David Harvey: “Neo-liberal proje hala hayatta ve iyi durumda. Sorun şu ki, neo-liberalizm artık kitlelerin rızasını aramıyor. Meşruiyetini kaybetti. [Daha önce] neo-liberalizmin devlet otoriterliği ile bir ittifak içine girmeden hayatta kalamayacağını işaret etmiştim. Şimdi neo-faşizmle bir ittifak yolunda ilerliyor.”
Çeviri: SiyasiHaber
Ünlü Marksist kuramcı David Harvey, The Wire ile yaptığı röportajda, neo-liberal projenin yarattığı sorunlar ile popülist politikaların ve sağcı hareketlerin yükselişini anlattı. Ayrıca, Marx’ın kapitalizm eleştirisinin mevcut durum ile ilgisinden ve otomasyonun emek üzerindeki tehdidinden bahsetti.
Neo-liberalizmin kökeninde neler var? Neo-liberalizmin ortaya çıkmasında etkili olan yapısal nedenler nelerdi?
Liberalizmin idealist yorumu; özel mülkiyet hakları, kendi kendini düzenleyen serbest piyasa ve serbest ticaret üzerine oturan, herkesin isteklerini ve ihtiyaçlarını karşılayan bir teknolojik ilerlemeyi teşvik edecek ve emek verimliliğini arttıracak şekilde tasarlanmış bir ekonomi tarafından güvence altına alınmış bireysel özgürlükler dünyası vizyonuna dayanır.
Liberal teoride, devletin rolü minimaldir (laissez faire politikaları ile bir “gece bekçisi” işlevi görür). Neo-liberalizmde ise devletin; güçlü kurumların (Merkez Bankaları ve Uluslararası Para Fonu gibi) oluşturulması, dünyadaki zihinsel kavramların neoliberal özgürlükler lehine yeniden inşası ile birlikte her şeyin metalaştırılması ve parasallaştırılmasının teşviki yoluyla teknolojik değişimlerin ve sınırsız sermaye birikiminin teşvik edilmesinde aktif bir rol oynadığı kabul edilir.
Bu liberal ve neo-liberal ütopyacı vizyonlar uzun zamandır yetersiz olmakla eleştiriliyor; çünkü Marx’ın açıkça ortaya koyduğu gibi pratikte her ikisi de refah düzeyinin düşmesine yol açarak zenginlerin daha da zenginleştiği ve nüfusun büyük bölümünün emeğinin sömürüldüğü bir dünyayı destekliyorlar.
1945’ten sonra uygulanan Keynesci politikalar ve yeniden dağıtım uygulamaları, özel mülkiyeti zayıflatmadan işçi sınıfının güçlendirilmesine dayanan alternatif bir ütopyacı vizyon öneriyordu. 1970’lerde, Avrupa ve Amerika’da büyük şirketler ve kapitalist sınıflar tarafından örgütlenen ve Keynesyen sistemi devirmeyi ve onu neo-liberal bir modelle (tüm ideolojik bagajlarıyla birlikte) değiştirmeyi hedefleyen karşı devrimci bir hareket doğdu. Bu model ile kapitalist sınıfın azalan ekonomik gücünün ve sönmekte olan siyasi gücünün yeniden kazanılması amaçlanıyordu.
1980’ler boyunca [Margaret] Thatcher, [Ronald] Reagan, [Augusto] Pinochet ve Arjantinli generallerin yaptığı buydu. Aynı anlayış bugün de devam ediyor. Sonuç, ekonomik ve siyasi eşitsizliğin derinleşmesi ve dünya genelinde çevresel bozulmanın artması oldu.
Mülksüzleştirme yoluyla birikimi, neo-liberalizmin en önemli özelliklerinden biri olarak tanımlıyorsunuz. Bu süreç nasıl işliyor ve yapısal sonuçları neler?
Sermaye birikimi iki şekilde olabilir. Sermayenin elde ettiği kârın temelinde yatan artı-değerin yaratılması için, emek üretim sürecinde sömürülebilir. Sermaye birikimi hırsızlık, soygun, tefecilik, ticari hile ve her türlü aldatmaca ile de sağlanabilir.
İlkel birikim teorisinde, Marx, ilk sermaye birikiminin büyük bir kısmının nasıl bu tür uygulamalara dayandığını işaret eder. Bu uygulamalar devam etmekle birlikte artık bir dizi yeni stratejiyle desteklenmektedir.
ABD’de yaşanan 2007-2008 mortgage krizinde yaklaşık 6-7 milyon insanın evlerinin değeri düşerken, Wall Street’te üretilen mali ürünlerin değerleri yükseldi. Varlık değerlerinde (arsa ve emlak gibi) yapılan spekülasyon birikim için üretken olmayan bir yol açıyor.
Büyük şirketler tarafından (örneğin havayolu şirketleri) yapılan iflas hamleleri, işçileri emeklilik ve sağlık güvencesi haklarından mahrum bırakıyor. ABD’de eczacılıkta, telekomünikasyonda, sağlık sigortasında hakim olan fiyat tekeli kârlılık için kazançlı yollar sunmaktadır. Borçlanarak servetin arttırıldığı açıkça ortadadır. Mülksüzleştirme yoluyla sermaye birikimine dayanan rantçı yöntemler (örneğin, toprağın veya madenlerin yasal olmayan yollarla veya düşük bedeller karşılığında elde edilmesi) daha yaygın hale gelmiştir, çünkü küresel sermayenin yükselen hacmi fazla sermayenin üretim alanında kullanılmasını oldukça zorlaştırmaktadır.
Marx’ın döneminde dahi kapitalizme yönelik çok sayıda eleştiri vardı. Marx’ın eleştirisinin bu çizgilerden nasıl ayrıştığını düşünüyorsunuz?
Kapitalizm eleştirilerinin birçoğu ahlaki kategorilere dayanıyordu (kötü ve hırslı kapitalistlere karşı yoksullaştırılan ve kötü muamele gören işçiler veya daha yakın zamanda çevreye duyarsız kapitalistlere karşı ekolojistler). Marx’ın eleştirisi sistematiktir. Ahlaki ve etik itirazlar devam etmektedir, ancak Marx bu itirazları, kapitalist üretim tarzının ve onun yıkıcı hareket kanunlarının, insanların istek ve ihtiyaçlarını karşılamanın başka yollarıyla neden ve nasıl değiştirilmesi gerektiğine ilişkin sistematik sorunun yanında ikincil olarak görmektedir.
Kapitalizmin, özellikle 2008 krizi bağlamında çıkmaza girdiğini düşünüyor musunuz? Sermaye yeniden toparlanabilir mi?
Sermaye bir çıkmazda değil. Neo-liberal proje hala hayatta ve iyi durumda. Kısa süre önce Brezilya’da seçimi kazanan Jair Bolsanaro, 1973’ten sonra Pinochet’nin Şili’de yaptıklarını tekrar etmek niyetinde.
Sorun şu ki, neo-liberalizm artık kitlelerin rızasını aramıyor. Meşruiyetini kaybetti. Neo-liberalizmin Kısa Tarihi‘nde (2005), neo-liberalizmin devlet otoriterliği ile bir ittifak içine girmeden hayatta kalamayacağını işaret etmiştim. Şimdi neo-faşizmle bir ittifak yolunda ilerliyor, çünkü dünyadaki tüm protesto hareketlerinden gördüğümüz gibi herkes artık neo-liberalizmin halkın sırtından zenginlerin ceplerinin doldurulması olduğunu görüyor (bu, 1980’lerde ve 1990’ların başında bu kadar belirgin değildi).
Marx, kapitalizmin kendi iç çelişkileri nedeniyle yok olacağına inanıyordu. Buna katılmıyorsunuz. Neden?
Marx bazen sermayeyi kendi kendini yok etmeye mahkum gibi göstermiştir. Fakat çoğu durumda, krizleri çöküşten ziyade sermayenin yeniden yapılanma anları olarak görür. Kapital’in üçüncü cildinde “krizler her zaman mevcut çelişkilere yönelik anlık ve vahşi çözümlerden, bozulan dengeyi yeniden sağlayan vahşi patlamalardan ibarettir” der.
Marx’a göre sermayenin sonunu bir sınıf hareketi getirecek. Görüşümün Marx ile uyumlu olduğuna inanıyorum. Kapitalizm kendi rızasıyla sona ermeyecek. İtilmesi, devrilmesi, yok edilmesi gerekecek. Tek yapmamız gerekenin kendi kendini yok etmesini beklemek olduğunu düşünenlere katılmıyorum. Benim görüşüme göre, Marx da böyle düşünmüyor.
Sıklıkla Marx’ın sadece üretim düzeyindeki değerden değil, aynı zamanda gerçekleşme alanından bahsettiğini de iddia ediyorsunuz. Bunu mevcut bağlamda ele alabilir misiniz?
Kapital’in ilk bölümünde Marx, değerin üretim aşamasında yaratıldığını ve pazarda gerçekleştiğini kabul eder. Pazar yoksa değer de yoktur. Dolayısıyla değer, üretim ile gerçekleşme arasındaki çelişkili birliğe bağlıdır. Gerçekleşme, ödeme gücü olan bir topluluğun isteklerine, ihtiyaçlarına ve arzularına bağlıdır.
Kapitalizm tarihi boyunca yeni istekler, ihtiyaçlar ve arzular üretmiştir (örneğin, otomobiller ve banliyö yaşamı gibi makul bir şekilde yaşamak için uymamız gereken tüketiciliğin farklı türleri ve günlük yaşam biçimlerinin üretimi). Şimdi öğrencilerimin hepsinin cep telefonu var (20 yıl önce olmayan bir cihaz). Çevre kirliliğine neden olan otomobiller ABD’de şehirlerin çoğunda bir ihtiyaç.
Marksistler üretime çok önem verdiler, ancak gerçekleşme konularını ihmal ettiler. Bence (Marx’ın kritik öneme sahip olduğunu söylediği ancak üzerinde pek durmadığı) ikisi arasındaki çelişkili birliğe odaklanmamız gerekiyor. Gerçekleşme noktasında değerin (çoğu zaman mülksüzleştirme yoluyla) ortaya çıkarılması ve el konulması, günlük yaşamın nitelikleri gibi, mücadelenin politik odak noktasıdır.
Alman sosyo-ekonomist Wolfgang Streeck, Kapitalizm Nasıl Sonlanacak adlı kitabında kapitalizmin beş sorununu tanımladı. Bunun yerine siz çağdaş kapitalizmin sorunlarını değil 17 çelişkisini tanımladınız. Kapitalizmin krizi ile ilgili sorunlar ve çelişkiler arasındaki fark nedir?
Sorunların çözümleri olur. Çelişkilerin çözümleri olmaz: Daima gizil kalırlar. Yalnızca yönetilebilirler ve Marx’ın işaret ettiği gibi, karşıtlıklar mutlak çelişkilere dönüştüğünde krizler ortaya çıkar. Üretici güçler ve sosyal ilişkiler arasındaki çelişki çözülemez. Her zaman bizimle olacaklar. Üretim ve gerçekleşme arasındaki çelişki daima bizimle birlikte olacak, vs.
Krizlerin birçok farklı şekilde ortaya çıkabileceğini ve krizlerin nedenlerini anlayan bir kriz teorisi geliştirmemiz gerektiğini, böylece Marksist düşünceyi sık sık ele geçiren “tek kurşun” teorisinden uzaklaşabileceğimizi vurgulamak için on yedi çelişkiyi listeledim.
Kapitalizm koşullarında otomasyon tüm dünyada önemli bir iş kaybına neden oluyor. Dünya Bankası dahi otomasyon konusunda endişelerini dile getirdi. Kapitalizmde otomasyonun ortaya çıkardığı sorunlar nedir? İşçi sınıfı mücadelesine etkisi ne olacak?
Üretimde otomasyon ve hizmetlerde yapay zeka kullanımı arasında bir paralellik var. Üretim sektöründe teknolojik değişimler işgücünü zayıflattı. Ayrıca, teknolojik gelişmeler sayesinde şirketlerin maliyetlerini azaltmak amacıyla üretimin bazı aşamalarını ülke dışında gerçekleştirebilmesi çok daha önemli bir konu. Ancak üretim yok olmadı. Farklı şekillerde genişlemeye devam etti (örneğin, otomobil üreten fabrikalardan ziyade hamburger üreten fast food restoranları var).
Hizmetlerde de hemen hemen aynı şeyi göreceğiz (artık süpermarketlerde ve uçuş işlemlerinde işlemlerimizi kendimiz yapabiliyoruz). Sol, üretimde otomasyona karşı mücadeleyi kaybetti ve hizmet sektöründe de bu üzücü sicili tekrarlama tehlikesiyle karşı karşıya. Hizmet sektöründe yapay zeka teknolojisinin kullanımını kabullenmeli ve teşvik etmeliyiz, ancak sosyalist bir alternatif için de bir yol bulmaya çalışmalıyız. Yapay zeka bazı iş kollarının yerini almasının yanı sıra yeni iş kolları yaratacaktır. Buna adapte olmak zorundayız.
‘Yeni emperyalizm’ derken neyi kastediyorsunuz? Temel özelliği nedir? Klasik emperyalizmden niteliksel olarak ne farkı var?
ABD’deki neo-muhafazakarların Irak savaşına kadar ileri sürdükleri bir teori olduğu için “yeni emperyalizm” olarak adlandırdım. Lenin’in teorisine dönmek için değil, neo-liberal dünya düzeninin her şekilde ve her yerde (örneğin, meta zincirleri aracılığıyla) değeri nasıl emdiğini vurgulamak için bunu eleştirmek istedim. Bu, elbette Yeni Emperyalizm‘den sonra yazdığım Neoliberalizmin Kısa Tarihi’nin konusuydu. Bu iki kitap birlikte okunmalıdır.
Batı’daki sol aydınlar arasında bile, küreselleşmeyle bağlarını koparan küresel güneyin modernite öncesi döneme dönüşe yol açacağına dair bir tartışma ve inanç var. Bununla ilgili olarak ne düşünüyorsunuz? Küresel güneyin kalkınma gündemini ne oluşturmalı?
Bağların tamamen koparılmasının bir felakete yol açacağını düşünüyorum. Ancak bence biyo-bölgeselcilik üzerinden seçici ayrışmalar ve özerk bölgesellik arayışları iyi bir fikir. Buradaki fikir karşılıklı ilişkilerin alternatif coğrafyalarını inşa etmek, ancak küresel perspektif de (örneğin küresel ısınma) kritik öneme sahip.
Kent çalışmaları da ilgi alanlarınızdan biri. Kentleri sermaye edinim alanları olarak analiz ediyorsunuz. Bu, özellikle neo-liberal kentler bağlamında nasıl işliyor? Kent hakkının önemi nedir?
Kentleşme ve sermaye birikimi birbiriyle el ele yürüyen süreçler ve bu, Marksist düşüncenin tarihsel olarak azgelişmiş olan yönlerinden biri. Artık dünya nüfusunun yarısı kentlerde yaşıyor. Dolayısıyla, sermaye birikimi amacıyla inşa edilen ortamlarda günlük yaşama dair konular büyük bir sorundur ve bir çelişki ve çatışma kaynağıdır. Bu, siyasi olarak şehir hakkının savunulması yoluyla vurgulanmaktadır; örneğin kentsel yaşamın içinde ve nitelikleri üzerindeki sınıf mücadelesi. Son yıllardaki büyük toplumsal hareketlerin pek çoğu bu tür konulardan dolayı ortaya çıkmıştır (örneğin İstanbul’daki Gezi Parkı).
Post-modernite anlatımınız konunun maddi temeline bakıyor. Felsefi düzeyde, post-modernizmin sosyal yaşam üzerindeki etkisi nedir? Peki ya post-hakikat fikri?
Diğer pek çok geniş tabanlı ve bir dereceye kadar tutarsız kültürel hareketler gibi post-modern dönüş de absürtlükler ve geriletici etkileri ile birlikte olumlu açılımlar da yarattı. Perspektifçiliği geliştirmesini ve mekana yaptığı vurguyu sevdim ama bunun Marksizm karşıtlığı olarak değerlendirilmesi için bir neden göremiyorum. Çünkü kendi çalışmalarımda da mekanın, coğrafyaların ve perspektivizmin Marksizme nasıl entegre edilebileceğini vurguladım.
Günün sonunda, Eagleton’un belirttiği gibi, hareket “hakikat, otorite ve retorik baştan çıkarıcılık arasında bir fark görmeyecek kadar” ileri gitti, öyle ki “en yumuşak dilli olan ve en ateşli hikayeye sahip olan güce sahip olur”. Post-modernizm “tarihi ıskartaya çıkardı, tartışmayı reddetti, siyaseti estetikleştirdi ve her şeyi hikayeyi anlatanların karizmasına bağladı.” Donald Trump, bu post-modern aşırılığın bir ürünü.
İlk aşamada internetin büyük bir özgürleştirici güç olduğunu düşündük. Ancak zamanla, dijital alandan faydalanarak büyük tekeller ortaya çıktı. Cambridge Analytica gibi vakalar kişisel verilerin bu tekeller tarafından nasıl manipüle edildiğini ortaya koyuyor. Bu nasıl bir tehlike yaratıyor? İnternet kamusal bir araç olarak nasıl özgürleştirilebilir?
İşbirliği yapılamayacak ve bir sermaye gücüne dönüştürülemeyecek, iyi ve özgürleştirici teknoloji diye bir şey yoktur. İnternet için de aynı şey geçerli.
Donald Trump’ın ortaya çıkışını nasıl yorumluyorsunuz? Dünyanın farklı bölgelerinde popülizmin yükselişi nasıl ele alınabilir?
Trump, evrensel yabancılaşmanın post-modern başkanıdır.
ABD ve İngiltere seçimlerinde Bernie Sanders ve Jeremy Corbyn’in artan popülaritesi sizi umutlandırıyor mu? Sadece seçimlere yönelik bir mobilizasyon muydu? Günümüz sosyalist politikasının şekli ve içeriği ne olmalıdır?
Mobilizasyon ve örgütlenme arasında büyük bir fark var. Ancak şimdi solda bir örgütlenme kurmanın siyasi gücü kazanmak ve elde tutmak için çok önemli olduğunu fark eden unsurları görmeye başlıyoruz.
İngiltere örneğine gelince, parti inşasının yeniden canlanmasıyla birlikte momentumun yükselmesi, ekonominin temel unsurlarını kamusal alana (kamulaştırmadan farklı) politik bir strateji olarak getirme manifestosu gibi umut verici işaretler veriyor. Ancak sorun şu ki, parlamentodaki İşçi Partisi’nde pek çok kişi bu politikalara destek vermiyor. Henüz ABD’de de bu tür şeyleri yeterince görmüyoruz.
Sağcı siyaset bütün dünyada yükseliyor. Son örnek Brezilya’da Jair Bolsonaro’nun seçilmesi. 1930’lu ve 40’lı yıllardaki gibi dünya faşizme doğru mu gidiyor? Sol siyasetle bilinen bir Latin Amerika ülkesinde Bolsonaro gibi aşırı sağcı politikacıların ani yükselişinin ardındaki politik ekonomi nedir?
İşçi Partisi tarafından yönetilen neo-liberalizmin ürettiği, yaygın yolsuzlukla birleşmiş olan yabancılaşma, neo-faşist sanrıların istismarına açık olan kitlesel bir taban oluşturuyor. Sol örgütlenemedi ve şimdi baskılar karşısında bunu yapmak zorunda.
Marx ve Marksizm üzerine dersiniz dünya çapında çok popüler oldu. Marksizm bugün ne kadar geçerli? Marx’ın katkılarının neler olduğunu düşünüyorsunuz?
Marx, sermayenin bir üretim şekli olarak nasıl işlediğine dair son derece yüksek kavrayış gücüne sahip bir analizin temel taşlarını koydu. Sermaye, Marx’ın zamanında dünyanın sadece küçük bir bölümünde gelişmişti. Ama şimdi her yerde, bu yüzden Marx’ın analizi şu anda kendi zamanında olduğundan çok daha geçerli. Marx’ı dikkatlice inceleyen herkes bunun farkına varıyor, ki bu da bir şekilde politik gücün neden bu düşünce tarzını bastırmak için bu kadar istekli olduğunu açıklıyor.
Neo-liberal kapitalizm koşullarında yaşayan kitleler arasında büyük bir umutsuzluk ve memnuniyetsizlik var. Daha iyi bir dünya için umut nerede yatıyor? Sizin umudunuzu ne ayakta tutuyor?
Bütün baskı girişimlerine rağmen, insanlar sadece neo-liberalizm değil aynı zamanda kapitalizm ile de ilgili yanlış bir şeyler olduğunu görüyorlar. Net bir şekilde neo-liberal kapitalizm vaatlerini yerine getirmiyor, getiremiyor ve başka bir tür siyasi-ekonomik örgütlenmeye duyulan ihtiyaç daha da belirginleşiyor.
Kaynak: The Wire
https://thewire.in/economy/david-harvey-marxist-scholar-neo-liberalism