SEÇTİKLERİMİZ – TANER TİMUR MülkiyeHaber.net’e yazdı: “Fazıl Say da bu barış konçerto”sunda kendisinin solist, Başkanın da orkestra şefi olduğunu unutur görünüyor. Bana kalırsa önce bunlar üzerinde düşünmeli ve buna göre tavır almalıydı. Çünkü -örnekler ortada- Erdoğan bu gibi “kişisel uzlaşmalar”da usta ve kazanan da hep kendisi oluyor.”
TANER TİMUR
“Hayatta hatalar yapılabilir”, diyor Fazıl Say, “Erdoğan da yapar, Say da!”. Önemli olan hatadan dönmektir; “hatayı düzeltmek erdemdir”. Çok doğru sözler! Ama bizler de “acaba Fazıl Say nerede yanlış yaptı?” diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz. Neyse ki açıklamada buna da yanıt var: Ünlü piyanistimiz geçmişte “üslup yanlışı” yaptığını söylüyor ve bu yüzden de “haklı olduğu konularda haksız duruma” düştüğünü kabul ediyor. Şimdi bu hatasını düzeltiyormuş.
***
Görüldüğü gibi, Fazıl Say açıklamasında müzisyen olarak konuşmuyor; konusu siyaset; siyasi özeleştiri yapıyor. Kaldı ki özeleştiri de karşılıklı; üstelik ilk hamle de Erdoğan’dan gelmiş! Erdoğan taziye için kendisine telefonu açtığında, Say, ses tonundan Başkan’ın “uzlaşma kapılarını aralamak” istediğini “sezinlemiş” ve kendisi de dostluk elini uzatmış. Yine de “buluşma” yerinde “diretmiş” ve Cumhurbaşkanı’nı –üstelik bakanlarıyla beraber- konser salonuna getirmeyi başarmış! “Birbirimizi anlayabilmeliyiz”, diyor Say, “dostluk eli uzatabilmeliyiz” .
Bunda ne var? Neden birileri bundan rahatsız oluyor?
***
Onu bunu bilmem, fakat bütün bu olup bitenlerde bir vatandaş olarak beni rahatsız eden taraf şu: Fazıl Say, Cumhurbaşkanı ile uzlaşmasını kişisel değil de, ulusal bir dava gibi sunuyor.
Kendisi elbette sevilen, sayılan bir sanatçı ve kamuoyunda da belli bir ağırlığı var. Yine de “ulusal uzlaşma” konusunda öncülük yapabilir mi? Dahası, karşı tarafın da hoşgörü ve demokratik ilkelere dayanan bir “uzlaşma” peşinde olduğu söylenebilir mi? Gerçekten de kendisiyle böyle bir arayışla mı iletişime geçildi? Oysa durum ortada, böyle bir niyet yok ve Fazıl Say da bu “barış konçerto”sunda kendisinin solist, Başkanın da orkestra şefi olduğunu unutur görünüyor. Bana kalırsa önce bunlar üzerinde düşünmeli ve buna göre tavır almalıydı. Çünkü -örnekler ortada- Erdoğan bu gibi “kişisel uzlaşmalar”da usta ve kazanan da hep kendisi oluyor.
***
Sevinelim ya da şaşıralım, ülkede “ulusal barış” rüzgarları esmeye başladı. Oysa Fazıl Say açıklamasını yaparken, bakınız Cumhurbaşkanı da TOBB’culara CHP Başkanı hakkında neler söylüyordu: “Ana muhalefet partisinin başındaki zat, Almanya seyahatinde Avrupa Parlamentosunda Vay Pi Ci (YPG) terör örgütünün paçavrasıyla gövde gösterisi yapan kadını Almanya’da yanına alıyor, onunla birlikte poz veriyor. Söyle bana arkadaşını, söyleyeyim sana kim olduğunu! Bunlar bu!”.
İşte “uzlaşmacı” iktidar da bu! Galiba artık bize de bunu söylemek kalıyor.
***
Gerçekten de “uzlaşma” arayışı tüm muhalefeti bölücülük ve terör işbirliği ile suçlamak mıdır? Kaldı ki söz konusu kadın (merak edip, Internet’te yaptığım gezintiyle öğrendim) Almanya’da doğmuş, Almanya’da hukuk okumuş ve 2005 yılından beri de Bundestag’da yer alan Kürt asıllı sosyalist (Die Linke partisinden) bir milletvekili imiş. YPG, Almanya’da bir terör örgütü sayılmamaktadır ve bu milletvekili Merkel’e bir ABD ziyaretinde eşlik ederek Beyaz Saray’daki yemeğe katılmış bulunuyor. Kendisi Türkiye’deki insan hakları konusundaki gelişmelerle yakından ilgilenmiş ve 2012 yılında Fazıl Say’a açılan dava sırasında da Alman Hükümeti’ni katı önlemler almaya davet etmiş.
***
Durum bu ve Erdoğan bu hanımı elbette ki eleştirebilir. Fakat aralarında 2007’de Alman-Türk Dostluğu ödülü (Deutsch-Türkischen Freundschaftspreis) almış olan bu milletvekili de var diye, bir grup resmi yüzünden, Kılıçdaroğlu ve CHP’yi terör işbirlikçiliği ile suçlamak hangi “barış”, hangi “demokratik uzlaşma” anlayışına hizmet etmektedir? Üstelik aynı gün (22 Ocak) “terörist” diye müebbet hapse mahkûm edilmiş 75 yaşındaki bir kadın gazeteciye beş yıl daha hapis cezası verilmişken?
***
Aslında siyasal tarihimiz bitip tükenmeyen ilkesiz kavgalar, komplolar ve darbelerle dolu. Yine de yakın geçmişimizde “barışçı girişimler”, “demokratik uzlaşma” belgeleri de bulunuyor. Bunlardan belki de en önemlisi çok partili hayata geçerken gerilen siyasi hayatı yumuşatmak, karşılıklı hoşgörüyü egemen kılmak amacıyla İnönü tarafından ilan edilmişti. Tarihe “12 Temmuz Beyannamesi” diye geçen bu uzlaşma sayesinde çok partili hayata kan dökülmeden geçildi; Demokrat parti iktidar olabildi. Oysa bu günlerde binlerce hukukçu, gazeteci, akademisyen, bürokrat vb demir parmaklıklar arkasında tutulurken ne kişisel uzlaşmalar ne de 12 Temmuz benzeri beyannameler demokratik barışı sağlayabilir. Bunun yolu “düşünce suçları (!?)” için çıkarılacak kapsamlı bir aftır ve ne yazık ki ufukta da bu yönde umut verici bir gelişme görünmüyor.
Yine de kavga devam ediyor; “bu iş bitti; faşizm geldi!” diye karamsarlığa kapılmayalım; kestirme yollardan, “darbe” girişimlerinden medet ummayalım; fakat aldatmacalara, sahte barış gösterilerine de kanmayalım.