TAYİP TEMEL Siyaset Dergisi için yazdı: “31 Mart yerel seçimi etkili bir şans olarak önümüzde durmaktadır. Bu şansı en iyi şekilde kullanmak gerekir. HDP kilit bir konum kazandı. Bu konumu hem kısa sürede kazanımlarını arttırmak hem de uzun vadeli demokrasi mücadelesinin bir adımı olarak faşizmi geriletmek için kullanacaktır.”
TAYİP TEMEL*
Önümüzdeki 31 Mart’ta yapılacak olan yerel seçimlere kısa bir süre kalırken, ülkedeki egemen siyaset dilinin toplumsal değerleri geliştirmek yerine onları değiştirme/hiçleştirme telaşına girdiğine hep beraber tanık oluyoruz. Türkiye şahsında siyaset dediğimiz şey, özce bir ‘eksen kayması’dır ve her dönem belli iktidar prototipleri etrafında şekillenir. Bu biçimsel yapıya kriz-savaş ortamı ile ruh katılır, arzu politikaları ile yön verilir ve hakikate ait zamanın gasp edilmesi için insanlık tarihinin sistemli kötülük kolu olan faşizme kapı aralanır. Bugün gerek ekonomik kriz gerekse de savaş ortamında olmamız tesadüfi değildir. Öncelikle bunun altını çizmekte fayda vardır. Altı çizilmeye değer diğer bir konu da, Sebastian Haffner’in kendi hatırladıklarından yola çıkarak bir kötülük rejimi olan Nazilerin adım adım nasıl toplumu cendereye soktuklarını, güçlü olanın her şeyi kendi hizasına/dünyasına çekmesini imleyen Prokrustes yatağı misali, nasıl da her şeyi metamorfoza uğrattığını anlattığı ‘kanunsal şiddet’tir. Haffner’e göre, hedefe varmak için zor kullanmadan önce kanun yoluyla zoru geçirmek başarılı bir taktiktir. Çünkü bu durum mücadele edilecek hedefi saptırma işlevi görür. Bugünkü hükümetin bu konuda çok aceleci olması, bu taktiği çokça kullanması herkesin malumu! Yargıdan en çok bahseden onlar ama en çok ihlal eden de, adaletten en çok dem vuran ama kendi adaletleri dışında herkesi hor gören yine onlar, demokrasi ve seçimden bahsedip; yine demokrasiyi ayaklar altına alan ve seçimleri krizleri aşamalı yönetme sanatına, tehdit alanına çeviren de yine onlar. Bundan olsa gerek, Türkiye’de seçimler hiçbir zaman demokratik bir ortamda yapılmadı. Sürekli devlet olanaklarını elinde bulunduranların lehine işleyen adaletsiz süreçler oldu. Bu gerçeklik baki kalmakla birlikte 7 Haziran 2015 milletvekili seçimleri belki de Türkiye’de temsili demokrasinin asgari kurallarının geçerli olduğu son seçimdi.
7 Haziran bir şoktu! Tahayyül edilen karanlık mitine karşı, aydınlık bir parıltı çakıldı ve barış halinin, soyut olarak düşüncesi bile, nasıl dönüşümlere gebe olduğunu ortaya koydu. Ezberler yerle yeksan oldu. Bundan o derece korkuldu ki, varlığını yüz yıldır kriz ve savaşlarla sürdüren hegemonik klik, acil karşıt hamle yapmak zorunda kaldı. Ezcümle, iktidarı derinden sarsılan AKP, 25 Temmuz 2015 tarihinde Kürtlere karşı, ardından toplumun tüm demokratik ve muhalif kesimlerini de içine alan bir savaş başlattı. AKP iktidarı, “Allah’ın lütfu” dediği şaibeli 15 Temmuz darbe girişimi bahanesiyle ilan ettiği OHAL sürecinde gidilen 16 Nisan referandumuyla rejim değişikliğini gerçekleştirdi. Bu lütuflar sayesinde kuvvetler ayrılığı ortadan kaldırıldı. Türkiye’nin artık tüm gücü elinde bulunduran tek adam rejimi tarafından darbe yöntemleriyle idare edildiği gerçeğini görmek gerekir.
Tek adam rejimi tespiti yapmak ve bunu dillendirmek artık çok fazla bir şey ifade etmiyor. Sonuçlar üzerinden filin şeklini yeniden tarif etmek bizi bir yere götürmeyecektir. Sürecin patikaları öğreticidir, ona bakmak gerek. Çünkü her kriz, fırsatını da içinde barındırır. Önemli olan tek adam rejiminin toplumları nasıl felaketlerle yüz yüze bıraktığını tarihsel örnekler bağlamında değerlendirmek ve bunu hem engelleyen hem de alternatif çözümünü sunan eylemsel programı ortaya koymaktır. Zira tek adam rejimlerini Mussolini İtalyası’ndan tutalım Franco İspanyası’na, Hitler Almanyası’ndan tutalım Saddam Irak’ına kadar, hâlâ günümüzde yaşanan örneklerinden biliyoruz. Tek adam rejimlerinin, yani faşizmin ya dış ya da iç savaşla sonuçlandığı istisnasızdır. AKP-MHP iktidarının iç ve dış politika söylem ve uygulamalarının yukarıda belirtilen ve felaketle sonuçlanan örneklerle yüzde yüz örtüştüğünü ve müdahale edilmezse sonucun da kaçınılmaz bir şekilde aynı olacağını görmek için kâhin olmaya gerek yoktur.
AKP-MHP iktidarının bugün Yusuf Akçura’dan esinlenme “Üç Tarz-ı Siyaset” alanına dümen kırması, Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük soslarını iyice bulandırdıktan sonra Türkçülük üzerinden kurulan ideolojik hat, içeriden ve dışarıdan birçok düşman yaratma potansiyeline sahiptir. Bu zihni kodlardan devşirilen ideolojik motivasyonla AKP-MHP iktidarı dejenere ettikleri kolluk güçlerinin yanı sıra, SADAT gibi paramiliter yapılanmalar oluşturmuştur. Sadece bunlar değil, Osmanlı Ocakları, Osmanlı Seferberlik Halk Harekatı ve Halk Özel Harekatı denen oluşumlar, milis güçleri olarak açık tabela asıp bunu çeşitli tehditkâr beyanlarla açıkladılar. Bugün sırtını iktidara yaslayarak halen oluk oluk kan dökmekten bahseden, halkı sokakta silahlanmaya çağıranları da görmekteyiz. Böylesi bir aura’da maalesef faşizmin hedefinde de başta Kürtler olmak üzere Türkiye’nin tüm sol, sosyalist, demokratik ve muhalif kesimleri vardır. AKP-MHP iktidarının hem dış düşman hem de iç düşman söyleminin hedefi, dünyanın neresinde olursa olsun Kürtlerdir. AKP-MHP iktidarı dışarıda irrasyonel politikaların sonucunda uğradığı başarısızlığın ve bu başarısızlığın içeride yarattığı ekonomik çöküntünün müsebbibi olarak Kürtleri, demokratik/muhalif kesimleri görüyor ve bunu yeni saldırılarının kaynağına dönüştürmeye çalışıyor. Başka bir ifade ile gücünü Kürt düşmanlığı üzerinden konsolide etme stratejisini yürütüyor. Kuşkusuz bu; siyaset değil, patolojik bir hastalık ya da histeri halidir. Ancak faşizm dediğimiz şey zaten bir ruh hastalığı halidir.
Tek adam rejimi karşısında muhalefet oldukça dağınık ve parçalıdır. Muhalefetin CHP ve ortaklarından müteşekkil kesiminin en azından yönetim kademesi itibarıyla mevcut iktidarla aynı ideolojik atmosferden şerbetlenmesi ve en azından Kürt meselesinde birçok konuda aynı zihniyet kodlarına sahip olması bu kesimlerin mevcut rejimin yaratacağı felaketi görme yetisini önemli oranda köreltmiştir. Bu kör siyasetin kendini sürekli tekrarlaması başta CHP tabanı olarak toplumun muhalif kesimlerinde ‘öğrenilmiş çaresizlik’ denilen kanıksama ve umutsuzluğu geliştirmiştir. Umutsuzluğun sonucu olarak son birkaç yıl içinde yüz binlerce insan ülkeyi terk etmiştir. CHP'de iki kronik mesele başattır: İlki, politik manada zamanın ruhunu yakalayamamaktan kaynaklı ideolojik kargaşa; ikincil ve belki de ölümcül olan ise cesaret… AKP karşısında bir türlü cesaretli davranamadığı, kendi sözünün takipçisi olmak yerine onların söyleminin etrafında dönüp kendini buna göre konumlandırdığı için toplumsal gerçekliğe dokunamıyor.
HDP’nin bir proje olarak ortaya çıkmasını ve güncel olarak izlediği seçim stratejisini yukarıda kısaca değinilen çerçevede değerlendirmek gerekir. HDP ve tüm demokrasi güçlerinin büyümesini sağlamak, halkların özgürlük ve demokrasi mücadelesini ileri taşımak en temel durum olarak önümüzde duruyor, bu birincisi. İkincisi, faşizmi ve faşizmin iç ve dış savaş yoluyla halkları birbirine kırdıracak felaketlerini engellemektir. Üçüncüsü, CHP’de somutlaşan muhalefet kesiminin basiretsiz politikalarının toplumda yarattığı suskunluk sarmalını aşarak faşizmle mücadeleye güç vermek ve kazanma azmi aşılayarak buradan demokrasi mücadelesini teşvik etmek. Dolayısıyla HDP bu seçimi sadece bir seçim olarak değil, faşizme karşı yürüttüğü uzun soluklu demokrasi mücadelesi sürecinin önemli bir ayağı olarak ele almaktadır. Sadece faşizmin gasp ettiği belediyeleri almak, yeni belediyeler eklemek ve oylarını yükseltmek olarak değerlendirmiyor. Kuşkusuz bunlar önemlidir, her koşul altında yapılacak ve kazanımlar sonuna kadar savunulacaktır. HDP, çalınan toplumsallığı geri alabilecek konumdadır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.
Ancak yukarıda bahsedilen tablo karşısında bundan daha fazlasına ihtiyacımız vardır. Bugün en önemli sorun kurumsallaştırılmaya çalışılan faşizmdir. Parlamentoyu işlevsiz kılan, insanların can ve mal güvenliğini ortadan kaldıran, milliyetçi politikalarla halkları birbirine kırdırtacak bir felakete sürükleyen faşizm zayıflatılmadan, geriletilmeden ve yenilgiye uğratılmadan hiç kimsenin, hiçbir şeyin güvencesi olmayacaktır. İktidarın gasp ettiği kazanımları geri almanın yanı sıra, bir daha buna girişmeye cüret edemeyecek düzeyde zayıflatmak hatta yenmenin de planlamasını yapmak gerekir. Bunu ne kadar kısa sürede yapabilirsek, iktidarın faşist saldırılarını da o kadar erken zayıflatmış ve engellemiş oluruz. Bu bağlamda 31 Mart yerel seçimi etkili bir şans olarak önümüzde durmaktadır. Bu şansı en iyi şekilde kullanmak gerekir. Tek adam rejiminin çarpıklığının sonucu olarak HDP kilit bir konum kazandı. Bu konumu hem kısa sürede kazanımlarını arttırmak hem de uzun vadeli demokrasi mücadelesinin bir adımı olarak faşizmi geriletmek için kullanacaktır.
Bu stratejinin daha etkili olabilmesi için demokrasi güçleriyle geniş ittifaklar önemlidir. Bu bağlamda Kürdistani ittifak ile Kürt halkının kendini yönetme iradesinin en üst düzeyde gerçekleşmesi hedeflendi. Bu hem seçim için hem de Kürtlerin ulusal birliği açısından ileriye dönük önemli bir ittifak ve kazanımdır. Faşizmin içerde ve dışarda Kürt düşmanlığını temel strateji olarak yürüttüğü bir süreçte ittifakın gerçekleşmesi dahi saldırılara karşı önemli bir adım olmuştur. Benzer şekilde Türkiye’de faşizme karşı olan tüm kesimlerle demokrasi paydası üzerinden en geniş güç birlikleri oluşturmaya çalışıldı. HDP çok önemli gördüğü bir tek oyunun bile boşa gitmemesi için tüm seçim bölgelerinde il genel meclisleri, belediye meclisleri ve belediye eş başkan adaylarını göstermeyi esas aldı. Faşizmin saldırılarına rağmen örgütleme olanağı bulunan her yerde aday gösterilmeye çalışıldı.
HDP stratejisinin faşizmi zayıflatma, geriletme ve yenme mücadelesinin bir gereği olarak bizim açımızdan çok önemli olan bazı büyükşehirlerde belediye eş başkan adayları çıkarılmadı. Ancak buralarda da ilçe belediye eş başkanları ve belediye il meclisi adayları belirlenmiştir. Bu kararı alırken de temel kriter, eline geçirdiği devlet gücüyle adeta pimi çekilmiş bomba gibi insanların can ve mal güvenliğini tehdit eden faşizmi yenilgiye uğratmak olmuştur. Buna bağlı olarak halkların, demokrasi ve özgürlüklerin daha fazla kazanması esas alınmıştır. Hali hazırda tüm hakları devlet gücüyle gasp eden AKP-MHP iktidarının kaybetmesi büyük felaketleri engelleyeceği için Türkiye’de uzun vadede AKP tabanı da dâhil herkese kazandıracaktır. Ancak şu kesindir: Faşizmin yenilgisiyle kısa, orta ve uzun vadede en fazla kazanacak olanlar başta Kürtler olmak üzere toplumun en fazla ezilen kesimleridir.
Seçim stratejimize yönelik tabanımızda özellikle CHP’nin kaygılı politikası gerekçe gösterilerek sitem ve eleştiriler olabiliyor. Bu eleştirileri de kıymetli buluyoruz. Ancak HDP olarak stratejimizi çizerken öncelikle demokrasi mücadelesi ve halklar nasıl daha fazla kazanımla bu süreçten çıkar diye oluşturduk. Stratejimiz iyiliğin kazanması, kötülüğün kaybetmesi üzerine kuruludur. Duygusal reflekslerle oluşturulmuş bir strateji değil, uzun vadede değeri ve önemi daha iyi anlaşılacak bir karardır. İktidar kliğinin bu karara öfkelenmesi ve elindeki medya gücünü bu konunun dezenformasyonu için seferber etmesi, gayri ahlaki sınırlarda seyretmesi gayet anlaşılırdır.
Bugün saf kötülüğü savunanların bazıları yarın kazanılan demokrasi/adaletten faydalanabilirler diye iyiliğin üstün gelmesini sağlayacak strateji ve onun mücadelesinden vazgeçemeyiz. Yeter ki özgürlük bizim mücadele ve stratejimizle galebe çalsın, varsın dünün kötüleri de faydalansın. Demokrasi ve özgürlük kazansın diye timsahın sırtında dereyi geçme pahasına büyük bir cesaret ve fedakarlıkta bulunuyoruz. Bu fedakârlık ve cesaretin sonucunda ortaya çıkan iyilikten herkesin faydalanması aynı zamanda mutlaka kazanacağımızın da garantisidir. 'Kelimenin ağırlığını taşıyamayacak olana kelimeyi emanet etmemeli' diye bir söz vardır. HDP, kendisine emanet edilen kelimelerin ağırlığının farkındadır ve hepsini taşıyacak bir öz güce, çoğul yapıya, renkliliğe, azme sahiptir. Düşünmek, ısrar etmektir. Israrın adı mücadeledir. Bizim ısrarımız, bize yani halklara ait olan emeği, hafızayı, neşeyi geri almak, savunmak ve ileriye taşımaktır. Yıkıntılar arasına terk edilmiş umudu yeniden diriltmektir.
* Halkların Demokratik Partisi Van Milletvekili