Katliamın eşiğindeki Kobanê’den izlenimler: Hayatımızı ölümüne savunacağız – Celal Başlangıç
Odaya girince uzun namlulu silahını duvara dayadı, cepleri şarjörlerle dolu muharebe yeleğini sandalyeye astı Kobanê Kantonu Adalet Divanı Üyesi Ferhan Haceis.
Aynı odada Kobanê Kantonu Başbakanı Enver Müslüm ve Dışişleri Bakanı İbrahim Kurda da vardı; ikisinin de gömleklerinin üzerine giydikleri koltukaltı kılıflarında 14’lük tabancaları vardı.
Doğrusunu söylemek gerekirse ilk defa bir başbakanı ve bakanı silah kuşanmış olarak görüyordum. Uzun namlulu silah taşıyan bir yüksek yargı üyesi de hiç görmemiştim.
“Mecburiyetten taşıyoruz” dediler biraz yadırgamış bakışlarımızı fark edince, “Kendimizi savunma amaçlı. Biz özgür bir toplumuz ama dışarıdan gelen saldırılara karşı bir zorunluluk.”
Zaten başbakanlık binası tehlikeli olduğu için can güvenliğimizi sağlamak amacıyla bizi başka bir binada konuk ediyorlardı. Zaten IŞİD çeteleri ellerindeki modern ve ağır silahlarıyla, tanklarıyla Kobanê kent merkezine bir bomba atımı mesafeye kadar yaklaşmıştı.
Ortada müthiş bir hareketlilik vardı. Elleri silahlı gencecik insanlar sürekli gelen haberleri aktarmak için odaya giriyor, her çalan telefon bir sorunun habercisi oluyordu.
Konuşma sık sık telefonla kesildiği için özür diledi Ferhan Haceis.
“Kızım basın mensubu, şu anda doğu cephesinde fotoğraf çekiyor. Aldığı bilgileri de bana aktarıyor.”
Kimi biten benzin, kimi eksik kalan gıda yardımı, kimi kentin bir ucuna düşen bir bombayı haber veriyordu gelen telefonların her biri.
Top sesleri her geçen gün, hatta her geçen saat biraz daha yaklaşıyordu Kobanê kent merkezine.
Son gelen telefonu Başbakan Müslim açtı. Haber kötüydü. Biraz önce batı cephesindeki IŞİD saldırısında bir babayla oğlu birlikte can vermişti.
Kapı açıldı, içeriye gencecik bir kız girdi. Onunda üzerinde muharebe yeleği vardı. Ama bir elinde kalaşnikof, diğer elinde bir kamera vardı. Silahını sandalyenin üzerine koyup kamerasıyla görüntü almaya başladı.
Rojava’nın sesini dünyaya duyurmak için üç yıl önce kurulan Havar Ajansı’nın Kobanê muhabiriymiş. Ajansın adı “Havar” yani “imdat”. Sanki bugünler düşünülerek konmuş bir isim. Çünkü bugün Kobanê’den de tüm insanlığa doğru yürek parçalayan bir imdat çığlığı yükseliyor.
Hem de Havar Ajansı bu çığlığı İngilizce, İspanyolca, Arapça, Türkçe, Rusça ve Fransızca da atıyormuş Kürtçenin yanı sıra.
Ama görünen o ki “yüreklerin kulakları sağır” hala.
“Önce gazeteci sonra savaşçı mı, yoksa önce savaşçı sonra gazeteci mi” olduğunu soruyoruz 26 yaşındaki Dicle‘ye. “Ben savaşı değilim” diyor, “Kendimi korumak için taşıyorum silahı çünkü cepheye gidiyorum, savaşın içine giriyorum. Her an başıma bir şey gelebilir.”
Görünen o ki Kobanê’de değil yaşamak, gazetecilik yapmak için bile tepeden tırnağa silahlanmak gerekiyor.
Karşı yamaçlardan gelen top seslerine ellerinde kalaşnikoflarla yürüyen gençlerin “Biji Serok Apo”, “Yaşasın YPG direnişi” sloganları; yaşı hayli geçkin ak sakallı bir Kobanêli’nin “Bana da silah verin, ben de savaşacağım” haykırışı karışıyor.
Suruç’un birkaç kilometre ilerisindeki Mürşitpınar sınır kapısından birkaç yüz metre yürüyüp kağıt üzerinde Suriye topraklarına dahil olan, “özerkliğini ilan etmiş” Kobanê kantonuna girince sanki bir dünyadan başka bir dünyaya geçmiştik.
Suruç Belediyesi’nin önü ana baba günü. Kobanê’den son dört günde göçen binlerce kişi, sınırın ötesindeki özerk bölgeye destek vermek için Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Türkiye’nin 18 kentinden gelen sivil toplum örgütlerinin üyeleri, İstanbul’dan, Ankara’dan, İzmir’den gelen sosyalist partilerin kadroları, çeşitli kuruluşların temsilcileri kentin yaklaşık 60 bin olan nüfusunu neredeyse ikiye, hatta üçe katlamış.
Türkiye’nin çeşitli kentlerinden gelenler dayanışmalarını göstermek, destek vermek için sınırın öte yanına geçmek istiyor. Asker ve polis tüm geçiş noktalarını tutmuş. İzinsiz geçiş yolları var ama riski yüksek. Güvenlik güçlerinin geçeni vurmasından, yer yer mayınlı bölgelerin varlığı bu geçişi zorlaştırıyordu görünüşte.
“Önce meşru yolları deneyelim” diyerek Suruç Kaymakamı Abdullah Çiftçi‘ye başvurduk 78’liler Heyeti olarak. Kaymakamlık binasının da belediyeden kalır yeri yok insan yoğunluğu açısından. Her odada bir toplantı var sanki. Toplantıdan çıkan soluğu Kaymakam Çiftçi’nin yanında alıyor.
Herkese sıcak yaklaşan, her sorunu çözmeye çalışan bir iş yapma tarzı var.
Talebimizi iletince bir telefon konuşması yapıyor ve ardından “İsimlerinizi kapıya bildireceğim, karşı tarafa geçeceksiniz. Ancak riski biliyorsunuz. Başınıza bir şey gelmesini istemem. Her an bombalanabilir Kobanê. Kendinize çok dikkat edin ve en kısa sürede dönün” diyor.
Suruç’un dört kilometre güneyindeki Mürşitpınar sınır kapısına doğru yola koyuluyoruz; 78’liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can,Türkiye Yürütme Kurulu Üyeleri Feyyaz Yaman, Abdurrahman Pişkin, Vahit Akgün ve Ahmet Andıç‘la birlikte.
Sınır kapısında uzun bir kuyruk oluşturmuş geri dönmeyen Kobanêliler. Hemen hepsi erkek. Aralarında tek tük kadın ve çocuk var. Çoğu karşıdan ailelerini getirip Suruç’a bırakmış, şimdi savaşmak için geri dönüyorlar.
Sorunsuz geçiyoruz Mürşitpınar’dan Kobanê’ye. Sınırın hemen dibinden başlayan kentin girişini çoğu 16-17 yaşlarındaki “Asayiş”çiler tutmuş, Hepsinin elinde Kalaşnikof var. Geleceğimizden haberliler, Başbakan Müslim, Dışişleri Bakanı Kurda ve Adalet Divanı Üyesi Haceis’in bizi beklediğini söylüyorlar.
Sınıra yakın bahçe içinde, taş bir binaya girmemizle kendimizi bir savaş gerginliğinde, kentin neredeyse kapısına dayanmış bir Barbar örgütün insanlarda yarattığı tedirginliğin içinde buluyoruz.
Temel yakınma konuları ABD’nin IŞİD’i etkin olmadığı alanlarda, kuşattığı Kobanê’nin çok uzak noktalarında bombalaması ve AK Parti Hükümeti’nin çetelere silah ve malzeme yardımı yapması.
Adalet Divanı Haceis “AK Parti’nin IŞİD’e desteği var. Hem gözlerimizle görüyoruz, hem de elimizde belge var” diye başlıyor anlatmaya, “İstasyon olmayan sınır köylerinde bile cephane ve silah yüklü trenler saatlerce duruyor. Malzemeler indiriliyor. Buradan Antep’e, Suruç’a göç eden Kobanêlileri çeteler oralarda bulup tehdit ediyor. Türkiye’de ellerini kollarını sallayarak geziyor çete üyeleri.”
Haceis, yakaladıkları çete üyelerinin Türkiye’den aldıkları yardımları anlatan ifadelerin ellerinde olduğunu, hatta yakaladıkları bir IŞİD militanının kendilerine “Türkiye size şeker, un veriyor, bize silah ve cephane” dediğini aktarıyor.
Kobanê Kantonu Başbakanı Enver Müslim bir yandan gelen telefonları yanıtlıyor, çevresindekileri yönlendiriyor, diğer yandan da içinde bulundukları durumu anlatıyor:
“Özellikle son 12 gündür çok çetin bir yaşamın içindeyiz. Biz aslında iki cephede savaşıyoruz. Bir cephede dört bir yandan saldıran IŞİD çeteleri var, diğer yandan bize karşı verilen psikolojik savaş. Kobanê’nin boşalması için özellikle Al Jazeera ile birçok Arap televizyonu Kobanê düşmüş gibi yayın yaptı, korku saldı insanlar arasında, halkın korkup Türkiye’ye doğru geçmesine neden oldu.”
Ancak bu noktada sınırın iki yanında mültecilerle ilgili verilen sayının farklı olduğunu görüyoruz.
Yola çıkarken Suruç Kaymakamı Çiftçi bize Kobanê’den gelenlerin toplam sayısının 154 bin olduğunu, bunlardan yaklaşık 60 bininin Antep, Urfa, İstanbul, Mersin gibi kentlere gittiğini, dört bininin yatılı bölge okulu ve kurulan çadırlara yerleştiğini, geri kalan yaklaşık 80 bininin de Suruç’taki akraba evlerinde, boş dükkânlarda, cami avlularında, taziye evlerinde, parklarda ve sokaklarda yaşamını sürdürdüğünü söylemişti. Hatta hazırladıkları çadır kentlere başka kentlerdeki kamplara gönderilme korkusundan dolayı henüz yerleşen olmadığını da eklemişti sözlerine.
Ancak Başbakan Müslim bu sayısal verilere karşı çıkıyor. Müslim’e göre göçenlerin toplam sayısı 60 bin ve AK Parti tampon bölge kurmak için bu sayıyı abartıyor.
Bir tespiti daha var Müslim’in:
“Biz burada örnek yapıyız. Araplar, Ermeniler, Türkmenler, Süryaniler var. Sadece Kürtler yok. Bu yapının amacı bütün halkları korumak ve geliştirmek. Biz bu karanlık güce karşı çetin bir mücadele veriyoruz. Bazı çevre ülkeler karanlık güç IŞİD’i öne sürerek bu yapıyı ortadan kaldırmak istiyorlardı. Bu kadar direneceğimizi tahmin etmiyorlardı. YPG güçleri Musul ve Rakka’dan getirdiği ağır silahlarla ve tanklarla saldıran IŞİD’e karşı kahramanca direniyor. Bu karanlık çeteye karşı destek istiyoruz. AK Parti de IŞİD’e desteğini çeksin. Bize silah yardımı yapılsın. Bu çeteler Kobanê’ye girseler bile YPG’nin genç direnişçileri kahramanca onları bu kentten atacaktır. Biz bu toprakların sahibiyiz. Bu yüzden uğruna ölmeye hazırız. Hayatımızı ölümüne savunacağız.”
Başbakan Müslim, IŞİD’in saldırısına başka bir yaklaşım yaparken, gerek saldıranların, gerekse de göz yumanların, destek verenlerin uzun vadedeki hesaplarını da deşifre ediyor:
“Bu katliamcı, barbar anlayış neden Kobanê’ye saldırıyor? Bizim ne petrolümüz var, ne de altınımız. Alacakları bir malımız da yok. Sadece insanlık onurumuz ve kurduğumuz insanca yaşanacak bir düzenimiz var. İşte saldırının gerçek nedeni de bu.”
Müslim’e destek veriyor kantonun Dışişleri Bakanı Kurda:
“Burada yok edilmek istenen bizim inşa etmek istediğimiz yaşam biçimidir.”
Sohbet sırasında yeni bir haber geliyor yönetici kadroya. Kurdukları Kobanê FM radyosuna top mermisi isabet etmiş. Radyo susmuş. Hemen seferber oluyorlar radyonun yeniden yayına geçmesi için. Bakan Kurda “Ne de olsa radyo demek moral demektir, bunun için önemli” diye açıklıyor gösterdikleri olağanüstü çabanın nedenini.
Olağanüstü önlemler altında kent turuna çıkıyoruz. Her araca silahlı bir genç biniyor. Bize rehberlik yapan Adalet Divanı Üyesi Haceis yine giyiyor muharebe yeleğini, eline kalaşnikofunu alıyor.
Kentte uzun sürmüş bir savaşın bütün izleri var. Otomobil ve mobilet tamircileri, fırınlar, berberler açık. Özgürlük Caddesi’nde yeşil, kırmızı, sarıya boyalı bir kartal heykeli var. “Esad zamanında bu heykeli geceleri boyardık, sabahına silerdi polisler” diyor Haceis. Seyyar tezgâhta kaçak sigara satıyor bir genç. Fotoğrafını çekerken Kobanê’de karşılaştığımız herkes gibi zafer işareti yapıyor.
Türkiye tarafından sınırın tel örgülerini aşıp direnişe destek vermek için binlerce kişi giriyor kente. Birden bir bayram havası yaşanıyor. Herkes evlerinden çıkıyor sokaklara, gelenlere çay, ayran, su ikram ediyorlar. Birlikte slogan atıyorlar. ÖDP, EMEP, DİP, Mücadele Birliği, SYKP bayrakları ekleniyor Rojava bayrağının yanına. Bir yanı sanki Gezi direnişinden bir görüntü, öbür yanı İspanya İç savaşını anlatan bir filmden Enternasyonal Birliklerin bir kasabaya girişini anlatan coşkulu bir sahne.
Sınırları aşıp Kobanê’ye girenler aslında günlerdir Suruç’un sınır AK Parti’nin IŞİD çetelerine silah ve mühimmat yardımı yapma ihtimaline karşı nöbet tutmaya, Rojava devrimi için canlı kalkan olmaya gelmiş binlerce İstanbullu, İzmirli, Ankaralı, Diyarbakırlı, Batmanlı, Şırnaklı, Urfalı, Mardinli, Dersimli, Elazığlı.
Kentte gezerken PYD Lideri Salih Müslim’in karısı Aişe’yle karşılaşıyoruz. Esad rejiminde cezaevi görmüş, oğullarından birini daha yakın zamanda cephede yitirmiş bir kadın.
Bu rastlantı aslında liderin en yoksuluna kadar herkesin hiç de ayrıcalıklı olmadığı, herkesin eşit bireyler olarak toplumsal yaşama katıldığı bir toplumun ipucunu veriyor.
Sokakta gördüğümüz herkeste, sadece Kürtlerin değil, Arapların, Türkmenlerin, Ermenilerin, Süryanilerin, kısaca hangi etnik kökenden, hangi dinden, mezhepten gelirse gelsin herkesin eşit birey olarak yaşadığı bir toplumu inşa etmenin getirdiği özgüven dikkat çekiyor. Herkes bilincinde sadece kendi toprakları için değil, tüm Ortadoğu için ortak bir model oluşturduklarının.
Adalet Divanı Üyesi Haceis “Ben bir Rojavalı, bir Kobanili olarak” diye başlıyor tanık olduğumuz bu durumun açıklamasına, “Bütün dileğim Ortadoğu coğrafyasında herkesin, her rengin yer aldığı bir gül bahçesi inşa etmek. Umudum o günü görmektir. Görmesem bile çocuklarım, torunlarım mutlaka görecekti. Bir de bu düşlerin mimarı olan Öcalan’ın bu parta özgür bir gül olarak açmasını diliyorum”.
Gece kentte kalmamızı can güvenliğimiz açısından sakıncalı buldukları için Suruç’a doğru yola çıkıyoruz. Ayrılırken birbirimizle kucaklaşıyoruz. Kimin kimi ne zaman sağ salim göreceği belli değil. Hatta birkaç gün sonra burada Kobanê diye Ortadoğu’nun insanca yaşam ve özgürlük adası bir “laboratuvarı”nın kalıp kalmayacağını bile bilmiyoruz. Çünkü çağlar ötesinden bugüne doğru uzanın büyük bir barbarlık, insanların geleceğine dair umutlarına musallat olmuş, onu boğmak için gözü dönmüş bir saldırının koçbaşlığını yapıyor.
Gözümüz arkada Kobanê’den ayrıldığımız gecenin ertesi gününe, sabahın ilk ışıklarıyla ve yeni bir haberle uyanıyoruz; “Amerikan uçakları Kobanê’nin doğu cephesindeki IŞİD’i vurdu” diye. Herkes seviniyor. Yıllarca ABD emperyalizmine karşı savaşmış sosyalistler bile Türkiye’nin çeşitli kentlerinden geldikleri Suruç’ta bu “sevinçli” haberi ulaştırıyorlar birbirlerine. Bir türlü doğrulanamıyor bu haber, bir yalanlanıyor bir “keşif uçuşuymuş” deniyor, bir “IŞİD’i fena vurmuşlar”a dönüşüyor. Ama yine de Nazım Usta’dan esinlenerek “Herhalde hiçbir sosyalist, böyle ‘merhametli bir ümitle’ beklememişti hiçbir zaman, hiçbir Amerikan bombardımanını” diye tanımlamak mümkün yaşanılanları.
Ne de olsa burası Ortadoğu’ydu ve binlerce kez doğruluğu kanıtlansa da; “düşmanımın düşmanı dostumdur” ya da “dostumun dostu dostumdur” sözlerinin tüm geçerliliğini yitirdiği, savaşlardan yorulmuş kanayan bir coğrafyaydı.
İşte böyle bir coğrafyada, sırf insanlık adına, küçücük de olsa geleceğe bir umut olarak kalması için “Yaşasın Kobanê!”