Bereket Kar yazdı
IŞİD’in nerede, nasıl doğduğu, hangi devletler tarafından desteklendiği, Musul işgaliyle neyi hedeflediği gibi konular üzerine çokça yazılıp çizildi. Bunlar yerine IŞİD’le, hakim emperyalist ve işbirlikçi güçlerin, bölge genelinde ne yapmak istediği, Suriye ve Irak’tan sonra başka alanlara açılma ihtimalinin var olup olmadığını değerlendireceğim. IŞİD’in Türkiye’yle bilinen ilişkilerinin taşıdığı riskler, savaş sonucu göç hareketleri ve daha önemlisi IŞİD’in, neyin ihtiyacı olarak var edildiği ve çatışmaların devam ettiği bir süreçte olası muhtemel gelişmeler üzerinde durmaya çalışacağım.
IŞİD’in, Suriye ve Irak’taki varlığının esası etnik kimlik ya da inançsal bir talebin ihtiyacı olmaktan çok, emperyalist-siyonist ve işbirlikçi bölge yönetimlerinin örtüşen konjonktürel çıkarlarının bir ihtiyacı olarak ortaya çıktığı tespitinin gerçeğe en yakın tez olduğunu, gelişen süreçten de anlamak mümkündür.
ABD’nin bölgedeki yaşamsal çıkarlarıyla, İsrail siyonizminin güvenliğini esas alan BOP’un, geçmiş on yıllara bakıldığında, tasarlanan zaman ve kolaylıkta ilerleyemediği görülebilir. Bunu, başta Filistin ve Lübnan direniş hareketlerinin, yanı sıra Suriye ve İran’ın, emperyalist Batı’yla uzlaşmayan tavırlarıyla açıklamak mümkündür. Arap Baharı’nı bir fırsat olarak değerlendiren ABD ve Batılı müttefikleri, BOP’u ilerletmenin tarihi fırsatını yakaladıklarını var sayarak, Afganistan’da Sovyetler’e karşı eğitip destek verdikleri El Kaide türünde İslami güçleri farklı isimler altında eğitip desteklemeye başlamışlardır. 2003’te Irak işgaline karşı Suriye topraklarını kullanarak, Saddam yönetimini savunan El Kaide, ABD işgaline rağmen Suriye’nin desteğiyle Irak Sünni İslam camiasında varlığını sürdürebilmiştir.
Değişen roller, değişen destekçiler
Sıra, Esad iktidarının yıkılmasına gelince, aynı El Kaide çeteleri Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin sponsorluğunda, Afganistan, Ürdün ve Tunus’tan getirtilen deneyimli kadrolarıyla, Suriye’de sahip oldukları ilişki ve güçlerine güç katarak, Esad iktidarına karşı savaşmayı benimsemişlerdir. Her biri farklı istihbarat birimine bağlı örgütlenen paramiliter İslami güçler arasındaki alan hakimiyeti ve iktidar çatışmalarıyla birlikte, Ebu Bekir El Bağdadi, El Kaide genel sorumlusu Zavahiri’ye karşı bayrak açarak, IŞİD’i kurduğunu ilan etti ve diğer ÖSO, Nusra ve muadili cihatçı örgütlere yönelik olarak, kendisine biat etmelerini, yoksa şeriat kuralları gereğince yok edileceklerini bildiren fetvasını yayınlamıştır.
IŞİD’in, El Kaide’nin; Afganistan, Çeçenistan ve Irak gibi savaşlarda deneyim sahibi profesyonel kadrolara sahip olması, kısa sürede diğer İslami tugaylar nezdinde kendisini cazibe merkezi haline getirirken ABD ve İsrail nezdinde desteğe layık bir konuma yükseltmiştir. Hillary Clinton’ın yayınladığı kitabında, IŞİD kadrolarının İsrail’de eğitildiğini ve ABD’li yöneticilerle görüştüğünü ifşa etmesi, her ne kadar bilinenin ilanı olsa da, ABD’nin emperyalist çıkarları söz konusu olunca, ilişkide sınır tanımayacağının, yerine göre IŞİD’le veya başkasıyla da işbirliği yapacağının yeni bir somut kanıtıdır.
Musul işgali ABD’nin operasyonu
Suriye’de küçümsenmeyecek alanları işgal ettiği ve diğer tüm silahlı güçlerle çatıştığı bir sırada, Musul kentine yönelerek topyekun şehri ele geçirmesi, ne sahip olduğu yüksek savaş performansıyla ne de kontrol ettiği askeri güçle izah edilemez. Bunun tek izahı var: Bu, ABD ve müttefiklerinin Suriye’den sonra Irak’ı dizayn etme, Maliki yönetimini değiştirme, Barzani-Türkiye petrol anlaşmasında söz sahibi olma ve Saddam’ı yıkmakla mağdur edilen Sünni kitlesine yeni bir statü kazandırma operasyonudur.
ABD’nin yeşil ışık yaktığı bu işgalin kararının Amman kentinde, Türkiye’nin bilgisi dahilinde gerçekleşen bir zirvede alındığı, işgalden sonra kamuoyuna yansımıştı. Uzun vadede BOP’a hizmet eden Musul işgali, daha şimdiden yarattığı sonuçlarla başta Irak olmak üzere, Suriye, Türkiye, Lübnan ve Filistin halklarının ciddi ve ağır bedeller ödemesine neden olmuştur. “Kimse, Türkiye’nin gücünü test etmeye kalkışmasın” diyen Davutoğlu’nun, 49 diplomatını rehin alarak, elçiliğini işgal eden örgütün ne olduğuna dair “IŞİD sizce bir terör örgütü müdür?’’ sorusuna, “Hayır o, yüzde 12’lik bir azınlık iktidarına karşı tepki hareketidir” cevabını veriyordu. Bu cevap, Irak ve Suriye’ye ilişkin mezhepçi yaklaşımı yansıtırken, aynı zamanda IŞİD’e ödenen bedelin ne denli ağır olduğunu gösteriyordu.
AKP iktidarının politik iradesinin IŞİD tarafından rehin alındığının diğer kanıtları; Musul, Kerkük Türkmenlerinin göçü ve katline ilişkin suskunluk, Barzani’yle petrol anlaşmasının dondurulması, rehineler sorunundaki tepkisiz bekleyiş, Kerkük kentinin yeni statüsünün kabulü, kaçak sınır geçişlerinin devamı, göçmen sayısının iki milyona dayanması, Suriye sınırından petrol dahil her çeşit kaçakçılığa göz yumma ve daha ağırı, AB müttefiklerinin, “IŞİD’i büyüten asıl Türkiye’dir” iddiaları karşısında çaresiz ve suçlu pozisyonunda kalışıdır.
IŞİD eliyle yaratılan “Yapıcı Kaos”
Irak’ta Ezidilerin, Süryanilerin ve Türkmenlerin IŞİD tarafından katledilmesine ses çıkartmayan AKP yönetimi, Filistin’de, İsrail’in Gazze’yi bombalamasına karşı çığırtkanlık yaparak açığını ve ayrımcılığını kapatmaya çalışsa da bunun İsrail nezdinde ciddi bir karşılığının olmadığı, ateşkes görüşmelerinde ortaya çıkmıştır. İsrail, Türkiye yerine Mısır’ı muhatap alırken ABD’nin talimatlarına bağlı kalmıştır.
Bölge halklarının bütününün başına sarılan IŞİD ve gölgesindeki Nusra, El Kaide, İslam Ordusu ve ÖSO gibi silahlı çetelerin Sünniliğe yaslanarak Şii, Alevi ve Hıristiyanlığı hedef almaları asla tesadüfi değildir. Bu, ABD eski Dışişleri Bakanı Condeleezza Rice’ın, “Yapıcı Kaos” teorisine dayandırılan bir emperyalist stratejidir. Bugün itibariyle, ABD’nin IŞİD’i havadan vurması kimseyi aldatmamalıdır. IŞİD yalnızca Irak’ta, Suriye’de değil, artık Lübnan’da, Türkiye’de, Filistin, Ürdün, Libya ve Mısır’da farklı isimler altında vardır. Dolayısıyla kullanım tarihi, Irak ve Suriye’den öte, İsrail ve BOP’la ilgilidir. Görünen o ki bölgeyi istikrara, barış ve özgürlüğe taşımaya aday tüm devrimci, özgürlükçü, direnişçi güçlerin karşısına IŞİD ve versiyonları dikilerek kaos siyaseti sürdürülecektir.
Karamsarlığa yer yok. Rojava’da, Şengal’de, Ninova’da Kürt halkının ve özgürlükçü güçlerin; Filistin halkının ve Lübnan direniş güçlerinin, silahlı köktenci cihatçılarla emperyalist ve Siyonistlerin ittifakına meydan okuyan direnişleri, tüm bölge halklarının umudu ve geleceğidir.
20.8.2014