SEÇTİKLERİMİZ – Nevra Akdemir Yeni Özgür Politika’ya yazdı :”Herkesin bildiği sır, sır değildir derler. Ancak ailelerin, milli birliklerin, sermayedar örgütlerinin veya erkeklerin kendi aralarındaki suç ortaklıkları için bu geçerli değil.”
Üç sene önce yazın, henüz Türkiye’deyken yani, bir arkadaşıma misafir oldum. Sınırdaki küçük ilçelerden birinin bir köyündeydik. Tipik Anadolu halleriyle keyifli bir sofradaydık, önce sadece hane bireyleri varken, beni görmeye köyde yaşayan başka arkadaşlar da geldi. Sofra büyüdü, yemekler büyüdü, keyif ve sohbet büyüdü. Herşey gündüz normal gibi görünüyordu. Zira gündüz çevredeki bazı yerleri hava kararmadan gezmiştik. Ahır yapılan kilise, define arandığı için deşik deşik edilen tarihi mesire yeri, yakınlardaki doğanın büyüleyiciliği, hikayelerini dinlediğim köy kahvesi… yemekte üzerine konuştuğumuz şey, yine bu çerçevedeydi.
Üniversitede karşılaştığımız baskıcı tutum ve muamelenin nedenlerini coğrafyanın kendisi anlatmıştı. Sürgünler, soykırım ve katliamlar, mekanda yazılıydı görenler için. Misafirler teker teker gitti. Evin en güzel odası bana verildi, sabun kokulu yastık ve yorgana gömülüp iyi bir uyku çekmeyi planlarken, dışarıdan bir ses geldi. Bir bağırış çağırışın içinde çıkarabildiğim sadece “bu köyün kıralı benim uleyyn” oldu. Başka bir ses ise daha yüksek sesle bağırıyordu: “Allah’ı benim ne olacak” ben şok içinde pencereden bakmaya çalışırken ev sahipleri, korkup korkmadığımı kontrole geldi. Ve açıkladı: bu köyün Allah’ı bol olur. Sonra devam etti: Sümerlerden, antik Yunan ve Roma’ya hepsi isim bulurlarmış. Sonrasında jandarma geldi ve sesler kesildi diyemeyeceğim. Bu hikaye böyle geçmiyordu oralarda. Jandarma geldi, çocuklarını toplamaya çalışan aileyi taciz etti. Aile bu zehri siz dağıtıyorsunuz diye üzerine gitti Jandarma’nın. Jandarma elinde bıçakla ortalıkta tehditkâr dolaşanları değil, itiraz eden aileyi ve komşularını topladı gitti. Giderken de şöyle dedi geride kalıp izleyenlere: “demokrasi güzel bir şey olsa biz verirdik, bak çocuğun ne mutlu, biraz örnek alın…” ardından çocuk bağırdı, “bu köyün tanrısı benim!”
Kenevir konusu açılınca ilk aklıma gelen bu olmuştu.
Herkesin bildiği sır, sır değildir derler. Ancak ailelerin, milli birliklerin, sermayedar örgütlerinin veya erkeklerin kendi aralarındaki suç ortaklıkları için bu geçerli değil. Bilinir ki sol, Alevi, Kürt yani muhalif ve mücadeleci mahallelerin direncini kırmak için “güvenlik görevlileri” tarafından suça göz yumulur. Hatta uyuşturucu gibi suçlar, gücü devletin silahlı gücünü arkasında bulanlarca gerçekleştirilir. İnşaat sektörünün bel kemiği olan kentsel dönüşüm projeleri için de aynı yöntem geçerlidir. Bölgeye verilen hizmetlerde aksama yaşanır önce, örneğin sokaklar karanlık bırakılır, suları kesilir, mahalle medyada kriminalize edilir ve “peynir mafyası-vari” tipler sıkça görünmeye başlar. Sonuç olarak eski mülk sahipleri, artık tehlikeli hale gelen mahallelerinden, deyim yerindeyse, kaçmaya başlarlar ve sermayeye alan açılıverir. Tüm bu süreçlerin en önemli unsuru uyuşturucudur.
Gelin kenevir bitkisinin yararlı olup olmadığı veya esrarın uyuşturucu olup olmadığı tartışmalarını kenara bırakalım. Türkiye’nin yeni ihracat olanağı olarak sunulan kenevirin, buğdayı dahi ithal ediyorken mümkün olup olmayacağı tartışmasını da kenarda tutalım. Kenevir bitkisinin yasaklanmasının tarihinin, bizzat Erdoğan tarafından yanlış aktarıldığını ise hiç dillendirmeyelim bile. Zira bunlar her zaman tekrarlanan cümleler. Ancak tüm Türkiye’de halkın itirazı, öfkesi ve isyanının her tür baskıya rağmen sürekli bir yerlerden çıktığını fark ediyoruz hepimiz. Bazen vapurda sokak müzisyenlerine uygulanan baskıyla, bazen çocuk istismarı veya öldürülen yeni bir kadınla, bazen oldukça düşük ve ulusalcı tonda muhalefet yaptığı halde mahkeme yollarına revan olan sanatçılarla veya tescilli faşistlerin ağzındaki tehditkâr köpüklerin eşlik ettiği çoğu kez birleşince bir anlam muhteva etmeyen seslerle kendini gösteriyor bu itirazlar.
Zira son dönemlerde çıkarılmaya çalışılan “ruh sağlığı yasası” da insanların isyanının boğazında takılı kalmasının veya kısık sesle yakına iletilmesinin bir yansıması değil de nedir? Bir kişiye yapılan haksızlık tüm toplumu tehdit eder, denir. İktidarın asıl korktuğu, bu dışa değil de içe patlayanların sesinin toplumsal muhalefetle ve örgütlü sistem karşıtı eylemlerle birleşmesi değil mi? Uzun lafın kısası, mücadele etmek demokrasi, barış ve özgürlük için her zaman tek yolumuz, mücadele etmeyene ise kenevir var.