınması gereken sıradan tedbirlerin dahi alınmamasından kaynaklı yaşanılan ölümlerin açıklaması işçinin öldüğü şeklinde olmayıp işçinin öldürüldüğü biçimindedir. Öldü demek ile öldürüldü demek arasındaki derin fark, işçi ölümlerinde sıklıkla patronlar ve hükümet tarafından kullanılmaktadır. Madencilerin yaşadıklarına dair fikir veya yorum ifade etmeden önce öldü demek ile öldürüldü demek arasındaki derin çelişkiyi algılamak gerekmektedir. Madencilerin öldüğünü söylemek bundan sonra yapılacakları kısıtlı bir alana hapsediyorken madencinin öldürüldüğünü izah etmek doğalında insanların kafalarında neden öldürüldüğü, failinin kim olduğu gibi sorular yaratacaktır. Madencinin ölümüne neden olan koşulların ne olduğuna verilecek cevap, beraberinde madenlerin denetimini yapan “devletin” ilgili kurumunun tüm tedbirsizliğe karşı madenin çalışma izninin nasıl verdiği sorununa yol açacaktır.bu soruya verilecek cevap da yeni sorulara yol açacaktır. Bu durum domino etkisi gibi sorunun özüne doğru ilerlemeye devam edecektir. Dominonun sonunda fotoğrafın aslına dair tüm gizem çözülmüş ve patronların daha fazla kar hırsı ve hükümetin üstlendiği misyon oracıkta teşhir olmuş olur. Başa dönecek olursak öldü demek ile öldürüldü demek arasındaki derin farkın sıklıkla manipüle edilmesi bir tesadüfün ürünü değildir. Doğrudan kapitalizmin işleyişi ile ilgilidir.
Fıtrat ve sermaye
Ölümün madencilerin fıtratında olduğu aklı, sermaye gruplarının daha fazla kazanç ve kar amacı güden politikalarının dışa vurumudur.
“Türkiye, maden kazaları sonucu yaşanan ölümlerde dünyada ilk sıralarda yer almaktadır. Dünyanın en büyük kömür üreticilerinden bir tanesi olan Çin‘de, 2008 yılında 100 milyon ton başına düşen ölüm sayısı 127 olurken, Türkiye’de bu rakam 722 olarak kaydedilmiştir. Çin’de, 2008 yılında 100 milyon ton başına 127 kişi hayatını kaybederken, bu sayı 2013 yılında 37’ye düşmüştür. Dünyanın en büyük kömür üreticilerinden birisi olan Amerika Birleşik Devletleri‘nde de, 100 milyon ton üretim başına 1 ile 6 kişi yaşamını yitirmiştir. Türkiye’de ise 2000 yılında 100 milyon ton başına 710 kişi hayatını kaybederken, 2008 yılına gelindiğinde bu rakam 722’ye çıkmıştır”(1)
Bu alıntıdan da anlaşılacağı üzere yalnızca Türkiye’de bulunan madencilerin fıtratında ölüm var. Erdoğan’ın fıtrat açıklaması burjuva aklın bir ürünüdür. Neo liberal ekonomi politiğin Türkiye coğrafyasında en kapsamlı biçimde uygulayan hükümetin AKP olduğu su götürmez bir gerçektir. Neo liberal ekonomi politik söz konusu oldu mu doğal olarak sermaye gruplarının genel çıkarının birincil görev olarak öne çıkarılması gerekmektedir. Bu da daha az tedbir, daha az güvenlik, daha kısıtlı sağlık, daha kısıtlı beslenme gibi temel pratik ayakların örgütlenmesini doğurmaktadır.
Batıda ki sermaye hümanist mi !
İş alanlarında ölümlerin daha düşük olduğu batı (ABD, AB) fabrikalarda ve maden ocaklarında yaşanılan toplu ölümlerin ardından ideal çalışma koşulları olarak parlatılıp öne çıkarılır. Batıda bulunan fabrikaların, madenlerin işçi sağlığı açısından ve iş güvenliği açısından öne çıkarılıyor olması haklı olarak batıdaki sermayenin “hümanist” olduğu, işçiden taraf olduğu gibi algılanmaktadır.
Tablodan anlaşılacağı üzere batıda iş güvenliği ve işsağlığı her geçen gün daha fazla iyileştirilmektedir. Salt yukarıdaki tablodan Avrupa’da Amerika’da son on yılda işçi ölümleri düşüyorken Türkiye’de yıldan yıla artmaktadır. Bu aldatıcı durum batıda bulunan sermayenin işçiden taraf olması hümanist olması gibi yanılsamalara yol açmaktadır.
Batılı işletmelerde işçi ölümlerinin değişikler içermesinin nedeni batılı sermayenin niteliğiyle ilgili olmayıp batılı toplumsal muhalefetin dünden bugüne uzanan mücadele tarihiyle ilgilidir. Neticede her sermaye ekonomi politiğini inşa ederken sosyolojik ve psikolojik durumu da baz alarak hareket eder ve çalışma koşulları standartlarının hangi nitelikte olacağını bulunduğu coğrafyanın işsizlik, eğitim durumuna toplumsal muhalefetin dozajına göre belirler. Batıda bulunan işletmelerin hak gasplarına karşı yüz yıllık sömürüsü karşısında devrimci muhalefetin elde ettiği başarılar bugün bir çok madenin daha fazla denetlenilir daha sağlıklı olmasını sağlamıştır. Bu durum sermaye gruplarının bir lütfu değildir. Bizatihi batı devrimci muhalefetin yarım yüzyıla yayılan mücadele deneyiminin ve emek mücadelesinde ısrarın bir sonucudur. Milyonlarca insan salt geçtiğimiz yüzyılda’daha yaşanılır bir dünya’ , ’emperyalizme hayır’ , ’ faşizme hayır’ , ‘eşit işe eşit ücret’ gibi sloganların ardından can verdi. Batıda bulunan fabrikaların bugünkü durumunun ardında tam da milyonlarca insanın yüzyıla yayılmış bilinçli mücadelesi yatmaktadır.Tablo:1Tablodan anlaşılacağı üzere batıda iş güvenliği ve işsağlığı her geçen gün daha fazla iyileştirilmektedir. Salt yukarıdaki tablodan Avrupa’da Amerika’da son on yılda işçi ölümleri düşüyorken Türkiye’de yıldan yıla artmaktadır. Bu aldatıcı durum batıda bulunan sermayenin işçiden taraf olması hümanist olması gibi yanılsamalara yol açmaktadır.
1800-1900 lar batının kara tarihi değildir. Batnın kara tarihi olarak adlandırmak doğalında 21 yy batının ak tarihi olalrak iddia etmeyi doğurur. Halbuki batı bugün çok daha sistematik çok daha yoğunlaşmış politikalarla işçi sınıfını sömürmektedir. İşçinin sağlığına önem vermesinin ardında yatan temel akılda işçinin daha sağlıklı meta üretmesini sağlamaktan geçmektedir. Kafkanın Dönüşüm kitabında resmettiği insan tipolojisi bugünkü batının ta kendisidir. İşçi üretim yaptığı müddetçe patron açısından kıymetlidir, üretim yapmayan işçi, sermaye açısından hiçbir kıymet içermez. Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı kesmekle(3) meşgul iken insanın sağlığına çalışma koşullarına güvenlik tedbirlerini önemseyebileceğini düşünmek Hollywood’un bahşettiği “hayalperest” aklın ürünü olabilir. Batıda bulunan büyük şirketlerin nam-ı diğer kartellerin oligapolların dünyanın farklı noktalarındaki regülasyon politikaları eşliğinde kendilerine bağlı işletmelerin çalışma standartları, iş güvenliği , işçi sağlığı yapılan üretim gibi alanlarda gösterdiği farklılık sermayenin niteliğiyle ilgilidir…
03.11.2014
KAYNAKLAR: