MUSTAFA KEMAL ERSÖZ yazdı: Türkiye’de Siyaset- Şovenizm-Futbol üçgeninin geçmişi eskilere dayanıyor ve bu üçgen öylesine geniş ki neredeyse tüm bir futbol alanını işgal ediyor.
MUSTAFA KEMAL ERSÖZ
Geçtiğimiz hafta sonu Pazar günü öğleden sonra oynanan Sakaryaspor-Amedspor müsabakası, Amedspor’un her deplasman maçında artık vaka-i adiyeden bir hal almış olan şovenist nümayişlerin, linç girişimi boyutlarına varan saldırıların da ötesine geçen organize bir zillete sahne oldu. Amedspor ve ondan da evvelki bölge takımlarına, hususiyetle de Diyarbakırspor’a yapılan saldırıların ya da haklarında açılan iğrençlik sınırlarını zorlayan pankartların ötesinde ilk defa Türkiye Futbol Federasyonu’nun, onun müsabaka ve saha görevlilerinin, ev sahibi kulübün, kulübün stadyum görevlilerinin, ev sahibi ekibin doğrudan ve açıktan dâhil olduğu şovenist saldırı gerçekleşti. Daha evveller PKK’ye tepki kisvesi altında gerçekleştirilen bu Kürt düşmanı saldırılar, belki de ilk kez bu denli aleni biçimde vuku buldu.
Karşılaşma öncesinde stadyum skorboardunda fonda 80’li yıllarda işkencehanelerde fon müziği olarak kullanan ‘’Ölürüm Türkiye’’ şarkısının kullanıldığı askeri operasyon görüntüleri ve yıkılmış şehir fotoğrafları seyircilere izlettirildi. Müsabaka boyunca iki takımın amblemlerinin ve skorun gösterildiği ekranın arka planına ne hikmetse Türk bayrağı yerleştirilmişti. Tam da Süleyman Soylu’nun sanki kendisinin mesul olduğu bir idari alandan değil de başka bir ülkeden bahsediyormuşçasına “Her yerde bizim borumuz ötüyor” böbürlenmesini dile getirdiği gün Amedspor’a ve onun nezdinde Kürtlere başka bir ülkenin takımı, insanı muamelesi yapıldı.
Eskiden beri süren gelen Siyaset-Şovenizm-Futbol kontrastına çok da uygun düşen bir hafta sonu olduğunu söyleyebiliriz. Belli ki aidiyet sorunu tek taraflı değil ve tüm tank, panzer, jop, kayyum gücüne rağmen, borularının çıkardığı gürültüye rağmen bazıları halen hükümlerinden emin değiller. Geçmek bilmeyen beka korkusu gittikçe tersten bir aidiyet travmasını besliyor. “Bu devlet size ne yaptı?” serzenişi hastalıklı bir biçimde “Türk’ün gücünü göreceksiniz” hezeyanına eviriliyor. Süleyman Soylu’nun ifadeleri, Sakarya stadyumundaki şoven nümayiş, sürekli bir kaba kuvvet gösterisi, ergen oğlan böbürlenmelerinin oluşturduğu kontrastın bizlere gösterdiği ruh hali, söz konusu cenahta Lübnanlaşmaktan, Yugoslavyalaşmaya doğru bir psikolojik kırılma yaşandığına işaret ediyor olsa gerek.
Geçtiğimiz ay içerisinde Hükümet ve onunla iltisaklı olan Türk Futbol Federasyonu, Avrupa Futbol Şampiyonasına ev sahipliği yapma hakkını elde etmek için epey heveslenmişlerdi. Heveslerinin neden kursaklarından kaldığını anlayabilmeleri için hafta sonu Sakarya stadyumunda meydana gelenlere bakmaları yeterli olacaktır. Futbolcuların herhangi bir siyasi, toplumsal mesaj vermelerinin önüne geçebilmek için gol sevinci esnasında forma çıkarmalarını yahut formalarının altına herhangi bir baskılı tişört giymelerini sarı kartla cezalandıran, bu konuda anlamsız katılıkta yasaklar uygulayan FİFA’nın herhangi bir konfederasyonuna dâhil olan herhangi bir federasyonun tescil ettiği, organize ettiği değil bir müsabaka, herhangi etkinlikte bu seviyede bir militarist, şoven nümayişin yapılabilmesi tahayyül edilmesi bile güç ve haliyle müsaade edilmeyecek şeylerdir. Hiçbir saygın spor ülkesinde böyle durumlarla karşılaşabilmek mümkün değildir. Bu tip nümayişler herhangi bir uluslararası turnuvaya ev sahipliği yapmaya çok uzak iç savaşın yaşandığı yahut iç savaş atlatmış yahut diktatörlükler altında yaşayan kimi ülkelerde yaşanabiliyor. Oralarda da ancak taraftarlar düzeyinde rastlanabilen bu durumlar dünya futbol kamuoyunda infial yaratıyor. Türkiye bir Avrupa Futbol Şampiyonasına ev sahipliği başarısı elde edemese de Videla Arjantin’inde, Franco İspanya’sında, Pinochet Şili’sinde, Saddam Irak’ında, iç savaşın sürdüğü Suriye’de, Lübnan’da, İsrail’de bile yaşanmayan Federasyon-Kulüp-Sporcu-Taraftar işbirlikli bir şoven nümayişe sahne olan maçla dünya futbol tarihine girmeyi başardı.
Mağdura kabahat bulmak, sporun pek sevilmediği ülkemizdeki en yaygın sporlardan bir olsa gerek. Hatta “milli spor” olduğunu söyleyebilmek mümkün. Tacize uğrayan kadına “o da öyle giyinmeseymiş”, “onun da orda ne işi varmış”; polis saldırısına uğrayan işçiye yahut memura, öğrenciye “o da polise karşı gelmeseymiş”, “haklıyken haksız duruma düşmeseymiş” denildiği gibi hafta sonu yaşanan şoven saldırı sonrası Amedspor’a kabahat bulma çalışmaları gösterilen tepkilere koşut olarak başladı. Saldırıların Amedspor’un isminden kaynakladığını bile söyleyenler oldu. Kulüp her fırsatta sadece bir spor kulübü olduğunu her hangi bir siyasi kimlikleri yahut temsiliyetleri olmadığını her fırsatta ifade etse de Amedspor’un “fazla” siyasileştiğinden bu saldırıların olduğu savı en yaygın bahane olarak ileri sürülüyor. Esen yelden milli ve manevi hassasiyetlerin tahrik olduğu bir iklimde yaşıyoruz. Her linç bahanesi gibi yukarıda andığımız bahaneler de geçersiz, dayanaksız, yaşananlarla uzak yakın bağı olmayan lakırdılardan ibaret. Zira bu saldırılar ne Amedspor ne de adı henüz ortada yokken, açık devlet destekli Diyarbakırspor’a da aynıyla, bazan misliyle gerçekleştiriliyordu. Türkiye’de Siyaset- Şovenizm-Futbol üçgeninin geçmişi eskilere dayanıyor ve bu üçgen öylesine geniş ki neredeyse tüm bir futbol alanını işgal ediyor.
Takriben 12 Eylül darbesini milat olarak kabul ederek mimleyebileceğimiz bir tarihte kurulan söz konusu bu üçgen 1990’lı yıllarda Kürdistan’da çatışmaların şiddetlenmesiyle beraber daha genişleyerek, güçlendi. Türkiye’de Kürt sorununun yükselişe geçtiği 1990’lı yıllarda futbol sahalarında Türk milliyetçiliğini temsil eden sembollerin kullanımı hızla yaygınlık kazandı. Maçlar öncesinde İstiklal Marşı okunması uygulamasından, üç hilalli bayrakların dalgalanmasına, ‘Ya Allah Bismillah Allahu Ekber’ sloganlarından, PKK ve onun liderine yönelik cinsellik yüklü sloganların yanı sıra ‘Kahrolsun PKK’ ve ‘PKK Dışarı’ sloganları bu dönemde futbol sahalarından gündelik yaşama hızla transfer edildi. Futbol sahalarında yaşanan bu süreç çatışmaların şiddetlenip, artması ile paralel olarak ivme kazandı. Medyanın oldubitti militarist, milliyetçili olan dilinin dozajı iyiden iyiye artırıldı. Bu dönemin şüphesiz en güçlü nefret objesi Diyarbakırspor kulübüydü. Kulüp açık bir biçimde devlet tarafından destekleniyor olsa da her oynadığı deplasman karşılaşmasında ‘PKK’nın saha içindeki uzantısı’ olarak görülüyor ve sözüm ona örgüte karşı duyulan tepki kisvesi altında kulüp üzerinden Kürt nefreti, şovenizm dışa vuruluyor, daha doğru bir ifadeyle kusuluyordu.
Hülasa futbol mecrasında cereyan eden hadiseler, gelişmeler hiç şüphe yok ki toplumsal ve siyasal alanlarda olup bitenlerden azade değil. Siyasi alanda yaşanan değişimler, gerilimler sadece siyasal alanla sınırlı kalmayarak içtima, sosyal alanın her alanına sirayet eder ve kendini türlü farklı şekillerde dışa vurarak buralarda da temayüz ederler. Tabiatıyla futbol da bundan azade olan bir alan değildir hatta tam tersine bütün bu olup bitenlerin en çok etkisinin hissedildiği alanların başında gelir. Bu bağlamda hafta sonu yaşanan alışık olduğumuz, yeni olmayan ama yeni bir merhalesine tanık olduğumuz şoven saldırı da Kürt sorununa ilişkin değişen devlet politikasının, topyekûn savaş konseptinin, çökertme planlarının toplumsal alana ve futbol sahasına yansıması olarak karşımıza çıkmış görünüyor. Futbolu kirleten bu mendebur üçgen elbet bir gün dağıtılacak ve bunun yolu da Diyarbakırspor’dan Amedspor tribünlerine transfer edilen o heyecan uyandıran tezahüratta, galip gelinen her müsabaka sonrası duymak isteyen kulaklara çalınıyor.
Diren ha Diyarbakır diren / Direnmektir sana can veren!