SEÇTİKLERİMİZ – SERDAR TEMİZ Duvar’a yazdı: “Esasında terörist eylemi yapanlar için eylem, sadece o andan ibaret değil. Olsaydı sayfalarca manifestolar yazmaz, video çekmezlerdi. O eylemin infial yaratması da, yayılması da, duyulması da eylemin bir parçası.”
Yeni Zelanda’daki katliamla uyandık. Zaman farkının etkisi ile, namaz kılanlar İslamiyetin doğduğu topraklarda katliam haberi ile cuma namazına gittiler. Sabahın erken saatlerinde, istemeyerek de olsa, bir şekilde merakıma yenilerek izlediğim camideki katliam videosunu, keşke hiç izlememiş olsaydım.
Burada defalarca Facebook gibi teknoloji firmalarının hayatımızı nasıl şekillendirdiğini ve kâr uğruna nasıl da özel hayatlarımızı ihlal ettiklerini, bilmediğimiz kurum, kişi ve firmalarla bilgilerimizi paylaştıklarını, fikirlerimizi ve tercihlerimizi nasıl yönlendirdiklerini anlatmıştım.
Bugünkü katliamın da hatırlattığı gibi, sosyal medya, nefret söyleminin ve radikal fikirlerin megafon gibi yayılmasında çok büyük etken. Normalde, aklı başında bir editörün dikkate almaması ile birçok nefret söylemi ve saçma sapan (ırkçı) söylem, gündeme dahi gelmeyebilir. Ama nasıl çalıştığını bilmediğimiz sosyal medya algoritmaları yüzünden, bu platformlar, daha fazla tık almak için, insanların bazı dürtülerini (nefret, seks vs.) harekete geçiren paylaşımları, algoritmaları ön plana çıkarak, bu fikirlerin daha fazla yayılmasına, daha olağan sayılmasına sebep oluyor.
Sosyal psikoloji alanında yapılan araştırmalar, benzer fikirlere sahip insanlarla görüşmenin, o fikirlere maruz kalmanın o alanda daha uç tavırları benimsememize sebep olduğunu gösteriyor. Başlarda kedi ve köpek videoları izleyerek keyif aldığımız sosyal medya, artık radikalizm ve saçmalık bataklığı olmaya başladı. 2018 yılında Naganna Chetty ve Sreejith Alathur’un araştırmasına göre, var olan sosyal ağlar uç fikirlerin, nefret söylemi ve suçlarının yaygınlaşmasında çok etkili. Örnek vermem gerekirse, Youtube’da bir video izlediğinizde, bir süre sonra aynı fikri savunan başka video görürsünüz. Facebook daha önceki beğenilerinize göre, size bir fikir çemberi kurar. Bir bakmışsınız ki, arkadaş çevrenizin hepsi sizin gibi düşünüyor, yeni eklediğiniz arkadaşlar da sizin fikirlerinize destek oluyorlar. Oysa, Facebook sizin yorum ve beğenilerinizi, yazılarınızı analiz ederek, sadece hoşunuza gidecek paylaşımları gösteriyor. Artık arkadaş önerileriniz de rastgele değil, Facebook sizinle benzer profile sahip insanları arkadaş olarak eklemenizi salık veriyor. Aynısını Youtube da yapıyor. Eğer TED videolarını izliyorsanız, TED birbirine zıt fikirleri izlemenizi tavsiye ederken, Youtube, o videoya benzer hatta o videoda savunulandan daha radikal fikirler anlatan videoları izlemeniz için sıraya diziyor. Siz bir şekilde, belki de bir merak veya bir dürtü ile izlerken, o dürtünüzü daha da okşayan videoları da izleyerek, o platformda daha çok vakit harcar, daha çok reklam izlersiniz. Mesela, İstanbul’daki tarihi mekan videolarında başlayıp Avrupa’daki Müslüman düşmanlığı videolarını görüp dehşete düşer, günün sonunda bolca vakit harcadığınız platforma ek olarak, arada izlediğiniz reklamlarla FSM 1453 markalı iç çamaşırı satın alarak günü bitirirsiniz. Platform, izlenme süresini arttırarak ve reklam satarak kârına kâr katarken, reklam veren de müşteri kazanmış, siz de, fikrinizde daha uçlara savrulmuş ve Batı’daki herkesi kendinize düşman bilmiş olursunuz. Günü fikriniz sivrilmiş ve paranız harcanmış olarak kapatırsınız. Hatta, belki bazı başka fikirlerle, kendi ortamınızda radikal bilinirken, ciddiye alınmazken, sosyal medyada çoğunluk olduğunuzu sanarak, ‘bana deli diyorlar ama fikirlerim sosyal medyada iktidarda’ diyerek haklılığınıza gerekçe bulursunuz. Radikalleştikçe daha da radikalleşirsiniz.
Zeynep Tüfekçi’nin referanslarda eklediğim videosunda detaylı anlattığı gibi, internet firmaları, insanlar daha çok tıklasınlar diye, kişiye özel birer distopya yaratıyorlar. Böylelikle, benzer görüşte insanların benzer fikirleri görüp daha da sabit fikirli olmalarını sağlıyorlar. Ya da sattıkları dijital servislerle, bazı grupların belli grupları mobilize etmelerine sebep olabiliyorlar. Düşünün, seçimlerde belki oy vermeyecektiniz ancak benzer fikirlere sahip olduğunuz arkadaşlarınızın oy verdiğini gösteren, X partisi reklamı gördüğünüzde, seçim günü kararınızı değiştirebilirsiniz. Bu, seçim sonuçlarının ufak farklarla değiştiği yerlerde, çok büyük etki yaratır. Mesela 2016 ABD Başkanlık seçimlerinde Florida’da geçerli sayılan 9,1 milyon oy iken, Clinton ve Trump arasındaki seçimdeki fark, 111 bin civarı idi.
Normalde, her mahallede belki birkaç zır delinin söylediği ve umursamadığı bir fikir, sosyal medya sayesinde bu zır delilerin birbirini bulup birbirlerini destekledikleri bir ortam sağladığı için, bu zır delilerin daha cesur olmalarını sağlayan bir araç oluyor. Aklı başında, makul fikirler, bu çılgın söylemler çöplüğünde yer bulamadığı için, çılgın söylemlerle gündeme gelmek isteyenlerin, dikkat çekmek isteyenlerin, tık almak isteyenlerin sayısı artıyor. Makul, sessiz ve hareketsiz çoğunluğun karşısında, sesini yükselten radikal azınlıklar daha görünür ve daha kabul görür oluyor. Böylelikle, bir bakmışsınız, nefret söylemi artık genel kabul gören bir ifade biçimi olarak genelleşmiş.
Hayatımızın her alanında bizim bilgimiz dışında var olan algoritmalar var ve birçok şeye, biz bilsek de bilmesek de, bizim için karar veriyorlar! Bu algoritmaların nasıl olduğundan, kararları neye göre verdiklerinden haberimiz yok. Firmalar bu algoritmaların nasıl çalıştığı konusunda, ‘’ticari sır’ diyerek şeffaf değiller. Bizler, ancak etkilerini inceleyerek, bazı araştırmalar yapabiliyoruz ve bu, sıradan vatandaşların daha çok zarar görmesine sebep oluyor.
Düşünebiliyor musunuz, TV kanalı, bir katliamı canlı yayınlarsa, çok büyük bir ceza alabilecekken, Facebook, ‘ben yapmadım, Miki yaptı’ diyerek gene aradan sıyrılacak! Hem (sosyal) medya olduğunu iddia edip hem de editoryal bir yapı kurmayarak, milyarlarca insana bilgi dağıtan bir platform nasıl bu kadar rahat ve pervasız olabilir? Sosyal medyanın vahşi Batı gibi hiçbir kural, etik sahibi olmaması yüzünden, devletler bu bahane ile sosyal medyada sansürü gerekçelendirebiliyor. Hatta zamanla demokrasi talebinde bulunanları da sansürlemek için ellerine koz vermiş oluyorlar.
Çözüm yolları var mı? Elbette var ve elbette tartışmalıyız ancak öncelikle Facebook, Twitter, Youtube ve benzeri firmalar, sadece web sitesi/eğlence mekanı olmadıklarını, medya kurumu olduklarını, hesap vermeleri gerektiğini kabul etmeliler! Yayın kurulları kurmalılar, evrensel etik değerlere sahip ekipler kurmalılar. İşi sadece vatandaşların raporlamasına veya algoritmalara bırakıp sorumluluktan kaçamazlar. Politikacılar, lobi gruplarının etkilerinden kurtulup, bağımsız bilimsel araştırmaların sonuçlarını ve bağımsız uzmanları dinlemeliler. Örneğin, etik kurulları kurarak, eğitimli editörleri işe alıp, seçtiğimiz editörlerin filtresinden geçmiş haberleri okumamıza imkan sağlayabilirler. Firmalar, algoritmalarının nasıl çalıştığını ‘ticari sır’ diye gizlemek yerine, sivil toplum örgütleri ile paylaşarak, sosyal bilim uzmanlarından da destek olarak, algoritmaların sağlıklı önerilerle gelmesini sağlayabilirler.
Ben, girişte dedi��im gibi istemeyerek de olsa, bir şekilde merakıma yenilerek izlediğim camideki katliam videosunu keşke hiç izlemeseydim. Daha önce IŞİD’in bazı videolarına maruz kalmıştım ve günlerce etkisinden kurtulamamıştım! Esasında terörist eylemi yapanlar için eylem, sadece o andan ibaret değil. Olsaydı sayfalarca manifestolar yazmaz, video çekmezlerdi. O eylemin infial yaratması da, yayılması da, duyulması da eylemin bir parçası. Bir editör olayı kısaca anlatarak, eylemcinin amacına engel olabilir ve o görüntülere maruz kalmamı engelleyebilirdi. O videolara maruz kalacak çocukları, gençleri düşünün hele! Vahşeti bu kadar sıradanlaştırmanın, hayatın merkezine koymanın ve teröristlere bu kadar yardımcı olmanın kimseye faydası yok! Ben bu durumu vahşet sayarken, bu videolar, radikalleşmeye yakın insanların harekete geçmeleri için, farklı zıt gruplardaki insanlara motivasyon veriyor. Yeni Zelanda’daki katliama biz vahşet derken, beyaz ırkçılar, bu kişiyi kahraman, vahşeti de kutsal bir hareket olarak görüyorlar. Kim bilir, şimdi başka hangi saldırılar planlanıyor karanlık odalarda!
Oysa, sosyal medyanın milyar dolarlık firmaları, benim gibi sıradan vatandaşların vahşeti bu kadar net tecrübe etmesine, radikallerin de bu videonun yayılması ile, keyif almalarına engel olabilirdi.
Devletler bu pervasızlığı sansüre bahane etmeden, radikal gruplar kitlelerini daha fazla arttırmadan, biz saldırı üstüne saldırıya maruz kalmadan, yani daha fazla geç olmadan, ne zaman buna önlem alınacak? Bu pervasızlık, nereye kadar böyle devam edecek?
Referanslar:
Zeynep Tüfekçi’nin videosu: https://www.youtube.com/watch?v=iFTWM7HV2UI
FSM 1453 http://www.fsm1453.com
Naganna Chetty, Sreejith Alathur’in 2018 yılındaki makalesi https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S1359178917301064