HÜSEYİN ŞENOL yazdı: “Suudi Arabistan, gerçekleştirdiği iddia edilen bu insanlık dışı vahşetten çok daha fazlasıdır. İnsan haklarının en çok çiğnendiği ülkelerin başında gelmekte bu kraliyet. Ama aynı zamanda da, başta ABD, Almanya ve diğer emperyalist ülkeler ve Türkiye’nin de ‘iyi’ dostudur.”
HÜSEYİN ŞENOL
Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı, iddiaya göre İstanbul'daki Suudi Arabistan Konsolosluğu'nda hunharca katledildi. Kaşıkçı, Suudi Arabistan Kralı Selman ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman'a yönelik eleştirileriyle bilinen bir isimdi. Kaşıkçı’nın esasen Kraliyete değil, sadece iktidardaki aileye, hatta sadece Veliaht Muhammed’e karşı olduğu da ileri sürülüyor. Ama ‘Adalet ve insan hakları herkes için geçerlidir’.
Suudi Arabistan, gerçekleştirdiği iddia edilen bu insanlık dışı vahşetten çok daha fazlasıdır. İnsan haklarının en çok çiğnendiği ülkelerin başında gelmekte bu kraliyet. Ama aynı zamanda da, başta ABD, Almanya ve diğer emperyalist ülkeler ve Türkiye'nin de "iyi" dostudur.
Meşale Tolu, Deniz Yücel, Adil Demir, Can Dündar ve daha bir çok Türkiyeli, Almanyalı ya da bazen iki pasaportlu gazeteci ve insan hakları savunucularına yönelik uygulamaları daha yeni yaşadık ve yaşamaya da devam ediyoruz. Türkiye, basın özgürlüğünün en çok çiğnendiği ve dünyada en çok gazetecinin hapiste olduğu ülkelerden biri.
Arkadaşım ve meslektaşım Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu’nun (TGDP) Sözcüsü Necati Abay, bugün itibariyle Türkiye cezaevlerinde 32’si imtiyaz sahibi ve yazı işleri müdürü 218 gazeteci tutuklu ve hükümlünün bulunduğu bilgisini verdi.
Bu kadar çok gazetecinin hapishanede olduğu bir ülkenin cumhurbaşkanının, bir başka gazetecinin hayatıyla neden bu kadar ilgilenebileceğini bir düşünün. Ben vereyim cevabı: İlk günlerde sessiz kalmış, daha sonra şimdiki tarzda bir yaklaşımın kendisine kazandıracağı hesaplanmıştır. Gerçekten de, hem ülke içinde, hem de ülke dışında Kaçıkçı'ya yapılanı bir vahşet olarak gören ve "Bu olayı ne olursa olsun çözmek isteyen" bir kişi görünümünde şu anda.
Yani bu durumu da, yandaş medyası ve emperyalist işbirlikçileri sayesinde kendi lehine çevirmiş görünmekte Erdoğan. Arabistan'a yapılan yapmacık baskının altında ekonomik çıkarların olduğunu düşünenlerdenim.
Bu yazımda Türkiyeli yetkililerin ve emperyalist ülkelerin ikiyüzlülüklerini timsah gözyaşları döker durumlarını bir-iki örnekle göstermeye çalışacağım. Yoksa, tabii ki hem ülkemiz açısından, hem ABD, hem de diğer Avrupa ülkeleri açısından binlerce örnek verilebilir.
CIA'nın işkencehaneleri
Amerikan Merkezi Haber Alma Teşkilatı’nın (CIA), Latin Amerika'dan Avrupa'ya, Afrika'dan Ortadoğu'ya, Doğu Avrupa'dan Türkiye'ye kadar dünyanın bir çok yerinde, ulusal hareketlere ve devrimci oluşumlara karşı nasıl bir faaliyet yürüttüğü aşikar. Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD), tüm dünyada, özellikle de ulusal hareketleri ve devrimci muhalefeti bastırmak için, en barbarca yöntemleri kullandığı, baskıcı ve eli kanlı rejimlerle, diktatörlerle işbirliği içinde olduğu ve olmaya devam ettiği çok kereler deşifre edilerek ortaya çıkarıldı.
CIA tarafından dünyanın bir çok yerinde ve işbirlikçi ülkelerde kurulan işkencehanelerde, muhalifler işkenceden geçirildiler, katledildiler, yok edildiler. İşkencehanelerin kurul(a)madığı ülkelerde ise, muhalifler kaçırılıp, en yakın ülkedeki işkencehanelerde sorguya çekildi.
Biz bunları, özellikle yarı sömürge ülkelerden biri olan Türkiye'den de çok iyi biliyoruz. Yani, işkencecilerin CIA ajanları tarafından Amerika'da ve Türkiye'de nasıl eğitildiklerini…
CIA'nın gizli işkencehanelerini soruşturan Avrupa Konseyi, 2005 yılında Türkiye dahil 46 üyeden, toprakları üzerindeki gizli ABD üssü ve gizli sorgu merkezlerini araştırmalarını istemişti. Bu gizli sorgu ve işkence merkezlerine ABD Konsoloslukları ve üsleri de eklenmeli. Yine bir suç makinesi olan CIA'nın katlettiği ne kadar çok "Kaşıkçı" olduğunu tahmin edebilmek çok zor olmayacak. Özellikle de, Cemal Kaşıkçı gibi gazeteciler, yazarlar geliyordu, katledilenlerin başında.
Tüm dünyada, onlarca yıldır anti-emperyalist hareketlerden işkenceden geçirilen binlerce politikacı, yazar, gazetecisi, öğrenci, kadın, işçi, sendikacı, işçinin kanı var ABD ve CIA'nın elinde, işbirlikçi yönetimlerle birlikte…
Türkiye, bu acılara reva görülen ülkelerin başında geliyor.
JİTEM'in asit kuyuları
1990'lı yıllarda asitli kuyularda katledilenler hala hafızalarda. Başta Şırnak'ta olmak üzere, 90’lı yıllarda JİTEM'in ölüm kuyuları barbarlığının tavan yaptığı dönemlerdi. 90'lı yıllarda, açılımı "Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele" olan kanlı JİTEM öldürdüğü sivilleri, acımasızca Botaş’ın Şırnak bölgesindeki asit kuyularına atıyor, kaybediyordu.
Devletin isteği doğrultusunda Tuğgeneral Veli Küçük, Binbaşı Arif Doğan gibi eli kanlı ırkçılar tarafından kurulan, resmi ve sivil çok sayıda faşistin de içinde organize olduğu JİTEM'in insanlık dışı eylemleri o kadar çok ki, bu örgütün varlığı resmi kurumlarca bile kabul edilmedi.
JİTEM, devlet eliyle kurulmuş, suç örgütüdür. Bu suç örgütü; Özel Harp Dairesi, Kontrgerilla, MİT, Gülen Hareketi, itirafçı ve diğer ölüm makinesi kurum ve oluşumlarla işbirliği içinde yürütüyordu işlerini.
Bu dönem yine Tansu Çiller, Mehmet Ağar, ‘Yeşil’ Mahmut Yıldırım, Mehmet Eymür, Korkut Eken, Meral Akşener dönemidir. Bu dönem, Türkiye tarihinin gördüğü en karanlık dönemlerden biridir. Bu dönemde, yazar Ayşe Hür'ün de bir makalesinde dediği gibi; "Anlatılması mümkün olmayan gözyaşı ve acılar var. Uyuşturucu, silah kaçakçılığı, adam kaçırma, kadın kaçırma, haraç ve fidye alma ve elbette milyarlarca lira para var."
JİTEM tarafından çok sayıda Kürt siyasetçi, sanatçı, iş insanı hunharca katledildi, kaybettirildi. Cemal Ahmet Kaşıkçı gibi, kaçırılan ve gözaltında hunharca öldürülen, kaybettirildiği kesin olan yüzlerce, hatta binlerce insandan bahsediyoruz.
90'lı yıllarda, özellikle de Kürt illerinde JİTEM üyelerinin devriye aracı olarak da bilinen, eski Renault marka "Beyaz Toros" otomobiller hala hafızlarda yerini koruyor. Bu otomobillerle insanlar kaçırılıyor, işkenceden geçiriliyor, katlediliyorlardı.
Avrupa'da Türk Konsoloslukları
Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde bulunan Türkiye Cumhuriyeti Elçilikleri, Konsoloslukları ve diğer resmi ve yarı-resmi kurumları da her dönem mevcut iktidarın emrinde çalıştı. 70'li yıllarda ve öncesinde de olduğu gibi, 1980 Askeri Darbesi sonrası da, konsolosluklarda devrimci ve demokratlara yapılan hakaret ve yer yer şiddet olayları bilinen gerçekler arasında.
Özellikle de Türkiyeli Kürt muhalif siyasetçilere karşı uygulanan baskı, şiddet ve ihbar çalışmaları, hemen hemen tüm ülkelerde kendini bariz bir şekilde gösteriyor. Hatta bunu camilerde bile uyguluyorlar. O kadar çok ki bu faaliyetler, artık gizleyemiyorlar. Buna, AKP tarafından gerçekleştirilen 15 Temmuz darbesi sonrası daha da ağırlık verildi.
Başta Kürt siyasetçilerine, devrimci ve demokratlara yönelik bu yıldırma politikasına, 15 Temmuz Darbesi sonrası "Fethullah Gülen Hareketi" mensupları da eklendi. Belki de bu dönem, bu "düşman kardeşler", yani "Gülenciler" çoğunluğu bile oluşturuyor denebilir. Çok sayıda kişinin "Fethullahçı Terör Örgütü" iddiasıyla çeşitli ülkelerden zorla kaçırılarak Türkiye'ye götürüldüğünü, kendi yandaş medyaları da çarşaf çarşaf veriyor. Yine bu kesime yönelik, insanlık dışı işkenceler darbenin ilk gününde ekranlarda "göstere göstere" verilirken, şimdi de, ilk günlerdeki gibi belki açık açık gösterilmiyor, ama en ağır şekilde sürdüğü tüm kesimlerce biliniyor.
***
ABD, Fransa ve İngiltere başta olmak üzere, emperyalist ülkelerin tüm dünyadaki insanlık dışı uygulamaları her alanda sürüyor. Türkiye, her dönem bunların en karanlık yüzü olarak kendini gösterdi. Yukarıda sadece biri iki örnek verdim. Yoksa hangi soykırımları, işkenceleri, idamları, infazları, tecavüzleri, itibarsızlaştırmaları yazalım… Tarihin hiç bir gününü boş bırakmamış ki egemenler.
Bu yazımda bu kadarıyla yetindim. Önümüzdeki dönemlerde, Türkiye adına ihbar, işkence, infaz tetikçileri hakkında yazmaya devam edeceğim.
Tarih, yurt dışında da resmi ve sivil faşist tetikçilerce katledilen Türkiyeli Ermeni devrimcileri, Kürt siyasetçi kadınlarını da yazmaya ve hesap sormaya devam edecek…