Ortalama % 32-35 oy almış ama bu iki ilden birini alamamış bir CHP, mevcut dengeler içinde başarısız sayılır. Tersine % 25-28’de kalmış ama bu iki ilden birini almış CHP, çok daha başarılı görünür
Devletleşme savaşı olarak devam eden AKP-Gülen Cemaati çatışması, uluslararası sermayenin çıkarlarına göre yeni ittifaklara dönüşüyor. Bunun en somutlaşmış biçimi AKP-Cemaat ittifakının yerine CHP-Cemaat ittifakının ön plana çıkmasıdır. Bu bakımdan son iki aydır oluşan politik krizin aynı zamanda yeni güç dengelerinin oluşmasına yol açtığı söylenebilir.
Cemaat, mevcut çatışmalı politik dengeler içerisinde, yeni ittifak arayışını çok yönlü sürdürüyor. Kısa vadeli planı, AKP’nin etki gücünü zayıflatmaktır. Özellikle 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde, AKP’nin oy oranını düşürmek ve stratejik şehirlerdeki belediyelerin kaybetmesini sağlayarak, Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimde olası bir uzlaşıda tekrar güçlü bir konumda olmak istiyor.
CHP’nin ABD ve AB tarafından aşamalı olarak ön plana çıkartılması hiç şüphesiz ki izlediği politikalarla doğrudan ilişkilidir. Son bir yıldır ABD tarafından çok daha dikkatle takip edilen CHP’nin, Türkiye’de olası iktidar değişiminde, alternatif bir güç olarak ön plana çıkartılması kararı alındı. Uzun yıllardan sonra CHP Genel Başkanı’nın ABD’ye davet edilmiş olması, Türkiye’nin iç politik dengelerinin yeniden dizayn edilmesiyle ilişkilidir. Kılıçdaroğlu’nun ABD ziyaretinde Gülen Cemaati’ni temsil eden kurumlarla görüşmesinin de, ABD’nin bilgisi ve onayı ile olduğu bilinen bir durum. CHP’nin yıllardır Gülen’e karşı mesafeli durduğu bilinmesine rağmen Kılıçdaroğlu ile Cemaat arasındaki ilk resmi görüşmenin ABD’de başlamış olması da bir tesadüf olmayıp Türkiye’deki güç ilişkilerinin yeniden planlanmasının bir parçasıdır.
Güven sorunu
Küresel sermayenin dolaylı desteğini alan CHP-Cemaat ittifak güçleri arasında bir güven sorunu olduğu biliniyor. Bu bakımdan ilk adım Cemaat tarafından atıldı. İzmir Milletvekili Mustafa Balbay’ın serbest bıraktırılması hem Cemaat’in CHP’ye bir jesti olarak görüldü, hem de ittifaka dair ilk mesajı olarak algılandı.
17 Aralık 2013 tarihinde başlatılan “rüşvet ve yolsuzluk operasyonu” güç dengelerinin yeniden organize edilmesinin bir adımı olarak görüldü. AKP, Cemaat’e karşı çok kapsamlı bir saldırıya girişerek, ülke içi stratejik dengelerin kendi lehinde kalmasını sağlamaya çalışıyor. Ancak Erdoğan ve ekibi, seçimleri de bir yana bırakarak bütün gücüyle Cemaat’e saldırsa da, devlet kurumlarındaki görünen güçlerinin bir kısmını tasfiye etmeye veya etkisizleştirmeye çalışsa da oluşan dengelerin önüne geçmesi artık mümkün görünmüyor. Cemaat, AKP saldırılarında aktif bir savunma içerisinde kalarak saldırı için yeni hazırlıklar yapıyor. Bunu yaparken, özellikle 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde AKP’ye belirgin bir darbe vurmak istiyor. Özellikle stratejik bazı kentler ön plana çıkıyor. İstanbul ve Ankara’da Cemaat gücünü CHP’ye yönlendirmiş bulunuyor.
CHP’de sağa yönelim
Kürt ve Alevi kökenli Kılıçdaroğlu, CHP’yi daha ‘sosyal demokrat’ bir çizgiye çekmesi beklenirken, tersine klasik merkez sağ partisi haline getirdi. Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanı olduktan sonra, Demirel ile olan yakınlaşması, CHP’nin politikalarına doğrudan yansıdı. Özellikle Mehmet Haberal, Sinan Aygün gibi insanların milletvekili yapılmış olması, CHP’nin eski Adalet Partisi (AP) çizgisine kaymaya başladığını gösteren veriler olarak görüldü. Bu bakımdan Gülen Cemaati ile CHP arasında politik bir uyumdan söz etmek mümkündür. Türk İslam sentezi politikasının ve pratik örgütleyicisinin en güçlü temsilcisi olarak Cemaat ile CHP, Türkiye’nin stratejik meselelerinde ortak fikirlere sahip bulunuyorlar. Örneğin CHP gibi Cemaat de Anayasa’nın ilk dört maddesinin değişmesine çok fazla sıcak yaklaşmıyor. Kürt ve Alevi sorununa dair çözüm politikaları esasen aynıdır. Ordunun stratejik rolü konusunda aynı bakış açısına sahiptirler.
Cemaat stratejik hareket eder
Bugünkü güç ilişkileri ve dengeler dikkate alındığında Gülen Cemaati’nin çok daha stratejik düşünen bir hareket konumunda olduğu görülür. Geçmişten beri belirlediği stratejinin esası şu: Hiçbir politik partiyi açık olarak desteklemez. Çıkarları gereği bütün güçlerle yakın bir iletişim içinde olur. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesini destekledi. Özal, Çiller, Türkeş ve Demirel ile çok yakın ilişki kurdu. 1999 yılında yapılan genel seçimlerinde Ecevit’e destek verdi. Gülen Cemaati ülkenin bütün iç politik dengelerinde yer aldı. Birçok politik partiler kuruldu, hükümete oldu, bunların bir kısmı politik sahnede silindi ama Gülen Cemaati sistem kurumlarında büyüdü, gelişti.
Cemaat açısından dönüm noktası ise 2002 yılında AKP’ye vermiş olduğu aktif destektir. Oluşan ikili ittifaktan sonra sistemin hemen hemen bütün kurumlarında örgütlenerek devletin geleneksel dengeleri değiştirmeye başladı. Bugün ise AKP ile girdiği devletleşme savaşında CHP ile ittifaka yöneldi. Cemaat, desteğini hiçbir şekilde resmi olarak deklare etmez. Böyle bir gelenekleri bulunmuyor. Ayrıca her desteğin politik kazanımlarını hesaplayarak ittifaklarını oluşturur.
AKP’nin burnunu sürtmek
Bugün nispeten bir zorluk yaşayan Cemaat, CHP ile oluşturduğu ittifakla çok yönlü politik hamleler yaparak AKP’ye ciddi bir darbe vurmayı hesaplıyor. Erdoğan ise yaptırmış olduğu anketlerde Cemaat’in oy oranının yüzde 4 civarında olduğunu söylüyor. Cemaat tabanının önemli bir kısmının AKP’ye oy vereceğini düşünüyor. Cemaat ise bunun böyle olmadığını, kendi oylarının tahmin edilenden çok olduğunu özellikle yerel seçimlerde göstermek istiyor. Özellikle Ankara ve İstanbul merkezli yürüttüğü çalışma ile AKP’nin burnunu sürteceğine inanıyor.
CHP Genel Merkezi adeta bir Cemaat bürosu olarak çalışıyor. Cemaat’in birçok kadrosu CHP’nin merkezinde çıkmıyor. Öyle ki Ankara ve İstanbul’da AKP’ye kaybettireceklerine CHP yöneticilerini önemli oranda ikna ettiler. Bu bakımdan aday seçimi oldukça önemsendi. Özellikle kamuoyunda tanınmış sosyal demokrat kimliklerin ön plana çıkartılmasını istemediler. İstanbul’da Mustafa Sarıgül’ün, Ankara’da Mansur Yavaş’ın aday gösterilmesinde Cemaat’in önemli bir etkisi oldu. İstanbul’un ilçe adaylarının profillerine dikkat edildiğinde daha çok Sarıgül’ün etkili olduğu görülür.
Sermaye ile Cemaat’in ortak adayı
Sarıgül, esasen İstanbul sermayesi ile Gülen Cemaati’nin ortak adayı denebilir. Bu bakımdan Cemaat ile Sarıgül arasında gizli bir ittifak oluşmuş durumda. İstanbul’da Sarıgül’ün kazanması için hem bütün kadrolarını sefer etmiş bulunuyor, hem de çok ciddi bir ekonomik destek sunuyor. İstanbul’da CHP il yönetiminin sanıldığı gibi çok yoğun bir çalışması bulunmuyor, tersine Sarıgül ekibi ile Cemaat ekibi yoğun olarak çalışıyor. Bu güçlerin medya kuruluşları CHP’yi destekleme mesajı vermeye başladılar. Özellikle AKP’nin yıpratılması kampanyasını çok daha yoğun olarak ön plana çıkartacaklardır. İstanbul sermayesi ile Gülen ekibi İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı’nı AKP’den aldıklarında, 2018-2019 yıllarındaki genel seçimde Sarıgül’ü Başbakan olarak görmek isteyeceklerdir. Bu bakımdan Sarıgül üzerinden yapılan hesaplar stratejiktir. İstanbul’u kaybeden bir AKP’nin önümüzdeki genel seçimlerde çok daha ciddi bir darbe alacağı ve dengelerin değişeceği biliniyor.
Sarıgül dengesi CHP içerisinde önemli değişikliklerin habercisidir. Birincisi, İstanbul’da seçimi kazanması durumunda, CHP’nin iç politik dengeleri çok ciddi oranda değişecektir. Bir sonraki genel seçimlerde özellikle İstanbul merkezli milletvekillerinin belirlenmesinde belki de tek yetkili Sarıgül olacaktır. Aynı şekilde İstanbul sermayesinin ve özellikle Cemaat’in CHP üzerindeki etkisi çok daha fazla artacaktır. Sarıgül’ün kazanmasında kendilerinin rolünün belirleyici olduğu vurgusunu çok daha yoğun olarak ön plana çıkartacaklardır. Böylelikle İstanbul’daki politik ve ekonomik güç dengelerinin İstanbul sermayesi ve Cemaat lehine kullanılacaktır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, CHP’den çok Cemaat’in kadrolaşma merkezi olarak öne çıkacaktır. Böylelikle İstanbul’u kazananın Türkiye’yi kazanması gerçeği kendisini yoğun olarak hissettirecektir. Bir bakıma Cemaat yeniden kazanmış olacaktır.
Muhtemel sonuçlar
Sarıgül’ün oy oranını yüzde 40-42’lere çıkartıp, çok az bir farkla kaybetmesi halinde, CHP’nin iç dengeleri yine değişime uğrayacaktır. Sarıgül geleceğin lideri olarak ön planda tutulacak ve genel seçimlerde daha etkili olarak en azında İstanbul’da belirleyici olacaktır.
CHP, Cemaat’in ve İstanbul sermayesinin desteğini alarak İstanbul ve Ankara’da etkili bir sonuç almak istiyor. Bugünkü iç politik çelişki ve çatışma AKP’nin aleyhinedir ve bu süreç seçimlere kadar yoğun bir gündemle devam edecek. CHP, bu dönemde AKP karşısında ciddi bir varlık gösteremezse, kendi içinde ciddi bir çatışmaya girecektir. Çünkü Cemaat’in desteği konjonktüreldir ve Ankara ve İstanbul ile sınırlı olacaktır. Örneğin Adana ve Manisa gibi illerde MHP’ye yönelecektir.
Bu bakımdan CHP’nin seçim stratejisi daha çok Ankara ve İstanbul üzerinde yoğunlaşacaktır. Bu iki ilden birisini almaları kaçınılmaz olduğu gibi son derece zordur. Türkiye ortalaması % 32-35 oy almış ama bu iki ilden birini alamamış bir CHP, mevcut dengeler içinde başarısız sayılır. Tersine % 25-28’de kalmış ama bu iki ilden birini almış CHP, çok daha başarılı görünür.
Seçim anketlerine bakıldığında CHP’nin Türkiye genelinde henüz istediği noktada değil. Sarıgül, İstanbul’da dengeyi sağlamış görünüyor, aradaki yüzde farkı düşük. Ankara’da ise Yavaş beklenin çok gerisinde. Ancak Mart ayı çok etkili gelişmelere gebe ve Türkiye’nin politik dengelerinde ciddi değişiklikler yaşanabilir.
Bu yazı sendika.org sitesinden alıntılanmıştır.