AHMET SAYMADİ yazdı: “‘Bu seçim diğerlerine benzemiyor’ yerine yeni bir söylem üretilmeli. Yerelde örgütlenme vurgusu yapılmalı. Doğru projeler üretilmeli belki de ‘projesizlik’ öne çıkarılmalı. ‘En büyük proje: Demokratik, sosyal ve ekolojik belediyecilik’ denilmeli ve bunun altı doldurulmalı.”
AHMET SAYMADİ
31 Mart 2019’da yapılacak olan yerel seçimlere yaklaşık olarak 140 gün kaldı. Genel itibariyle İstanbul, Ankara ve İzmir’de kimlerin aday olacağı konuşulsa da seçimlere dair genele yayılan bir tartışma henüz başlamadı, şimdilik başlayan tek tartışma büyükşehirlere gösterilecek adaylar. Yerel seçime dönük tartışmaya bir an önce girmek, çerçeveyi çizmek ve geç kalınan yerel seçim faaliyetine bir an önce başlamak gerekiyor.
Devletin yerel seçim planı
Yerel seçimlere dönük ilk hamle aslında çok erken bir tarihte MHP’den geldi. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli 17 Nisan 2018’de yaptığı grup konuşmasında erken seçim çağrısı yaparken, erken seçim gerekçelerinden birisi yerel seçimlerdi. Son 16 yılda önemli siyasi olaylara dönük belirleyici hamleleri (1) göz önünde bulundurulduğunda Devlet Bahçeli’nin erken genel seçim çağrısı yaparken yerel seçimlerden bahsetmesi tesadüf olmasa gerek.
Devlet Bahçeli şöyle demişti, “31 Mart 2019’da Mahalli İdareler Seçimi yapılacaktır. Bu seçime 11 ay 14 gün kalmıştır. Mahalli İdareler Seçimine her partinin adayı olarak, 20 bin 538 belediye meclis üyesi, bin 258 il genel meclis üyesi, bin 398 de belediye başkan adayı katılacaktır. 10 partinin seçimlere girdiği dikkate alındığında toplamda 231 bin 940 kişi sandıkta oylanacaktır. Toplamda da 50 bin 317 muhtar adayı vatandaşlarımızın huzuruna çıkacaklardır.” (2)
Devletin bekası ve yeniden örgütlenme
Yerel seçimlerin, mobilize olan insan sayısı, toplumu örgütleme ve nüfuz etme kapasitesi göz önünde bulundurulduğunda önemli bir işlevi var. Bu işlev siyasi partiler için olduğu kadar devlet için de önem arz ediyor. Çünkü belediyeler özerk bütçe kullanabilen, personel alımı yapabilen yerelde etkisi olan kurumlar. Ayrıca muhtarlık devletin en küçük idari birimi ve o birimden belediye başkanına, yerel meclislere kadar toplum yeniden örgütleniyor. Yerel seçimler, 15 Temmuz’dan sonra devlet içerisinde devam eden tasfiye ve yeniden inşa sürecinin önemli bir adımı olarak değerlendiriliyor. Buradan şu sonuç çıkıyor, devlet otoritesiyle sorun çıkarabilecek hiç kimse değil belediye başkanı, muhtar bile yapılmayacak. Erdoğan geçtiğimiz ay Kızılcahamam’da yaptığı bir konuşmada, “Mart seçimleri geliyor. Bu seçimlerde de teröre bulaşmış olanlar, olur ya, sandıktan çıkacak olurlarsa, öyle bekleyelim şu olsun bu olsun yok. Anında gereğini yapıp kayyum tayinleriyle yolumuza devam edeceğiz.” dedi. (3) Bu açıklamanın ardından HDP’nin güçlü olduğu yerlerdeki 259 muhtar görevden alındı. Kayyum meselesinde kasıt HDP olsa da AKP’den aday olan isimlere dair MİT’in, Erdoğan’a dosya sunduğu da kulis bilgisi olarak çeşitli haberlerde sızdırıldı. Dolayısıyla bu seçimlerde devlet açısından birinci mesele; beka ve yeniden örgütlenme. AKP, MHP ve CHP’deki aday belirleme süreçlerinde bu durum etkili olacaktır. (4)
Beka meselesinin bir başka yönü ise güvenlik soruşturmaları. Bırakın belediyeyi, belediyelerle iş yapan taşeron şirketlere alınan işçiler için bile güvenlik soruşturması yapılırken, belediye başkanı, meclis üyesi ve muhtar için güvenlik soruşturması yapılması kaçınılmazdır. Yüksek Seçim Kurulu kimi adayların başvurularını güvenlik sebebiyle kabul etmeyebilir. Güvenlik soruşturması engeli aday belirleme süreçlerini etkileyecektir. Dolayısıyla her partinin, göstereceği her aday için, bir asıl iki yedek ismi cebinde bulundurması gerekiyor.
Cumhurbaşkanlığı yönetim sisteminde belediyeler
Mevcut yerel seçimler Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemine geçilmesinden sonra yapıldığı için yeni sistemdeki perspektif, yerel seçimlere de sirayet edecektir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 24 Haziran seçimlerinden sonra, başkan yardımcılarının seçimi ve Bakanlar Kurulunun belirlenmesi noktasındaki tercihleri de yerel seçimler için bazı emareler barındırmaktadır. 24 Haziran seçimlerinden sonra kamuoyundaki genel kanaat Erdoğan’ın parti içerisinden ya da Cumhur İttifakı’ndan ya da yaslandığı zeminlerden dört başkan yardımcısı belirlemesiydi. Ancak Erdoğan sadece bir tane başkan yardımcısı belirledi ve seçtiği başkan yardımcısı siyasi bir aktör değildi, müsteşardı. Başkan Yardımcısı Fuat Uğur’un AKP’nin yetiştirdiği bir bürokrat olduğu iddia edilebilir, ancak böyle olsa bile siyasi bir aktör yerine bürokrat tercih edilmesi dikkat edilmesi gereken bir husustur. Benzer bir eğilim Bakanlar Kurulunun belirlenmesinde de yaşandı. Mevcut kabinedeki birçok bakan eski bürokrat kökenli. Dolayısıyla siyasi partiler tarafından; güvenlik soruşturması engeline takılmayacak olan, belediye ve şehircilik bürokrasisinde görev alan deneyimli bürokratların, önümüzdeki yerel seçimlerde aday olarak tercih edilmesi yoluna gidilebilir.
Erdoğan’ın İstanbul, Ankara ve Bursa başta olmak üzere birçok belediye başkanını görevden alması, belediye başkanlığını seçimle gelinen siyasi bir makam olmaktan çıkarıp, bürokratik bir makama çevirdi. Erdoğan’ın 31 Mart’ta aday gösterdiği isimleri bir süre sonra görevden almayacağının bir garantisi yok. Hal böyleyken, her şey Erdoğan’ın iradesindeyken, kimin aday olacağı da anlamını yitiriyor. Erdoğan’ın yarattığı kutuplaşma iklimi de bununla örtüşüyor. Önümüzdeki yerel seçimlerde seçmenler; yerel seçimlerde izledikleri ‘Adaya göre oy verme’ eğiliminden çok partiye oy verme eğiliminde olacak. Dolayısıyla Erdoğan istediği yere istediği ismi atayabilir. Erdoğan birçok yerde siyasi bir iddia sahibi olmayan, bürokrat isimleri aday gösterme eğiliminde olabilir.
Erdoğan kimi yerlerde mecburen gösterdiği adayların yanında, direkt kendisine bağlı ikinci bir ismi de seçtirecektir. Yani belediyeleri direkt kendisine bağlı seçilmiş ama atanmış kişilere yönettirecektir. Bunu aslında şöyle de okuyabiliriz: Erdoğan AKP’li bütün belediyelerin başkanı…
Hep aynı isimler… Bürokratlar ve teknokratlar dönemi
Bir başka husus ise siyasi partilerdeki kimi isimlerin hem yıpranması hem de güven vermemesidir. AKP, MHP ve CHP’de yaklaşık 20’şer isim her seçimde bir yerlere aday olmaktadır. Geçtiğimiz günlerde gazeteci İsmail Saymaz Muharrem İnce’ye dair şöyle yazdı, “Muharrem İnce, dokuz ay içinde iki kez genel başkanlığa, bir kez cumhurbaşkanlığına, bir kez de İstanbul belediye başkanlığına aday olarak, siyasi tarihe geçecek. İBB’ye aday olup seçimi kaybederse bir yıl içinde dört yarışı birden kaybeden siyasetçi olarak tekrar tarihe geçecek.” Her seçimde her göreve aday olan isimler yıprandıkları gibi, her göreve aday olmalarından ötürü, “Formasyonları yetiyor mu” gibi sorular da cevapsız kalıyor. Dolayısıyla siyasi partiler yerel seçimlerde, başta belediyeler olmak üzere kamuda görev yapan genel sekreter, daire başkanı, genel müdür gibi konumlarda çalışan bürokratlara yönelebilir. Bunu halkın yadırgamayacağı da açık, bürokratların siyasete geçişi zaten kanıksanan bir durum. Ayrıca halkta mevcut kabineye bakarak, “Bu bürokratlar ülkeyi yönetiyorsa belediyeleri de haydi haydi yönetir” algısı mevcut. Bu mesele diğer yandan siyasi partiler açısından yeni kadroların yetişmesi ve öne çıkması için de iyi bir seçenek olabilir. Görev süresince önemli projelere imza atmış, başarı hikâyesi olan, iyi eğitimli ve donanımlı bürokrat ve teknokratların önü daha da açık.
Seçimlere giderken muhalefet
Yerel seçimlere giderken muhalefetin durumu da pek iç açıcı değil. Seçime dönük hızlı bir atak yapılmazsa, imkânların epeyce çok olduğu bu seçimler de kaybedilebilir. AKP iktidara geldiğinden beri, sürekli olarak, “Bu seçim çok hayati, diğerlerine benzemiyor” vurgusu yapan muhalefet, her defasında seçimi kaybedince seçmende bir yılgınlık oluştu. Özellikle Gezi Direnişi’nde yakalanan direniş ruhunun ve umudun seçimlerde boğulması ve ‘yenildik’ algısının oturması seçmende, seçimlere olan ilgiyi azaltmış durumda. Muharrem İnce’nin ve CHP’nin seçim gecesi süreci yönetememesi, sonrasında kurultay tartışmasına gömülmesi, kurultay sürecinin kamuoyunda, “Kurultay kavgası, sadece belediyeleri belirleyen gücü elde etmek için veriliyor” algısı, epeyce hayal kırıklığı yarattı. CHP’nin seçimleri kazanmak kadar tabanını sandığa götürmek gibi bir derdi olacak…
24 Haziran gecesi HDP’nin açıklamasının, “Barajı geçtik” noktasına odaklanması, seçimlerden sonra HDP’den yapılan ve Selahattin Demirtaş’ın partiyle bağını sorgulatan kimi beyanlar, Demirtaş’ın eleştirilerinin kamuoyu önünde yok sayılması, HDP’nin kimi olaylar hakkında yapılan açıklamalarının yeterli olmaması gibi meseleler HDP’nin de içine döndüğü yönünde ya da siyaset üretmekte zorlandığına dair bir algı oluşturdu.
İyi Parti’de de benzer bir durum var, seçimlerden sonra bir grubun Akşener’e kazan kaldırması, kimi isimlerin istifa ederek MHP’ye geçmesi, partinin seçimden sonra kurultay sürecine girmesi İyi Parti’ye bağlanan umutların da sönmesine sebep oldu.
Üç muhalefet partisinin de içine girdiği gerilimler, AKP karşıtı muhalefet cephesinde, ya da “Hayır” cephesinde umutsuzluğa, seçime ilgisizliğe dönüştü. Siyasi partiler yerel seçim çalışmasına buradan başlamak zorunda… Partilerin kendi seçmeni bile cepte değil, umut aşılanması, seçmenin yeniden kazanılması, yeniden ikna edilmesi gerekiyor.
İmkân çok: Yapılacak icraatlar, sosyal belediyeciliğe vurgu
Aslında seçimi kazanmaya dönük malzeme çok… Sayıştay raporları, liyakatsiz eş-dost kadrolaşması, zamlı faturalar, arazi ve belediye taşınmazlarının satılması, yetersizlikler, belediye yöneticilerinin kibri, lüks harcamalar, makam arabaları, siyasi görevden almalar, çöken binalar ve yollar, her yıl yenilenen kaldırımlar, yolsuzluklar… Hepsi tek tek değerlendirilip bir çerçeveye dönüştürülebilir. Muhalefetin elinde kent belediyeciliğinde de kır belediyeciliğinde de oldukça iyi örnekler var. Bu örnekler ve çalışmalar rehber olabilir.
HDP açısından ise göreve gelen kayyumların yanlışları, kayyum belediye başkanlarının yolsuzluk sebebiyle görevden alınması, belediyeleri boşaltmaları oldukça fazla malzeme barındırıyor (5)
*****
Seçime giren ama bir yerelde seçimi kazanamayacak siyasi partiler, kazanma ihtimali olan muhalefet partisine hem seçmen bazında hem de programatik olarak destek olabilir. Kazanabilecek adayı daha demokratik ve sosyal bir belediyecilik çizgisine çekmek için çaba sarf edilebilir.
CHP, seçmendeki “Kim gelse aynı şeyi yapıyor, yolsuzlukta CHP de aynı” algısını kırmalı. Burada savunmaya geçmek yerine bu algıya temel oluşturan meselelere odaklanılmalı.
“Bu seçim diğerlerine benzemiyor” yerine yeni bir söylem üretilmeli. Yerelde örgütlenme vurgusu yapılmalı. Doğru projeler üretilmeli belki de “projesizlik” öne çıkarılmalı. “En büyük proje: Demokratik, sosyal ve ekolojik belediyecilik” denilmeli ve bunun altı doldurulmalı.
Yerel seçimler siyasetin tıkandığı bu dönemde örgütlenme, halklaşma, yerelleşme açısından da önemli fırsatlar sunuyor. Böyle bir süreçte heba edilmesinin sonuçları ağır olacaktır.