SEÇTİKLERİMİZ – FEHİM TAŞTEKİN Duvar’a yazdı: “Bu tarz siyasetin getirdiği ve getireceği nahoşlukların sınırı yok. ‘Orta Doğu’da bizden habersiz yaprak kımıldayamaz’ diye ‘tanrısal üstünlük’ taslayan iktidarın büyük bir hamasetle açtığı sayfalar kendi hesap hataları ve yanlış hamleleri yüzünden bir bir dökülüyor.”
FEHİM TAŞTEKİN
Yerel seçimin getirdiği tablo içeride hangi bağlamlarda tartışılırsa tartışılsın uluslararası toplumun satın aldığı sonuç değişmiyor: ‘AKP iktidarı için sonun başlangıcı.’
Dış siyasetin refleksleri de borsalar gibidir; yükselen değeri satın alır, düşeni gözden çıkartır.
Esasına bakarsanız Türkiye’yi ihata eden dış politik çember, AKP iktidarını zaten ‘gözden çıkartılanlar’ kulübüne göndermişti. Nüfusun en dinamik olduğu Türkiye’nin yarısında AKP’nin yaşadığı kayıp, Tayyip Erdoğan’ın dış politika iddialarını sürdürmesine imkân vermeyen koşulları güçlendirecektir.
Her yerde tökezlemiş, iddiasını kaybetmiş bir dış ilişkiler manzumesi daha fazla karşı hamle yiyecek. Yemeye başladı bile. Türkiye’nin köşeye sıkışacağı konuların tamamı iktidarın kendi mirası. İlave kumpas ve senaryoya gerek yok. Suriye, Irak, Mısır, Libya, Katar-Körfez, Filistin-İsrail, enerji kavgası nedeniyle Doğu Akdeniz, S-400 bağlantılı NATO’da yığılan sorunlar ve diğer alanlardaki gerilimler daha fazla kabadayılığı kaldırmayacak kadar ciddileşiyor.
Sadece birkaç güne sığan meydan okumalara bakınca manzaranın ne denli çetrefilleştiği görülüyor. Birkaç örnek:
Biz “AKP, İstanbul’u Ekrem İmamoğlu’na verecek mi” diye saç baş yolarken Fırat’ın doğusuna operasyon ve Rusya’dan S-400 alımı nedeniyle ABD ile yaşanan restleşmeler tehditkâr bir veçheye büründü.
3 Nisan’da Pentagon, Ankara S-400’den vazgeçinceye kadar F-35 uçaklarının operasyonel kapasitesiyle bağlantılı teslimat ve faaliyetlerin askıya alındığını duyurdu. Malum F-35’in bazı parçaları Türkiye’de üretiliyor. Pentagon ayrıca üretimde aksama olmaması için Türkiye dışında başka ülkelerin değerlendirileceğini kaydetti.
Ertesi gün Washington’da NATO’nun 70’inci yıldönümü toplantısında Başkan Yardımcısı Mike Pence ‘Ya NATO ya Rusya’ diye azı dişlerini gösterdi; “NATO müttefiklerimizin birliği tehdit edecek şekilde düşmanlarımızdan silah satın alması karşısında tepkisiz kalmayız” dedi.
Menbic ve Fırat’ın doğusu ‘ulusal beka’ tantanasının en önemli harcı ya o konuda da Amerikan-Türk diyalogu dirsek gösterme ayarında gidiyor. ABD Dışişleri’ne göre, Bakan Mike Pompeo, NATO toplantısı sırasında mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu’nu ‘tek taraflı askeri operasyonun yıkıcı sonuçları olacağı konusunda uyardı’. Çavuşoğlu “İfadeler gerçeği yansıtmıyor” dese de Pompeo “Her kelimenin arkasındayım” diye üsteledi.
Batı ile kavgada çıtayı bir kıl daha yükseltseler zil çalan ekonomi el vermeyecek. Borca sarmış lastiğin dönmesi yeni kredilere bağlı. Borcu verecek olan da siz zayıflarken iki kat buyurganlaşıyor!
‘Ulusal beka’ retoriğini canlı tutmak için “Dicle’den Akdeniz’e Kürt koridoru kuruluyor” propagandasına sarılıp ardından Rus-Amerikan himmetiyle burayı ‘Türk koridoru’na çevirme hayalleri kuran ‘kutsal ittifak’ için artık boy aynasına çıkma vakti geliyor. Beri tarafta ABD’yi dengelemek için Rusya ile dansa kalkan hükümet, İdlib başta olmak üzere Fırat’ın batısında kendisine açılan alanlarda kaçınılmaz sonu görmek üzere.
Biraz daha uzağa gidersek, Akdeniz’in altında, Ömer Muhtar’ın çizmeleri kendi ayağındaymış gibi özgüvenle gittikleri Libya’da hesaplar yeniden alabora. 2011 sonrası İslamcı muhalefetin bir ayağı hep Türkiye’deydi. Bunlara Libya’nın geleceğinde ‘Türk etki ajanları’ olarak bel bağlandı. Libya’nın doğusunu kontrol eden General Halife Hafter, önceki gün, başkent Trablus’u ele geçirmek için saldırı başlattı. Hafter, Büyük Orta Doğu’da Türkiye’ye görünür görünmez çelmeler atan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan ve Mısır’ın adamı. Hafter’in destekçi hanesine Fransa, hatta Rusya da eklenebilir. Trablus’tan silmeye çalıştıkları ise Türkiye-Katar ikilisinin üzerlerine bahis oynadığı İslamcılar. “Orada uluslararası tanınmış hükümet var” itirazları da artık anlamını yitiriyor. Hafter bu hamlesini “Başkenti teröristler ve paralı askerlerden temizleyeceğim” diye pazarlıyor. Lafı dolandırmadan Türkiye ve Katar’a çarpıyor.
Daha da uzağa gidersek bir çelme de Afrika Boynuzu’ndan geldi. Sonunda bizimle bir alıp vereceği olmayan Eritre ile Etiyopya arasındaki krize de Türkiye’nin adı karıştı. 3 Nisan’da Eritre hükümeti Katar ve Sudan ile birlikte Türkiye’yi Eritre İslam Alimleri Birliği’ne destek verip Eritre-Etiyopya barış sürecinin altını oymakla suçladı. “Bizimle ne alakası var bunun ya” diye feryadı basabilirsiniz. Ancak diplomatik ilişkilerin yerini cemaat-örgüt bağları aldığında bu tür iç hesaplaşmaların içinde kendinizi bulabilirsiniz. Hiç akla gelmeyecek Eritre bunun son örneği. Artan oranda İstanbul’da üslenen bu örgütler üzerinden AKP’ye Ortadoğu ve Afrika’da nüfuz alanları açma çabası sadece Ahmet Davutoğlu dönemine has bir tercih değil. Eritre ile Etiyopya arasında geçen yıl BAE ve Suudi Arabistan’ın desteğiyle bir barış anlaşması imzalanmıştı. Suud-BAE-Mısır üçlüsünün terör örgütü muamelesi yaptığı Müslüman Kardeşler’in uzantısı Eritre İslam Alimleri Birliği de 6 Ocak’ta İstanbul’da bir irtibat ofisi açmıştı. Suçlamayı tetikleyen şey, bu birliğin Türkiye’den himaye görmekle kalmayıp Hartum’da düzenlediği bir toplantıyı Eritre ve Etiyopya aleyhine platforma çevirmesi.
Bu arada bir acullük de geçen hafta Bulgaristan’la yaşandı. Çavuşoğlu’nun “Ankara’nın baskısıyla Sofya dinler yasasında değişiklikler yaptı” sözüyle Bulgar Dışişleri’nden nota yedi!
Bu tarz siyasetin getirdiği ve getireceği nahoşlukların sınırı yok.
“Orta Doğu’da bizden habersiz yaprak kımıldayamaz” diye ‘tanrısal üstünlük’ taslayan iktidarın büyük bir hamasetle açtığı sayfalar kendi hesap hataları ve yanlış hamleleri yüzünden bir bir dökülüyor.
Sözde Katar’ın parası, Türkiye’nin siyasi ağırlığıyla İhvan kuşağı Suriye ve Mısır’dan Tunus’a, oradan Libya’ya, en nihayetinde bütün Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ya girilecekti.
Libya’da ayağını sağlam basan Türkiye Doğu Akdeniz’de İsrail-Rum-Yunan oyununu bozacaktı!
Soykırım suçundan aranan Sudan lideri Ömer el Beşir’in tahsis edeceği Sevakin Adası’nda Osmanlı mirası diriltilecek, Türk’ün silahı Kızıldeniz’de yeniden parlayacaktı.
Katar’da edinilen üsse ilaveten Suud’un gölgesinde kendini güvende hissetmeyen Kuveyt’in sunacağı askeri işbirliği ile Körfez’e dönüşün yolu açılacaktı.
Somali üzerinden Afrika Boynuzu’nda nüfuz alanı genişleyecekti.
Bitmek bilmeyen ve okyanusları köpürten hayaller!
Bütün bu coğrafyalarda desteksiz el yükseltildi, peki elde ne kaldı? Tek şey; ‘İslamcı örgütlerin destekçisi’ etiketi! 1970’lerden beri dünyanın başına bela olan radikal İslamcı kuluçkasının fikri ve mali sorumlusu olan Körfez’in ağaları şimdi bütün uluslararası platformlarda ‘itibarlı’, ‘sorumluluk sahibi’ ve ‘makul’ aktörler olarak işin içinden sıyrılırken fatura Türkiye’ye kalıyor. Son 8 yılda çevirdiği dümenler yüzünden, “Bu fatura benim değil” dese bile inanan çıkmıyor. 31 Mart’ta Arap Birliği’nin Tunus toplantısında AKP’nin Türkiye’si bir kez daha mahallenin kötü adamı olarak resmedildi. Bir de Suriye krizi tam anlamıyla atlatıldığında oluşacak tabloyu ve cihatçı bakiyenin kendini en güvende hissettiği Türkiye’nin içine düşeceği durumu düşünün!
Şimdi seçimden sonra oturup bilgiç bilgiç “AKP’yi bir ‘reset’ kurtarır mı, dış politikada aklı başında yeni bir başlangıç mümkün mü’ diye soruyoruz. Bu hamurdan, bu mayadan, bu elden başka bir ürün çıkmaz.